Mehmet Akif İnan, niceliksel açıdan az sayıda şiir yazmıştır. Tüm şiirlerini Hicret ve Tenha Sözler isimli küçük, iki kitapta toplamıştır.
Bazı şiirlerin, her iki kitapta yer aldığını görüyoruz. Bunların bazısında az sayıda sözcük değişmeleri yer alıyor.
Burada, üzüntü verici bir noktayı belirtmeden geçmeye içim el vermiyor. Eğitim-Bir-Sen, Mehmet Akif İnan’ın kurulmasına önayak olduğu bir sendikadır. Vefatından sonra şairin eserlerini yayınlayarak kurucusuna vefa göstermiştir. Ancak, bu yazıyı yazarken bizim de esas aldığımız bu yayınlardaki özensizlik, sendikanın bu vefa jestini gölgelemiştir. Eğitim- Bir-Sen’den, büyük bir kültür ve sanat adamı olan, sendikalarının kurucusu Mehmet Akif İnan’ın eserlerine daha ciddi bir editoryal özen bekleme hakkımız vardı.
Bir şairi anlamaya çalışmak, her dediğini bulmaca gibi çözmek, hem imkânsız, hem de yazdıklarından, yani şiirden, anlamın aktığı mecraya ters bir işlev beklemek sonucunu doğurur ki, bu da arabaya, at yerine balığı koşmak gibi tuhaf bir sonuca götürür bizi. Bunun yerine şiir eleştirmenleri, biraz da kestirmeden gitmişler ve ‘şiirden, okuyucu ne anlıyorsa, anlam da odur’ demişlerdir.
Dediğimiz gibi bu anlamda biz de anlam dedektifliğini gereksiz bulduğumuzdan, böyle bir işe girmeyeceğiz. Ama şunun da altını çizmeden olmaz: Bir şairin şiirlerini yazdığı zamana kadar, geçirdiği somut ve soyut süreci bilmek, şairle aramızdaki ortak paydaların daha fazla netleşmesine; dolayısıyla bizi etkileyen dizelerle daha fazla hemhal olmamıza yol açacağından, önemlidir. Bu yüzden şairin, şiirlerindeki imgelere bakmak, imgelerin tekabül ettiği hayat ve dünya görüşü hakkında bir fikir edinmemizi sağlar. Dünya görüşü tabiriyle sadece siyasal tercihleri kastetmediğimizi söylememiz gerekiyor; siyasal duruşla beraber, insanı, dünyayı ve evreni algılayış biçimidir vurgulamak istediğimiz. Bütüncül bir algı sistematiğinden söz ediyoruz.
Mehmet Akif İnan’ın şiirlerinde kadın (anne, sevgili), aile, baba ve mürşit (şeyh) imgeleri başat konumdadır. Bu imgeleri besleyen ve anlamlandıran ana kaynak ise din’dir. İslam ve İslam’ın hinterlandı diyebileceğimiz tasavvufun çerçevelediği bir medeniyetten bakar bu kavramlara.
Burada bir parantez açarak bir belirlemede bulunmamız gerekiyor: Mehmet Akif İnan’da anne, sevgili ve mürşit imgelerinin zaman zaman iç içe geçtiği görülür. Bazen aynı algı penceresinden bakar bu üç imgeye. Tasavvuf denen ‘ruh terbiyesi’ geleneğini bilenlerin yadırgayacağı, yabancı bulacağı bir durum değildir.
Mehmet Akif İnan ‘Yitik Cennet’in şairidir. Yitik Cennet’ini ararken öfkelenir, mücadele verir, kavga eder, sever, âşık olur, hüzünlenir, ümitsizleşir… Ama bana göre, son tahlilde şairin hayatı, ‘Yitik Cennet’i arayışın öyküsüdür; bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan…
‘Yitik Cennet’, kaybolmuş, muâmelattan kalkmış; ya da realize edilmesi imkânsız bir ütopya olarak anlaşılmasın. Geçmişimiz bu ‘yitik cennet’te yaşandı yani vuku buldu. Hala bu cennetten köşe bucaklar var hayatımızda. Şairin Yitik Cennet’i soyut, muhayyel bir şey değildir yani. Ama ‘çürüyen apartmanları birden, sazdan bir yapıya’ dönüşebilecek, ‘doğayı çarpıtan’ bir anlayışla ‘konumlanmış’ büyük şehirlerde izleri yoktur bu cennetin, ‘babasının gölgesinin, şairi hala koruduğu güzel, eski şehirde’ berhayattır Yitik Cennet.
Daha da somutlandırırsak, Yitik Cennet, uygarlığımızın karşılığıdır Mehmet Akif İnan’da.
Uygarlık konusunun tartışmaya açık olduğu kesin. Kime ait bir uygarlıktır sözünü ettiğimiz? Belli bir ırkın, bir etnik topluluğun kurduğu bir yapı mıdır?
Bize göre Mehmet Akif İnan’daki uygarlık kavramını bir ulusla sınırlama; bir ırka mal etme çabaları zorlama bir ameliyedir. Hele Mehmet Akif İnan üzerinden milliyetçilik yapmak, şairi anlamamış olmakla eş anlamlıdır.
Bugünlerde bir televizyon dizisi üzerinden tekrar alevlenen tartışmalarda, bazı kesimlerin Osmanlı olgusunu hatasız gösterme gayretlerini hep beraber görüyoruz. Yıllar öncesinden şairimiz:
Saraylar yalılar köşkler kubbeler
Zindanlar kuleler surlar kaleler
Güzeller gazeller sazlar handeler
İnci diş mercan dil gümüş sineler
……….
Görkemin gururun simgesiydiler
Habercisiydiler bir çözülüşün
der.
Türkçe yazar şiirlerini, sever de şiirlerini yazdığı dili:
Ülke coğrafyası bir dilim vardı
Yunusun Galibin soylu gergefi
der, ama Yitik Cennet’inin, bir dili aşan büyüklükte bir manayı mündemiç olduğunu da haykırır:
Türkümüz dünyayı kardeş bilendir
Gökleri insanın ortak tarlası
Mehmet Akif İnan’ın davasını güttüğü uygarlık, kaynağını İslam’dan almış, kendine özgü bir edebiyat, duygu iklimi, karakter ve hayat kurabilmiş bir kavramdır.
Söz, bu uygarlığın lügatinde sadece manayı ihtiva eder; gereksiz, boş, salt söylenmek için söylenen bir şey değildir. Mana o kadar birincildir ki, ‘hal’ çoğu zaman ‘söz’e gerek bırakmayabilir:
İçimin göğüne ağsam diyorum
Yoruldum kelime hamallığından
…………
Susarak anlattın bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak
……..
En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince
………
Bir sözdür susuşun bir ince fikir
Bin yorum getirir aklıma birden
Söz, bu çerçevede işlevsel kılınınca, şairin sadece iki minik kitap kadar şiir yazması da anlaşılır bir durumdur.
Aşk, bu uygarlığın çerçevelemiş olduğu formattadır. Sevgiliye duyulan hisler, bu uygarlığın imbiğinden süzülmüştür. Kadın, erkek, anne, baba, aile… Bu kavramların hepsi buna göre vücut bulmuştur. Sevgiliden söz ederken:
Bir kutsal emanet gibi sır gibi
Ve bir ayıp gibi saklarım seni
der. Aşk mahremidir insanın, yeni deyimle ‘özeli’, kimsenin buna vakıf olması istenmez. Yakın zamanlarda kaybettiğimiz merhum Neşet Ertaş ustanın dilinde, bu; Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yol gizli gizli
şeklini alır. Azizdir sevgili, dokunulsa kırılacak nazeninliktedir. Sevgiliyi anlatan dizelerin sözcükleri, neredeyse korkarak, özenle seçilmiştir:
Hangi şarkılar öptü sesini
Uyuyup kaldı dudaklarında
…………..
Şefkatten terlikler sergilenmeli
Bir çocuk yanağı ayaklarında
Aşk, hayatın dayattığı tüm zorluklara, tüm engellere rağmen, başka bir seçeneğin söz konusu olamayacağı, bir başkasının dâhil edilemeyeceği bir durumdur. O kadar ki:
Saçların en derin bir gökyüzüdür
Varamaz ellerin merdivenleri
Çünkü sevgili her halükarda annedir, ailenin temelidir. O yüzden ‘kutsal bir emanet gibi, sır gibi ve bir ayıp gibi saklanır’.
Bir sırdır evler içinde anneler
Çocuklar başında bir yeşil çelenk
Sevgili, ait olduğu yerde konumlanmıştır, evde, anne olarak; başında yeşil bir çelenk gibi taşıdığı çocuklarıyla.
Ve baba vardır tabii… Hayata karşı donanımı, duruşu muhteşemdir:
Soyumu yüklendim bu çağ içinde
Urfa bir dağ, gönlüm bir ağ içinde
…………
Istırap var oluş şartımız bizim
Esef etme yazım karaymış diye
……….
Kim demiş her şeyin bitişi ölüm
Destanlar yayılır mezarımızdan
Yaşadığı çağın soran, sorgulayan, itiraz eden tanığıdır; donanımı öncesiz ve buna bağlı olarak sonrasız değildir, sağlam temeller üstüne yükselir:
Ülkemin çığlığı her saat zili
Nerde orta doğu savaş nerdeydi
……..
O tepe baş tepe yabancıların
Onlarca aldatış utkudur taktır
………
Kanımın nehriyle cetvellediğim
Bu toprak söyleyin neden çoraktır
Çocuklarının annesi için hala en kutsal barınaktır baba. Sevgiliye, sevgiliyken duyulan hislerde değişme ve eksilme olmamıştır. Babasına yazdığı şiirde, aslında anlattığı kendisidir demek yanıltıcıdır. Mehmet Akif İnan’ın Yitik Cennet’inde, o uygarlıkta babalar hep öyledir ki…
Bir destan büyüttü namustan aşktan
Midenin harama düşmanlığından
Mehmet Akif İnan’ın şiirlerindeki imgeleri, kavramları besleyen ana damar İslam’dır demiştik. İslam, didaktik tarzda değil, tasavvufi imgelerle kendini gösterir İnan’ın şiirlerinde. En çarpıcı figür ‘mürşit’tir çoğunca.
Dikenler çalılar güle dönüşür
Bir bengisu yayar nazarlarınız
İnan, Mürşid’ine o kadar yoğun duygularla bağlıdır ki, bazen bu duyguların muhatabının anne, bazen de sevgili olabileceği gibi bir ikilemde kalırız.
Bir yetim çocuktur günlerim gülüm
Seslerim kırıktır yatağım zindan
Ne olursun tez elden beni de çağır
Al götür yanına sevdiğim aman
Bu yazıda sözünü ettiğimiz imgelerin yoğun olarak işlendiği, Mehmet Akif İnan’ın ‘Yitik Cennet’ini bariz olarak soluduğumuz beş şiirine yer vereceğiz.
Bu şiirleri, yazının başında belirttiğimiz çerçevede biraz daha kendimizce anlaşılır kılmaya çalışacağız.
Mektup1
Hangi denizler içti gölgeni
Hangi göklerin kucaklarında
Hangi şarkılar öptü sesini
Uyuyup kaldı dudaklarında
Hangi hayaller sardı ufkunu
Hangi günlerin şafaklarında
Hangi hülyanın konuğu oldun
Hangi çiçeğin yapraklarında
Hangi rüyalar kaçırdı seni
Hangi rüzgârdı ayaklarında
Şiirde geçen sözcüklerin (deniz, gökyüzü, şarkı, hayal, hülya, çiçek, yaprak, rüya, rüzgâr) hemen hepsinin sevgiliyi işaret eden sözcükler olması, çok hayali diyebileceğimiz bir varlığı anlattığını düşündürüyor bize. İlk anda buradaki sevgili objesinin, divan şiirindeki ‘canan’la benzerliği gelebilir aklımıza, ama şairin bu konudaki düşüncelerini, bu şiirle sınırlı saymak yanıltır bizi. Mehmet Akif İnan’da kadın burada durmaz; o ‘başında yeşil bir çelenk gibi taşıdığı çocuklarıyla’, göklerdeki, gerçeklikten kopuk yerini bırakır ve realiteye döner sonunda. Elle tutulabilecek bir düzlemde yerini alır.
Arzıhal2
Sen öte bahçede açalı gülüm
Bütün bülbülleri yandı içimin
Dağıldı eczası sesin ahengin
Güzelin lezzetin rengin biçimin
Öpüp kokladığım ellerin gülüm
Hayat ırmağıydı fidanlarıma
Açardı yolumu anahtar sesin
Gözlerin güneşti zamanlarıma
Bir yetim çocuktur günlerim gülüm
Seslerim kırıktır yatağım zindan
Ne olursun tez elden beni de çağır
Al götür yanına sevdiğim aman
Bu şiirde anlatılan kimdir?
Vefat etmiş anne midir, sevgili midir, yoksa şairin aile üyelerinden bir kısmının söylediği gibi, şeyhi midir?
