Hissettiğim Mana Şu ki

Şu basamakta hissedilen mana ne olabilirdi? Hangi basamakta mı? Ayağınızı attığınız basamakta. Ya hangi hissedilen mana mı? Şimdi hissettiğiniz diyeceğim ama belki de daha bir mana zuhur etmemiş. Gözlerinizin, ruhunuzun, aklınızın, kalbinizin taalluk ettiği şeylere bakın öyleyse, iyice bakın. Bir hissi manalandırabilmek için o akışa (o hisse) kapılmak, o akışla beraber akmakla hasıl olur. Yoksa, mananın isimlendirilecek kadar vücut bulması bizim için söz konusu olamaz. Yarı yolda bıraktıklarımız da bizi yarı yolda bırakmıştır. Kısmen bildiğimiz ve ya bulduğumuz şey kısmen bizimdir. Tam da bir yanı aydınlıkken bir yanı karanlıklar içinde kalan dünya. Öyleyse gündüzü de geceyi de yaşamalıyız ki bir günü yaşadım diyebilelim.
O hissin demek istediği ne bize, bizim onunla anlatmak istediğimiz ne? Onu bile tam bilmiyoruz. Ne anlatıyoruz öyleyse, neden anlatıyoruz? Sahi neden anlatıyoruz? Bir hissi bir vehmi çoğaltmak ister gibi… Suya atılan taşın oluşturduğu halkaların, göle yağan yağmur damlalarının oluşturduğu halkaların ve yarım daire gökkuşağının bir diyeceği- duyuracağı varmış da bize duyuramamış ve biz de duymak için zaman kollar ve bekler olmuşuz. Her taş atıldıktan, her damla düştükten sonra beklemişiz, her renk doğarken ve silinirken beklemişiz, sabah perdenin aralarından sızan ışıkla beklemişiz, direkt geceden karanlıktan, aydan, yıldızdan beklediğimiz gibi kapalı perdeleriyle odamızdaki lambayla aydınlattığımız geceden de beklemişiz. Hafif örtülü olan, az aralık olan, gölgeli olan, naz olan, hüzünlü olan, kısaca sezgilerimizi devreye sokan her şeyden beklemişiz. O an, o gün, o sırada bir şey olacak da, o güne kadar çözemediğimiz bir sırrı çözecekmişiz gibi beklemişiz.  Neyi mi? Bak, işte onu bilmiyoruz. Bilmediğimizi mi bekliyoruz? Tam öyle de değil, biraz seziyoruz. Kimimiz bir gözyaşının sebebini çözecekmişiz gibi, kimimiz gözyaşının kendi sırrını çözecekmişiz gibi beklemişiz. Kimimiz bir gülüşün, kimimiz kolumuza düşen bir başın sırrını çözecekmişiz gibi beklemişiz. Bildiklerimizi beklediğimiz kadar sezdiklerimizi de bekliyoruz.
Yalnızca, iyice bildiklerimizin, emin olduklarımızın mı ağırlığı ve yaptırım gücü olurdu? Buradan anlıyoruz ki, hayır. Hislerimizin,  hatta netlik kazanamamış hislerimizin de ağırlığı vardı. Bazen hiç nedensizmiş gibi yaptıklarımızın altından böyle hisler çıkardı. ‘Ne oluyor bana’ deyip pek de o an için anlamlandırmadığımız fevri davranışlarımızın altından da.
O basamakları bir çıkışımız vardı hani, bir de inişimiz olacak. Mutlu, coşkun, mahcup, utangaç… İçimizden geleni ve biraz da pek yapmadıklarımızı yaptık ya, bu yüzden o haller.  Meleke haline getirdiklerimizin dışında bu yaptıklarımız. Bizden, bizim davranışımız ama bir tekrar değil bu, belki ilk. Zaruri değil, ihtiyaç değil, gerekli de değil… Fevri ve beklenmedik. Kimsenin değil belki yalnız kendimizin beklemediği. Yaptıktan sonra, aklımız başımıza gelince hani, yerini ve zamanını düşünerek ‘yeri ve zamanı mıydı’ diye sorgulayabiliriz kendimizi.
Hissettiğimizde, duyduğumuzda ertelememek… Zira, o anlık bir şey o, ertelenecek şey hiç değil. Peşine düşersek o an uzayabilir, artabilir, hatta önceden yaşadığımız bir olayla, bir zamanla, bir kişiyle, bir rüyayla, unutulmuş bir idealle, bir gaye ile, bir hayal ile irtibatlaşarak o hissin asıl sebebine ulaştırabilir. Kaseti geri sarıp yaşatabilir, ileri sarıp yaşatabilir.  Önümüzde önceki ve sonraki bizi hazır eder. Onlara baktığımızda da uzak ya da yakın kalışımıza göre mutlu veya mutsuz eder. Ama ikisi de istenilmeyecek gibi değildir. Yıllar önceki unuttuğumuza yeniden ulaştığımızda olur ya da sonrası için umutlarımızda olur. Bir gün hiçbirinin arasında olmayacağımıza da böyle varırız. Daha ötesine de böyle. Sonsuzlaşan ufuklarda kendimizi bulabilmemiz de böyle kolay olur.
Sahi şimdi şu basamakta hissettiğimiz neydi? Bırakmayalım peşini, doğmadan ölmesin, belirmeden silinmesin, aydınlanıncaya kadar takip edelim, gün yüzüne çıksın. ‘Hissettiğim mana şu ki’ diyebilelim ve o manayı yaşayabilelim. Şiir olarak, şarkı olarak, öykü olarak, seyir olarak, naz, niyaz, münacat, aşk olarak yaşayabilelim. Yaşar görünürken yaşamamazlık etmemek, yani yaşamak…
Şu bulunduğunuz basamak karanlık mı?
Bir gece yarısı uykunuzu bölün ve yatağınızdan kalkın ya perdeyi açın ya da ışığı yakın.
Unutmayın “ışık doğudan gelir”.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -72/1... / Şiraze
Hissettiğim Mana Şu ki / Ay Vakti
Güzel Irmak / A.Vahap Akbaş
Şair ve Irmak / A.Vahap Akbaş
Çağdaş Bir Gül Yorumcusu / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster