Esir-i Derd-i Aşkım Yâ Resûlallah

Vasıf, sıfat, özellik gibi anlamlara gelen na’t kelimesi edebî bir terim olarak kullanıldığında Hz. Peygamberi ve bazı din büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlere verilen bir isim olmuştur. Edebiyatımızda Hz. Peygamber dışında dört halifeyi övgü için yazılan na’tlar da bulunmaktadır.
Divan ve mesnevilerin başında tevhid ve münâcât konulu şiirlerden sonra yer alırlar. Bir şair söz konusu kitaplarda mutlaka en az bir tane na’t türünde şiire yer verir.
Hz. Peygamber’i övgü kastıyla yazılan şiirler Arap edebiyatında medih veya medâyihü’n-nebeviyye, İran edebiyatında ise sitayiş adıyla anılır.
Na‘tların çoğu manzum olmakla beraber, mensûr olarak yazılan na‘tlar da vardır.
Manzum na‘tlar, hemen bütün nazım şekilleri kullanılmakla beraber, daha çok kasîde ve gazel nazım şekliyde yazılmışlardır.
İlk na‘t örnekleri Arap edebiyatında görülmüştür. Ka’b b. Züheyr’in kaleme aldığı “Kasîde-i Bür’e” bu türün ilk örneklerindendir.
Na‘tlarde Hz. Peygamber bütün güzel vasıflarıyla birlikte övülür ve kendisinden şefaat talebinde bulunulur.  Na’tlarda ayrıca Hz. Peygamber’in ayı ikiye ayırması, parmağından su akıtması, doğduğu gece bin yıldan beri yanmakta olan Mecusi ateşinin sönmesi, bir işaretiyle Uhud dağının yürümeye yeltenmesi, üzerinde hutbe verdiği hurma kütüğünün inlemesi gibi birçok mucizesinden de bahsedilir.
XVIII. yüzyıl Mevlevî şairlerinden biri olan Süleyman Nahifî (ö. 1738) yedi beyitten müteşekkil gazel nazım şekliyle kaleme aldığı bir na’tda Hz. Peygamber’in büyüklüğü karşısında Onun ümmetinden biri olarak şöyle yakarışta bulunmaktadır.
Bu gülşende hezâr-ı bî-nevâyım yâ Rasûlallâh
Velî âzürde-i hâr-ı cefâyım yâ Rasûlallâh
“Bu gül bahçesinde cefa dikeninden incinmiş nasipsiz, fakir, zayıf bir bülbülüm Ey Allah’ın sevgilisi”.
Gülşen: Gül bahçesi
Hezâr: Bülbül
Bî-nevâ: nasipsiz, çaresiz, zavallı, fakir, muhtaç.
Âzürde: İncinmiş.
Hâr: Diken
Hz. Peygamber edebiyatımızda gül motifiyle sembolize edilir. Dünya, Hz. Peygamber’in kendisinde yaşaması sebebiyle bir gül bahçesine benzetilmiştir. Hz. Peygamberi güle benzeten şair, kendisini de gülün onulmaz aşığı bülbüle benzetmektedir.
Eziyet etmek anlamına gelen cefâ kelimesi tasavvufta, dervişin kalbini Allah’tan gaflette bırakması, yani kulun Allah’ı tefekkürden uzak olması halidir.(1)
Şair, bu dünyada Hz. Peygambere âşık, onun iltifatına mazhar olmayı bekleyen fakat onunla aynı dönemde yaşama şansını yakalayamayan nasipsiz, zavallı bir kuldur. Bu yetmezmiş gibi bir de gaflet hali içerisindedir ki bu da kendisini incitmektedir.
Nola olsam devâ-cûyende-i dârû-yı ihsânın
Esîr-i derd-i aşkım mübtelâyım yâ Rasûlallâh
“Senin bağışlama, lütuf, inayet ve kerem tedavinin ilacını arıyorsam ne var, Aşk derdinin esiriyim, aşk derdine düşmüş, aşk belasına uğramışım ey Allah’ın sevgilisi”.
Devâ-cûyân: Deva arayan
Dârû: ilaç
Şair, güle âşık olan bir bülbül olduğuna göre aşk derdine düşmüş, bu derdin esiri olmuş bir kimsedir. Aslında âşık, aşk derdinden rahatsızlık duymaz hatta aşk derdinin devamlı olmasını ister. Âşık, aşk derdinden kurtulmak için değil de aşk halinin devam edebilmesi için tedavi ve ilaca ihtiyaç duyar. Bu derdin tabibi sevgilidir, onun için ilaç da yine ondan istenecektir.