Bu üç imgenin İnan’ın şiirlerinde yer yer iç içe geçtiğini söylemiştik. Tasavvuf literatürüne vakıf olanlarca taşıdıkları mana itibariyle, çok da fark etmez kim olduğu, bu şiirin objesinin… Bazı şiir eleştirmenlerinin bu konudaki yargısı malum: Kim ne anlam yüklemişse, o’dur şiirde anlatılan.
Ben bu şiirin tamamını okuyup bitirdikten sonra, geride anne imgesinden başka bir şey kalmıyor aklımda. Bu dünyadan göçmüş, ‘öte bahçede açmış’ anneye, geride, ‘eczası dağılmış’, ‘annesinin yanına ‘tez elden’ gitmek isteyen çocuğun duyduğu hasret var bu şiirde.
Büyük aile diye tabir edilen yapıda babaannenin işlevlerinden biri de, torunlara, yani ‘fidanlara hayat ırmağı’ olmalarıdır, tecrübelerini yeni kuşağa aktarmalarıdır.
Şiiri okuyup bitirdikten sonra, eminim çoğumuzun gönlüne, yıllar önce dualarla, hatimlerle, gözyaşlarıyla ‘öte tarafa’ yolcu ettiğimiz o kutsal varlık, ellerini öpüp kokladığımız annemiz düşüyor.
Babamın Gazeli3
Yeni aya karşı dua ederdi
Ağlardı kesilen zeytin dalına
Ağlardı evliya kıssalarına
Saksıda taşırdı kışın baharı
Korkuyu sevinci yayan gözleri
Kitaba gözlüktü derin gözleri
Anamın en kutsal barınağıydı
Eski alfabeyi candan severdi
Toprağa dosttu ölüme hazır
Taşırdı soyunu gövdesi gibi
Bir destan büyüttü namustan aşktan
Midenin harama düşmanlığından
Şairin, bu şiirde babasını anlattığı tartışmasız. Mehmet Akif İnan’ın davasını güttüğü medeniyet kavramı çerçevesinde, baba figürünün, seven, kavga eden, sorgulayan şairle uyum sağlayamayan bir yanı var mıdır? Ya da ‘şair’le ‘baba’yı iki ayrı kuşağın simgesi sayarsak, bu iki tipin arasında bir kuşaklar arası çatışmanın yaşanabilme olasılığı var mıdır?
Bizce böyle bir çatışma, ihtimal dâhilinde değildir. Çünkü babanın vücut bulmasını sağlayan öğreti, şairde berdevamdır. Aynı algı sistemi baba’dan oğul’a devam etmektedir.
Şairin sevgiliye duyduğu hisler, daha olgunlaşmış vaziyette devam ettiği için, anne’ye hala en kutsal sığınaktır baba. Belki şaire göre daha nahifleşmiştir. ‘Yeni aya karşı dua eden’, ‘kesilen zeytin dalına ağlayan’, ‘toprağa dost’ ve ‘ölüme hazır’. Evet, ölüme hazır…
Gövdesini, soyu gibi yeryüzünde taşıdıktan sonra, inançları doğrultusunda yaşanmış bir ömrü sonunda hesabını veremeyeceği bir şey yoktur, yaşarken bütün vakitleri O’na ayarlı geçmiştir.
Bütün vakitlerim sana ayarlı
İste hesabını rüyalarımın
der.
Siz4
Dikenler çalılar güle dönüşür
Bir bengisu yayar nazarlarınız
Güzeller varisi olduğunuzdan
Kokular korosu gülzarlarınız
İlham yağmurları sözlerinizdir
Gök sofrası serer pazarlarınız
Gönlüme özgürlük muştusu gelir
İnanç diriltici kararlarınız
Bir tufan dehşeti salar kalplere
Arslan kükremesi azarlarınız
Mehmet Akif İnan’ın bütün şiirlerinde tasavvufun, ana besleyici damar olarak yer aldığını söylersek yanlış düşünmüş olmayız. Şairde, İslam’ın ete kemiğe büründürdüğü; baktığı her şeye bir ışık gibi tutulan, gördüğü şeyi vuzuha kavuşturan, berraklaştıran bir büyüteç gibidir tasavvuf.
Ancak, şairin bu tasavvuf algısının çevremizde sık rastladığımız örneklerden farklı olduğunu hemen belirtmek gerekir. Sosyal hayattan kopuk, dünyada olup bitenden habersiz, tepkisiz, tarafsız, edilgen bir tasavvuf anlayışı değildir. Tam tersine olan biten her şeye duyarlı ve tepkili; duracağı tarafı iyi bilen, alabildiğine aydın ve deyim yerindeyse bilinç düzeyi oldukça yüksek, militan bir anlayıştır.
