Arakan’da Müslüman Olmak

İçimdeki her şey yıkıldı.
Oturduğum ev yıkıldı.
Hayat, çivileri paslanmış, çürümüş ahşap bir ev gibi çatırdayarak düşüyor üstüme.
Kalk gidelim buralardan!
Sanki, ölüm ardımızdan gelmeyecek gibi.
Olsun, belki bir nefeslik ömrümüz daha olur ya! İşte, ondan gidelim! Umudu bir çıra gibi cayır cayır yakılı tutmak için gidelim.
Yoksa neyimiz kaldı ki hayatta?
Bak işte, topu topu üç kişiyiz.
Saymalı mıyız karnımdakini? Yoksa, toprağa verilecekler listesine mi koymalıyız adını?
Yok yok, böyle şeyler konuşup da karartma içimi.
Hadi bakalım, bir “Bismillah” de, hayırla başla, hayır söyle, hayır olsun.
Tut ellerimi, tutuştur umudumu yavrucağız.
Ahşap, çürümüş tekneler var, kaderimiz gibi sallanır durur denizlerde. Artık onlar nereye götürürse oraya gideriz.
Ne çok yağmur yağıyor.
Günahlarımızı yıkar gibi.
Saçlarımızdan damlayan sular eşliğinde eski bir tekneye doluşuyoruz birer birer.
Yakılan evlerimizin küllerinden başka neyimiz kaldı ki geride?
Yanmış, çürümüş et kokusu genzimizi yakıyor.
Boğazlanan, asılan çocuklar yüreğimizde kor bir alev olmuş, usul usul yakıyor bedenimizi.
İşte, biz tam yüz otuz altı kişi kor olmuş bir yürekle,- bedenlerden, evlerden ve tarlalardan yükselen duman göğü kaplarken- umuda yolculukta tek beden olmuş,  vatanımız Arakan’dan Bangladeş’e doğru yola çıkıyoruz.
                                                     *****
Annemin kurumuş memesini, bir damla süt gelir umuduyla emip durmaktayım. Biliyorum ki, o da benim gibi günlerdir aç. Ağlamak nereye kadar… Çaresizlikten sustum. Korkudan tir tir titreyen annemi bir de ben telaşa sokmayım.
Daha küçücüğüm diye hiçbir şey anlamadığımı sanıyorlar. Oysa, ben bu köhne teknede, bunca insan tıkış pıkış, neyden kaçtığımızı biliyorum.
Köyümüzü ateşe verdi Budist çeteleri. Önlerine geleni yaktılar, yıktılar. Evler, tarlalar, insanlar… Babam, kaç cana yuva olmuş o küçücük kulübemizi korumaya çalışırken kafasından yediği tek kurşunla can verdi. Bir alev topu, yıllarca yuva bildiğimiz evi tutuşturmaya yetti. İki ablam, o cılız bedenlerini yanan alevlerin altından kurtaramadılar. Abimi incecik boynundan astıklarında ben ordaydım,  insanları çırılçıplak soyup öldürdüklerinde, bedenler lime lime edildiğinde, alevler yeri göğü kaplayıp göz gözü görmez olduğunda ben ordaydım.
Bedenim ve yüreğim küçücük olsa da, acıyı kocaman hissediyorum.
                                               *****
Midem bulanıyor.
Deniz öfkesini iyice artırdı.
Teknemiz sağa sola yalpaladıkça birbirimizle daha çok kardeş oluyoruz.
Korkularımız örtüyor bedenlerimizin üzerini.
Annem kucağındaki minik kardeşime daha bir sokulmuş, öyle ki tek beden olmuşlar adeta. Henüz dokuz yaşında olsam da evin erkeği benim artık, bir çocuk gibi düşünmeyi, hissetmeyi bırakalı çok oldu. Şimdi anneme ve kardeşime sahip çıkmalıyım. Korkmamalıyım. -Korktuğumu belli etmemeliyim.- Onların bütün sorumluluğu benim üzerimde. Bangladeş’e vardığımızda bir iş bulup çalışmalıyım.
Sahi ulaşabilecek miyiz Bangladeş’e? Ya yakalanırsak, ya bizi geri çevirirlerse… Köyümüze geri dönmektense balıklara yem olmayı tercih ederim.
Ah canım köyüm benim! Ah, Ohn Tawn Gyi!.. Çamurlu sokaklarının kokusuna doyamadığım…
Biz kimiz, neyiz? Sokağa atılmış bir kedi yavrusu gibi sahipsiz…
Myanmar hükümeti biz Rohingyalı Müslümanları Bangladeşli olduğumuzu iddia ederek vatandaşlığa almıyor; evlerimizi, insanlarımızı yakarak yok etmeye çalışıyor. Tek suçumuz Müslüman olmak mı?  Peki ya, Bangladeşliler bize niye kapılarını açmıyor, ensarlık yapmıyor? Dünyanın dört bir köşesindeki Müslümanlar niye bize sahip çıkmıyor?
Gecenin karanlığında Bengal Körfezi’nin sularında ilerliyoruz. Dalgaların yaktığı ağıttan öte ses çıkmıyor. Köyüm, vatanım çok gerilerde kaldı.  Kuleleri altınla kaplı Svedagon Tapınağı hala geceyi aydınlatıyor. Tuhaftır ki, tapınakları tonlarca altın  kaplı bu ülkede pek çok insan açlıktan uyuyamıyor!
İçimizde kocaman olmuş çığlıklar, acılar, ağıtlar… Dilimiz suskun… Ölümün kucağında, ölümden kaçıyoruz.
                                                         *****
Yağmur tükendi.
Umutlar da tükendi mi?
Kulaklarımda hırçın dalgaların sesinden başka hiçbir şey yok.
Korkuyorum.
Bir yanda Myanmar, bir yanda Bangladeş. İki ülkenin ortasında kalmış, ezilmiş, sahipsiz bir insanlık! Ne Myanmarlıyız, Ne Bangladeşli! Acının, gözyaşının çocukları sadece…
Çatırdayan, yalpalayan eski bir teknenin içinde ölüme koşuyoruz. Sular yükseldikçe yükseliyor. Yaşlı teknemizin dayanacak takati kalmadı.
Çığlık çığlık insanlık…
Sizin sesiniz çıkmazken biz çığlık çığlık…
Göğsüme dişlerini sıkıca kenetlemiş kızım,  yanımda tırnaklarını etime iyice batırmış ağlamamak için çırpınan oğlum… Karnımda hiç göremeyeceğim bebeğimin işte son tekmesi. Belki de “Hoşça kal anne!” demesi.
Sırtında taşıdığı onca yüke dayanamıyor teknemiz, birden tepetaklak oluyor. Kaderimiz gibi, teknemiz de gömülüyor sulara.
Umuda yolculuğumuz tepetaklak…
Şehadet sesleri birbirine karışıyor.
Bengal Körfezi’nde sadece balıklar mı olur sanırsınız? Bilmem daha kaç tekne gibi sessizce dalgaların arasında kayboluyoruz. Bilmem, daha kaç Arakanlı Müslüman gibi denizi mezar eyliyoruz.
Dalgalar yutuyor çığlıklarımızı birer birer. Ciğerlerimiz suyla dolmuş.
Hadi biz susuyoruz.
Ya sizler niye susuyorsunuz?

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -72/1... / Şiraze
Hissettiğim Mana Şu ki / Ay Vakti
Güzel Irmak / A.Vahap Akbaş
Şair ve Irmak / A.Vahap Akbaş
Çağdaş Bir Gül Yorumcusu / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster