A.Vahap Akbaş, son çeyrek asır Türk edebiyatına çok değerli eserler kazandırmış, ‘nev-i şahsına münhasır’ bir kalemdir. Yazdıklarını değerli kılan ise, bütün metinlerinde ve eserlerinde, sahihliği, samimiyeti ve bu topraklara bağlılığı/yerliliği alabildiğine yansıtabilme başarısını göstermesidir.
Batman doğumlu (1954) olan Akbaş, doğduğu topraklarda liseyi bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiş, edebiyat fakültesinde eğitim görmüş, öğrencilik yıllarında (1970’ler) birçok kültür-sanat ve fikir cemiyetinin içinde bulunmuş, ülkenin kaos günlerinin tanığı olmuştur.
Memuriyet hayatının savurduğu Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde 1977’den itibaren farklı dönemlerde öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuş ancak, İstanbul’la, edebiyat çevreleriyle dostluğunu hiçbir zaman kesmemiştir.
Şair ve denemeci kimliğiyle daha çok tanınmıştır. A. Vahap Akbaş, 1978’de Hisar dergisinde öykü (Ey Çerh-i Sitem) ile başlayan yazma serüvenini bugüne kadar şiir, deneme, roman, biyografi, inceleme, sadeleştirme, hikaye, fabl ve antoloji yazarlığı gibi edebiyatın farklı alanlarına yayarak yetkinleştirmiş ve bu konuda onlarca esere imza atmıştır.
Türk Edebiyatı, Mavera, İslâmî Edebiyat, Kandil Çocuk, Gül Çocuk, Selâm, Düş Çınarı, Yağmur, Umran, Külliye, Berceste, Gonca, Yeni Devir, Türkiye gibi dergi ve gazetelerde kaleme aldığı yazılarıyla hem edebiyat, hem de süreli yayınlarda adı gündemde kalmıştır. Akbaş’ın 15 sayı yayımladığı “Nisan Bulutu” (1993–1994) isimli dergi de edebiyat tarihindeki yerini almıştır.
Bu yazının çerçevesi, şair olarak ünsiyeti geniş kitlelere yayılmış olan A. Vahap Akbaş’ın roman(lar)ıyla sınırlı tutulacaktır. Dolayısıyla, çok uzun bir ‘roman’ yolculuğu olmayan yazarın yayımlanmış kitaplarına değinilecek ve yine Akbaş’ın kendi cümleleriyle “romana bakışı” sunulmaya çalışılacaktır.
Edebiyat yolculuğunun henüz başında kaleme aldığı “Alevler ve Güller” ile 1984’te “Sedat Yenigün Roman Ödülü”nde ikincilik kazanan (jürisinde Mustafa Kutlu, Mustafa Miyasoğlu ve Beşir Ayvazoğlu gibi isimlerin de yer aldığı yarışma jürisi 47 roman arasından birinciliğe değer eser bulamamıştır) Akbaş, o yıllarda ‘edebi roman’a sıcak bakmayan inançlı çevrelerin dikkatini üzerine çekmiştir.
Daha çok ‘hidayet romanları’nın –yazar ve eser isimlerini vermeye gerek yok- yayımlandığı, geniş kitlelere ulaştığı ve neredeyse bir piyasasının oluştuğu 1980’lerde, ayağı bu topraklara basan, bizim meselelerimizi işleyen, teknik ve estetik olarak da bir değer ifade eden “Alevler ve Güller”, “sağdan roman çıkmaz” diyen –ki bu isimler sağdan şiir çıkmayacağını da iddia eden çevrelerdir- ve ideolojik olarak toplumun solunda yer alan erbab-ı kalemin de ilgi alanına girmiştir.
A.Vahap Akbaş, 1970’li yılların sisli-puslu yıllarını anlattığı “Alevler ve Güller” hakkında, Dünya Bizim adlı sanal edebiyat sitesine verdiği röportajda şunları söylüyor:
“O dönemde inançlı çevrelerin, edebî romanla aralarının pek iyi olduğu söylenemez. Sol, kendini edebiyatla, özellikle romanla ifade etmenin önemini kavramış ve bu yolda epey mesafe almışken, onların karşısında duranlar bunu hafife almış, ihmal etmişlerdi. Okuyucu, edebi değeri tartışılan ‘hidayet romanları’na rağbet ediyordu daha çok. Bu, belki de kendilerine bunlar sunulduğu için böyle oldu. Romanı ciddiye alan yazarların sayısı, bahis konusu çevrede bir elin parmaklarını geçmiyordu. Bu nedenle, en başta edebî kriterleri ihmal etmemek gerektiğine inanmıştım. Bu arada ‘yerli roman’ konusunu gündeme getiren arkadaşlar vardı. Yazacağım romanın böyle bir özelliğinin olmasını da önemsemiştim. İlk romanımda bildiğim mekanların, ortamların başarısızlık riskini azaltacağına da inanıyordum.”
Roman, bir üniversiteli öğrencinin gözünden ülkenin kabus dolu günlerini anlatması bakımından önemlidir. Bu kaosun üniversite gençliği üzerindeki etkisini psikolojik, arka plan ve aşk üzerinde kuran yazar, küçük kasabalardan büyük kentlere eğitim için gelen gençleri bekleyen tehlikeleri, riskli gibi görünse de ‘benöyküsel’ bir anlatımla okurlara sunar.
Romanı, umutsuz ve karamsar bulanlara Akbaş’ın cevabı nettir:
“Yetmişli yıllar kabus gibiydi (…) Yine bu yıllar topluma umutsuzluk ve karamsarlığın bir karabasan gibi çöktüğü yıllardır. Buna rağmen roman kahramanın umutsuzluğu, karamsarlığı bir kişilik unsuru olarak taşıdığını söylemek haksızlık olur. Umutsuzluktan çok, kişisel sorunların ve toplum olaylarının yükü altında ezilmişlik var. Bundan kurtulmak için fikir temrinleri… Ve tabiî entelektüel kaygılar… Kahraman fikri geri plana atan bir militan olsa belki durum farklı olurdu. Hamasiyat tuzağına düşmek ve sahihliği zedelemek istemiyordum.”
Beyoğlu ve taşranın karşılaştırıldığı, bu iki coğrafi konumun roman kahramanları Melike ve Cansız’ın kişiliğinde ete kemiğe büründüğü eserin en önemli özelliği ise, Ermeni sorununa sık sık temas etmesidir. Büyükelçiliklere baskınların yapıldığı, ateşelerin ve diplomatların Ermeni ASALA militanlarınca katledildiği o yıllarda bu konuya girmiş olmak, tarihe de bir kayıt düşmekti. O yıllarda sahipleri Ermeni olan bir şirkette çalışmış olan Akbaş’ın edindiği izlenimler de romanı zenginleştirmiştir.
Edebiyatın değişik türlerinde eser vermek, genel olarak yazarlara bir “parçalanmışlık” hissi yaşatır. Akbaş da bunun farkındadır, o yüzden romanı yazarlık serüveninin ilk sırasına yerleştirmez.
1982’de “Efgan” adlı şiir kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nden ‘yılın şairi’, 1987’de ise “Kuş Olsun Yüreğim” ile Türkiye Milli Kültür Vakfı – Gökyüzü Yayınları Çocuk Şiirleri Yarışması’nda üçüncülük ödüllerini alması şiire yoğunlaşmasını sağlamıştır.
“Alevler ve Güller”, bir dönem romanı ve ilk kitaptır. Edebi teknik ve estetik açıdan da başarılı bir çalışmadır. Sonsuzluk kütüphanesinde yerini alacaktır.
Yazarın çocuklar için kaleme aldığı, yıllar sonra öz kızına kavuşacak bir babanın heyecanını anlattığı “Gülün Aklı” (1989) ile uzun yaz tatilinde ‘iyilik biriktiren’ çocukları işlediği “Tatil Rüyası” (2008) isimli iki romanı daha vardır. Bu romanları, “Alevler ve Güller”le karşılaştırmamak gerekir.
A.Vahap Akbaş, yorulmadan okunacak, okurken keyif alınacak metinlerin yazarı. Arı bir dil ve sade bir anlatımı tercih eden yazar, tıpkı “Girdiğim bütün savaşları kazandım sevginle/ önüme çıkan harami dağları aştım sevginle” dizelerinde olduğu gibi, metinlerini sevgiyle örmeyi tercih ediyor. Bunu da başarıyla yapıyor.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -72/1... / ŞirazeHissettiğim Mana Şu ki / Ay Vakti
Güzel Irmak / A.Vahap Akbaş
Şair ve Irmak / A.Vahap Akbaş
Çağdaş Bir Gül Yorumcusu / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…