Mehmet Akif İnan’da; Müslüman toplumların aslına dönüşebilme çabası; yaşadığımız sorunlara çözüm aranırken, çözümü yine öz kaynaklarımızda bulabileceğimizi işaret eden, önemli bir zihinsel birikim vardır. Şimdiye kadar yapılmış mıdır, bilmiyorum, ama özellikle akademik çevrelerce ‘tasavvuf ve çağdaş insanın sorunları’ başlığı altında çalışmalar yapılırsa Mehmet Akif İnan’ın bıraktığı kültürel mirasın, içinde evrensel çapta bir ideolokya manzumesi taşıdığını göreceklerine inanıyoruz.
İşte literatürde bazen ‘şeyh’, bazen ‘mürşit’ olarak adlandırılan kurum, bir ruh terbiye sistemi olmasının yanında, somut hayatın tanziminde de insanlığın bugün artık ağırlaşmış, kangrenleşmiş sorunları için önemli çözümler ihtiva eden tasavvufun, bireye naklini gerçekleştirir.
Bu şiir, şairin ‘şeyh’ine taşıdığı duyguları yoğun olarak hissettirmesinin yanında, ‘şeyhlik’ kurumunun nasıl algılanması gerektiği hususunda da bir çerçeve vermektedir.
Elveda 5
Diyorum ki gider oldum giderim
Yağmur beni ağlar şimdiden sonra
Seni kuşatmayan bu özel sevda
Yalnız beni dağlar şimdiden sonra
Koşsam denizlere açsam bağrımı
Beni çekmez ağlar şimdiden sonra
Ey gölgem biricik haldaşım benim
Bizi bekler dağlar şimdiden sonra
Şiir denen, aslında büyülü bilinmezin, şiiriyet denen ince ve zarif zarın elle dokunulabilir yakınlığa getirildiği şiirlerindendir.
Şiire hâkim olan genel hava, adından da anlaşılacağı gibi ayrılığa hazırlıktır. Kimden ve neden ayrılık?
Yazıldığı tarihi bilmiyorum, ama vefatından kısa süre önce kaleme alınmış olabileceğini düşünüyorum. Ölümün artık yakınlarında dolandığını hissedişin şiiridir.
İnanan insan için, hayat, aslında anayurttan gurbete sürgün ediliş hikâyesidir. Bir gün herkes için hikâye noktalanacak, sürgün bitecek ve anayurda döneceğiz; asıl vatanımıza… Anayurda dönünce gurbette yapıp-yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz. ‘Yar elleridir’ inananlar için öte taraf. Başka bir şiirinde:
Bitirip şu kara kuru ekmeği
Göç etsem diyorum yar ellerine
der. Müminler için ölüm böyle bir algıysa, şiirdeki buruk havayı nasıl anlamamız gerekmektedir?
Şiirin genel havasında, ince bir sitemin de var olduğunu hissediyoruz. Kimedir bu sitem? Henüz ‘koşup denizlere bağrını tutma’ isteği duyacak kadar söyleyecekleri varken, bu ‘özel sevda’nın birilerini kuşatamadığını mı görmüştür? Sitemi, üzüntüsü bundan mıdır? Belki…
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum:
Şairin hayatına yakından tanık olanlar, şu sözün de şaşmazlığını görmüşlerdir: Şairin hayatı şiire dâhildir. Şiiriyle inançlarının, inançlarıyla hayatının bu kadar birbiriyle çelişkisiz, paralel ve birbirinin izdüşümü gibi yürüdüğünü gösteren çok fazla örnek yok bu vadide. Mehmet Akif İnan’ın şiiri, biyografisidir ve inancı, şiirinin poetikasıdır.
Yazının başlarında ‘Yitik Cennet’i arayışın şiiri demiştik. Yitik Cenneti ararken, şairin inlemelerini, fısıldamalarını, çığlıklarını, kükremelerini eserleri diye biliyoruz biz, şiir olarak okuyoruz.
1 Tenha Sözler, Eğitim-Bir-Sen Yay., Ocak 2006, s. 21.
2 Tenha Sözler, s. 39.
3 Hicret, Eğitim-Bir-Sen Yay., Ocak 2006, s. 58.
4 Tenha Sözler, s. 32.
5 Tenha Sözler, s.50.