İmgelerle Yaşamak

Nasıl bir bakıştı öyle, çiseleyen yağmura abanmış bir çocuğun yürek tıpırtısını andırsa da söz faydasızdı. Bir nefes almak için hava gerekliydi. Derin sularda kalmış, son anına kadar içinde fırtınalar kopan bir çığlığın tükenişine ramak kala su yüzüne çıkabilen bir bakış, bir telaş ve bir buluşma…
Güçbela başını uzatınca güneş doğmuş gibi derin nefesler aldı, çekebildiğince çekti ciğerlerine. Öylesine içten, derin­den, en son nefes alır gibi bir hal ile havaya tutundu. Her şey havaydı. Yalnızca bir nefesti yaşamak.
Hava, gelincikti, narçiçeğiydi, dut kurusuydu, gönül gözüydü, eline dokunan incecik bir tül, uzaktan ta uzaktan yüreğine işleyen bir bakış, sabahın eşsiz vaktindeki tılsım, tam da Cuma saati bir dua olan yürek gibi. İçten içe yürünen, yüründükçe içe doğru evirilerek, genişleyerek kocaman bir dünya haline gelen Kumru güzeli. Söz nefesi, bir anlıktı. Göz, nefesten bir haber, haberciden çıkıp gelen. Bir tebessümün kalıcı olan yönüydü hava. Hava olmadan nasıl yaşanılabilirdi? Havasız, susuz, ekmeksiz yaşama olanağı yoktu. Yoksundu insan bun­dan. İnsan acziyetini hep içinde taşıyordu. Bunu idrakti hava, su, ateş ve toprak. Bu dört unsurla; yanıp kavrulan, yeniden var olan, çiçek çiçek, damla damla bir ışık huzmesince insanın gözlerinden yüreğine akan koskocaman bir ırmak.
Böyle başladı her şey dedi yaşlı adam, gözlerinden dökülen yaşları silerken. Elleriyle yüzünü kapadı. Sessize yakın hıçkı­rıkları hissedilse de daha çok burun çekmesinden durumu anlaşılıyordu. Bir an, soluksuz kalışı bilir misin diye mırıldandı gözleri kan çanağına dönmüş bir halde? Bilir misin nefesin tıkanması, bir nefesçik hayatın vergisini hiç hissettiğin oldu mu? O andır hayatın bütünü. O an yalnızca yaşanılmış olan­dır. Gerisi yok, geleceği yok, yalnızca o an. Yaşlı adamın bu sorgusu derin boşluklar bıraktı. Sanki uçurumdan boşluğa bırakılmış hissetti birden bire ve o an nefesi tıkanır gibi oldu. Nefes alamaz bir hal ile çırpındı bütün yeryüzü sanki. Bütün bedeni kan ter içinde olduğu yerde kalakalmıştı.
Hava tükenince, nefes sona erdi demektir. Son, ebed kapı­sı… Ebed eşiğini bir kez atlayınca bir daha darlanma, sız­lanma, acıma, yanma, kanama, kıvrılma yok… Burada yani darlanılmış bir hayatı anlamlı yaşamışsan; ebed kapısında an diye bir şey yok. Bütün anlar, tek bir ana indirgenmiş ve ebediyyen “Beyyine 8.”ayette ifade edildiğince; “Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kala­cak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû duyan kimseler içindir.”
Ya boşluktaydı ya da uçurumdan aşağıya bırakılmış bir halde. Böyle bir durumla karşı karşıya geliverse insan -ki her an- ben de, sende, o da gelebilir. Her birimiz için, herkes için geçerlidir bu. Kimin gelmemek gibi elinde bir imkânı var? İmkâna sahip olan varsa dağıtsın imkânsız olanlara. Elindeki imkân, o an sende mukim durandır. Yoksa yok. İmkânların birer fırsat olduğunu bilmeli miyim? Yoksa bir daha gelmez mi kaçırınca bu fırsa­tı? Fırsat bir lütuf diyorsun, anladım. Yaşadığım hayatta bir fırsat öyleyse. Her an, her hal, her durum bir fırsat. Geçen anlar öldü. Gerisi yalan. Yok mesabesinde kaybolup gitti gidenler. Ömür, sağlık, el, kol, kulak, dil, burun, göz her organım sağlam dedin az önce. Ne büyük bir vergidir bu. Gün, güneş, mevsim, yağmur, soğuk, sıcak, bahar da fırsat öyleyse? Şimdi bahar­dayız, ne çok sebze, meyve varmış meğerse yeryüzünde? Bunların varo­luşlarının da bize verilmiş birer fırsat olduğunu düşününce aynaya baktım az önce. Saçlarıma dokundum. Saçlar ve suçlar yan yana durmaz mı? Bir saçın yere düşüşündeki sesi, ah bir kez işitmiş olsaydım? Nasıl bir ses­tir hiç düşündün mü? “Ne zaman bir saç yerinden oynasa devrimler olur yeryüzünde” mi diyordu bir yazar? İçinde yaşadığımız ortam, aile, top­rak, toplum, değerler, ilişkiler, okullar, çarşılar, pazarlar da fırsatmış meğer­se. Makamlar, mevkiler, elde bulunan nimetlermiş, fırsatı ganimet bilmek, emanet olduğunu unutmadan kullan­makmış meğerse?
“Hayatın bizatihi kendisi bir fırsat” dedi yaşlı anne. Yaşın ilerledikçe elden ayaktan olursun… Kalkmak, oturmak ve yürümek içkence haline dönüştü­ğünde idrak edersin etmesine de geç kalmış olursun be evlat. En iyisi, şu an içinde bulunduğun hale sonsuz hamt ve şükür gereklidir.
Şu kıyıda sürekli dalganın çıkardığı sese benziyor nefes. Suyun nefesi de dalga olsa gerek. Suda dalgalandıkça nefes alıyor hissi giderek bende artı­yor. İnsan dalga geçmemeli. Dalga, suyun nefesidir çünkü. Eğer dalga geçerce bir insan bir diğeriyle su ölür o zaman. Dalga nefessiz kalır. Kişilik ölür dalgada. İnsan hayatı, incecik bir ipe benziyor. İncecikten bir iptir tutundu­ğumuz hayat. Bir an olduğunuz yerde kalakalıyorsunuz, zaman duruveriyor, her şey sessizliğe gömülüyor, dalga sükûna eriyor. Nefesin en son halidir pıt diye bir kabarcık suyun yüzeyine çıkıp kayboluyor.
Bilirsiniz dün diye başlarız söze. Daha dün komşumuzun çocuğu oldu. Doğumdan hemen sonra çocuğun poposuna vurunca nefes aldığını söy­ledi yaşlı anne. Aksi takdirde nefe­si çıkmazsa bir an sonra nefessizler arsında sonsuza yola çıkıyor muş meğerse. Pıt diye vurulmalıymış. Bunu da terütaze bir şekilde öğrendim. Dudaklarımı bükmüş olmalıyım. Hıım diye. Öyle miymiş? Sahiden de bilmi­yordum. Bir an için o pıt dokunuşuyla suyun dibinden yüzeye çıkana ben­ziyor can havliyle çığlık atıyor, nefe­sini almaya başlayınca yaşıyor diye sevinçle kucaklaşanları görünce içim­den benimde kucaklaşma, sevinme ihtiyacım oluşuyor.
Uykudan uyanmalı. Uyku, en büyük kayıp gibi gözükse de vücudun da bir ihtiyacıdır. Ama uyanmalı uyku­dan, gözleri açıp bakmalı olup biten her şeye. Topraktan uyanan bitkiler, çiçekler nasıl da sesler çıkarıyordur? Duyulması gerekenden fazlası bize yasaklanmış. Bir an duyulması gere­kenden fazlasını duymuş olsaydı insan çıldırır mıydı sence? Çıldırmak hafızayı, aklı kaybetmek demek, kaybolan akıl, kullanılmayan, kullanılamayan akılla yan yana. Aklı kullan uykudan uyan. Aç gözlerini, olan bitene aman dikkat et. Toprağın doğumu durmaksızın, her bir insanında her an yeni doğumlar peşinde olduğunu düşündüm birden­bire. Uykudan uyanmak; gönlün ve aklın sesini idrakmiş, onu anladım bu baharla birlikte. Uykuya yattığında bir daha uyanmayacağını bilseydi insan gözlerini hiç kapamazdı kanımca. Bu uyku gerekli, yeterli olduğundan fazlası zarar. Suyun, toprağın altında fazla kalınca ölüyor tohum. Nefessiz kalıveriyor, ulu­yor, pörsüyor ondan bir şey yeşermiyor ya uykuda kalınca ölüm her an için başında bekliyor hissi ne ağır. Düşününce her uyanış, bir lütuf, bir ihsan, bir ikram yeniden başlamak için. Yeniden başlamak için her gün yeniden, her an yeni­den yenileniyorsun. Yeni fırsatlar eşliğinde yepyeni hayatın fırsatları gün ışımadan dağıtımda hazır beklemelisin ey oğul derdi babam. Erken uyanan, kalkan yol alır derdi yeni anladım bunu da. Oysa ölüm; nefesin, havanın içinde yıldırım hızıyla son nefesi takip için her an bende misafirmiş. Hayat ve ölüm misafir, yeni bir geçitten geçiş için ölüm bekliyor ebedi olana götürmek için. Misafirlikte olan insanın misafiri ölüm, sevdim seni gülüm.
Oraya gidişe hazır beklemeli. Dönüş biletini ben görmedim ama gün olmuyor ki minareden sala verilmesin? Dönüş bileti gelenlerin salası okunuyor. Bir gün senin de, benim de sala­mı okuyacak, sala okuyanın da salasını okuyan biri mutlaka ardında bekliyor. Bilmek en büyük kazançmış ölümü. Gidiş gelinen yere, ebedi kalış yeri.
Ölümün, her an nefesle yan yana yaşadığını bir düşünüverin­ce hayat daha anlamlı geldi gözümde. O vakit hayatı anlamlı yaşamalı. Ölüm gelince anlamsız olanların ne çok gürültü çıkardığını birden bire duyar gibi oldum. Her biri kaçacak yer, delik arıyorlar gibiydi.
“Ölüm güzel şey, perde ardından haber”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Düşüncede Yaşayan / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -75 / Şiraze
İkircik / