bu apokaliptik duruşu
almayı ben seçmedim
hiçbir şeyi seçmediğim gibi
verildi
dedim gelmeyin üzerime gece gece 30’ların depresif tavrını takınıp;
kelimeler, noktalar, virgüller ve bohemliğin üst perdeden deyimleri
kaçacak yerim, takacak yeni bir maskem kalmadığnın farkındayım
yerkürenin her karesine saçılmış insan aklının eseri tuzaklar
seçenek bırakmıyor bize
ölüm her yerde
gözlerimi kapatsam çığlıklarını duyuyorum şahitlerin
bazen fısıltıları patlıyor beynimde çaresizliğin
konuşsam bombalar düşüyor üzerime
mavi diyerek sevdiğim göğün her yıldızından
farzetsem hiç yaşanmadığını tüm vahşetin
kendimi Fiji yerine kan gölü içinde yüzerken buluyorum
ne garip
hem burada hem orada gibiyim
hem uzakta hem yakında gibiyim
hem içinde hem dışında gibiyim
hem yaşıyor hem ölüyor gibiyim
daha başlarken bitiş çizgisindeyim
güneş doğarken batıveriyor hemen yanımbaşımda
gelmelerim gitmelerime karışıyor
ve ölürken uyanıyor gibiyim
işte bu yüzden Şirâze kendimi zindanlara kilitliyor,
mahzenlere kapatıyor, kör kuyulara atıyorum da
her seferinde zulmün dibine çekiliyor gibiyim
ölen çocukların elleri tutuyor elimi
gözlerini kapatamadan göçen kadının bakışları mühür basıyor tenime
ölümü taşıyan mermiyi durduramadığı için çıldıran adamın son sözleri uçuyor semaya
ölen çocukların elleri tutuyor elimi Şirâze
ev ev geziyorum ayaklarım çıplak,
bir limonu koparıyorum dalından, Cordoba’nın portakallarını anımsayarak
yüzüme oturan tozun arasından bakarken insan oluşumdan utanıyorum
bir film sahnesine atlamış gibi
uçuşan tüm mermileri kanayan ellerimle toplayıp yığıyorum
zulmün yaşandığı şehirlerin en bilinen meydanlarına
kamera etrafımda fır dönüyor
yıllarımı silip süpüren bu çabayı kayda alıyor yönetmen
bir varmış bir yokmuş gibi
çöküyorum yavaş yavaş her mermiye dokunuşumda
ben Şirâze, bir filmin en acımasız sahnesindeyim
sonra
“ey insanlar!” diyorum kendi kendime
“bakın yükseldikçe yükseliyor onur tepemiz
her bir merminin değeri bir can”
ne garip, bir dansın figüründe kaybolacak kadar küçülmek istiyorum;
tam şurada, hemen şimdi
hayatın ölümle yürüyüşünü izleyen gözlerdeki kara nokta büyüyor, büyüyor…
ve yutuyor dünyayı kara delik içindekilerle beraber
hope, compassion süslü söylevlerde takılı kalıp tekerrüre düşüyor uzay boşluğunda
ve o gün “her şey yalanmış” sözleri duyulmuyor hengâmede
Şirâze,
üzerime sıçrayan kiri
eskiden kalma lekeleri
temizleyemiyorum