Nigâh-ı şefkatinden ben garîb ü zârı dûr etme
Yolunda bende kemter hâk-i pâyim yâ Rasûlallâh
“Şefkatli bakışından ben garip ve acı çekip inleyeni uzak tutma, senin yolunda ben de (kul köle) değersiz bir ayak toprağıyım ey Allah’ın sevgilisi”
Nigâh: Bakış
Kemter: Hakir, değersiz, çok az
Âşık, sevgilinin şefkatli bakışına ihtiyaç duyar. Çekmekte olduğu sıkıntılara karşı bu onu daha bir dirençli hale getirecektir. Âşığın böyle bir talepte bulunma hakkı vardır. Çünkü o, her şeyden vazgeçerek, kendisini sevgilinin basıp geçeceği değersiz bir toprak haline getirmiştir.
Meded sendendir ey kân-ı şefâat bendene yoksa
Huzûr-ı Hak’ta mahcûb-ı hatâyım yâ Rasûlallâh
“Ey şefaat kaynağı, sana tutkun, sana bağlı, sana esir bu düşküne medet et, el uzat. Eğer sen medet etmezsen Allah’ın huzurunda hatalarımdan dolayı mahcup olur utanırım ey Allah’ın sevgilisi”
Kân: Maden ocağı, kaynak
Hz. Peygamber, kıyamette Müslümanlara şefaat edecek olması yönüyle şefaat membaıdır. Hz. Peygamberin şefaati sebebiyle çok sayıda mü’min Cennete girecektir. Kul, köle derecesinde Hz. Peygambere âşık olan şairin imdadına yetişecek
de yine O’dur. Ancak O’nun sayesinde Allah’ın huzuruna mahcup olmadan çıkılabilecektir.
Beni gencîne-i fazl-ı Hudâ’dan behre-yâb eyle
Der-i lutfunda muhtâc-ı atâyım yâ Rasûlallâh
“Beni Allah’ın fazilet hazinesinden hissedar et, senin lütuf kapında yardımına muhtacım ey Allah’ın sevgilisi”
Gencîne: Hazine
Behre-yâb: Nasipli
Der: Kapı, -de, içinde
Hz. Peygamber, Allah’ın lütuf, üstünlük, erdem hazinesinin dağıtıcısıdır. O’nun ümmeti olan herkes gibi şairin de ebedî kurtuluş için o lütuf kapısının ihsanına, hissesine ihtiyacı bulunmaktadır.
Yüzüm yok arz-ı hâle arsa-gâh-ı haşre vardıkta
Günahkârım giriftâr-ı hevâyım yâ Rasûlallâh
“Mahşer yerine vardığım zaman halimi arz etmeye yüzüm yok, çünkü nefsimin esiri olmuşum ey Allah’ın sevgilisi”
Haşr: toplama, cem’etme, kıyamet, mahşer.
Giriftâr: tutulmuş, yakalanmış, esir.
Kıyamet günü gelip, mahşer yerinde toplanıldığı zaman, bir kul olmam sebebiyle nefsimin de telkiniyle işlemiş olduğum günah ve hatalardan dolayı durumumu arz ve izah edecek yüzüm yok.
Kerem kıl lutf u ihsânınla dil-şâd eyle ben zârı
Nahîfî’yim kapında bir gedâyım yâ Rasûlallâh
“Kereminle, cömertlik ve bağışınla inlemekte, acı çekmekte olan gönlümü mutlu et, Nahifîyim (cılız ve çelimsizim), kapında bir dilenciyim ey Allah’ın sevgilisi”
Dil-şâd: Sevinçli, gönlü hoş.
Zâr: İnleyen, ağlayan
Nahîf: Cılız ve çelimsiz
Gedâ: Yoksul, dilenci
Senin lütuf kapında zayıf ve çelimsiz bir dilenciyim. Senin, kapına gelenleri boş döndürmeyeceğini de biliyorum. Dolayısıyla, işlemiş olduğum hata ve günahlarımdan kurtulabilmem için lütuf ve ihsanınla gönlümü sevindir ey Allah’ın elçisi.
[1] Bkz. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 173.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

15 Yıl / Ay Vakti
Bedel Ödemek / Semra Saraç
İlk Kez Görüyor Gibi Bakarak Son Kez Bakıyor Gibi ... / Necmettin Evci
Göğercin/İçin, İçiniçin / Cumali Ünaldı Hasannebioğlu
Eylül / Recep Garip
Tümünü Göster