Durma, Yürü Git

Ben nereye gidiyordum? Gelip geçici yol konakları olan hanlar kervansaraylar mı eyleyecek beni? Bir halkası olmaya başladığım ve alıştığım şu düzen mi? Yaşanmışlıklardan geriye kalan anılar yığınını muhafaza etme gayreti mi? Hep süregeleni düşünmeden-sorgulamadan yalnızca devam ettirmek mi yoksa? Ne?
Ben nereye gidiyordum?  Girdiğimde çıkışını kaybettiğim kapılar değil. Karıştırdım galiba. İki kapılı olanlar hangisiydi? Benim gibi dalgınlar için ta uzaktan görünmeliydi kapılar. Varlık ve yokluk gibi karşı karşıya olan kapılar…
Varlık ve yokluğun birbiri ardına gelip gidişi gibi, birbirisiz olamayan kapılar… Aralarında şiddetli rüzgârlar esmeliydi. Kapıların sesinden irkilmeliydi herkes. Ve kendine gelmeliydi.
Kendine gelmeliydi herkes. Herkesleşmekten kurtulup kendi olabilmeliydi. Kendi olabilmenin yollarını aramalıydı. Kendi olduktan sonra da herkesin içinde olmalıydı. Herkesleşmeden, herkesin içinde… Ve iki kapının arasındaki rüzgârları hep duymalıydı. Ama önce, önce çok şiddetli rüzgârlar esmeliydi. Kapıların sesinden irkilmeliydi herkes. Ve kendine gelmeliydi.
Uyuyor muydunuz? Af edersiniz. Uyuduğumda uyanamadığım kuş tüyü yataklar istemiyorum. Oturduğumda kalkamadığım ağaç gölgeleri… Yumuşaklığında ayağımı unuttuğum-yürümeyi unuttuğum halılar istemiyorum. Durup dinlenecek kadar zaman mı? O kadar zamanı yok ki kimsenin. Dışarıdaki havayı istemeyecek kadar içinde, mevcut oksijeni yok.
Kimsenin bir şeyi yok, durduğunda. Durmadığında da yok. Yalnız durmayan için, çoğalan sıfırlar var. Hep, sıfırın yanına bir sıfır daha koyma gayreti. Bütün yolculuğumuzsa, o sıfırların başına bir sayı arayışı… Yolculuklarımız o sayıyı bulabilmek için. O sayı ki, onunla sıfırlar anlam kazanacak. O kadar çoğalacağız. Sıfırlarımız kadar varız yani. Yokluğumuz kadar. Yokluğa dayalı bir kendilik…
Ne dedim ben?
Evet, yokluğa…
Nasıl ayakta duruyorsun, nasıl konuşuyorsun, nasıl düşünüyorsun? Nasıl gülüp, nasıl ağlıyorsun? Nasılını pek düşündüğün yok, yapıyorsun. Kime nispet ediyorsun bunları? Hep kendine.
Değil mi ki bu yokluk yüzünü gördün, yersizlik âleminde yer bulamadın kendine. Huzursuzluğa düştün, soruların içine düştün, yollara düştün. Kendine kalkmak için düştün.
“Kendi” diyorum ya… Kendini bulmak kolay mıydı? Ya kendi olmak… Başladığın yere bitiş noktası diye varmak kolay mıydı? Sıfırdan başlayıp, arada milyonlara vardığını-hiçken hep olduğunu sanıp, sonra yine sıfırda bulmak kendini kolay mıydı? Ama bu sıfır artık (Evet, yine sıfırdı), başka bir sıfırdı. Başına gelecek sayıyı arayan ve özleyen sıfırdı. Eksikliğini bilen bir sıfırdı.
Eksikliğini bilmek… Eksikliğini bilen haddini aşmayacaktı. Tamamlanmaya uğraştıkça, her kemal sandığına ulaştıkça, onun kemal olmadığını görecekti. Her oluşun hep bir üstüne talip olacaktı bu sefer. Ve hep bir üste talip olduğundan önündeki yol da uzayıp duracaktı. Ömrüne nihayet vardı, yola nihayet yoktu. Beşikten mezara kadar yolculuk bu yüzden hiç bitmiyordu.
Bazen konaklama yerlerinin tezyin-süs ve sanatına aldanıp, bir an varmak istediği yere vardığını sanıp, sonra, aslında oranın da bir konaklama yeri olduğunu görünce, aradığının orada olmadığını anlayınca; o konaklama yerinde eğlenip kalmamak için “Ben nereye gidiyordum?’’ diyerek, yola çıkış maksadını hatırlamak gerekiyordu.
Şu murassa yapı, şu süs, sanat hepsi bizi burada biraz daha fazla tutabilmek için miydi? İnanmam. Bizi mi tutacaktı? Biz başka şeylere tutulmuştuk zaten. Tutulduğumuz mu, biz ona yaklaştıkça, o uzaklaşarak “Gel.” diyordu. “Daha gel.’’ Sonra “Aradığının, ben olmadığını anladın.’’ diyerek kayboluyor, bizi başka şeylerin peşine düşürüyordu. Her biri, kendinden bir sonrakinin peşine düşürüyordu. “Daha gel’’ diyorlardı. Ve biz, bu sefer başka birinin-başka bir şeyin ardında buluyorduk kendimizi.
Yol tamamlanmıyordu, biz tamamlanmıyorduk. Belki de biz tamamlanmadığımız için yol tamamlanmıyordu. Yani, tam olmak diye bir şey yoktu. Hep olmak vardı, ya da ölmek. Yol ülfet olmasın diye de “Ben nereye gidiyordum?’’ sorusunu içimizde canlı tutmak.
Öyle ya, yersizlik âleminde yer bulmak kolay mıydı? Ya yokluk olan kendinle bu yolculuğu yapmak?
Senin ve benim rengimizi alıp akan bu zaman nehrine bak. Suya bıraktıklarımıza bak. Suyun alıp götürdüklerine bak. Nehrin uzaklaşan şarkısını duy, uzaklaşırken söylediklerini… Duymak için durma! Durma, yürü git sen de.
O zaman, bu uzaklaşan sesi daha iyi duyacaksın.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Halep Karası Tadında / Ali Yaşar Bolat
Yoğurt Mayası / Ayla Aydemir
Dünyamızın Dayanılmaz Cazibesi / Engin Elman
Rauf / Fatih Korkmaz
Durma, Yürü Git / Ay Vakti
Tümünü Göster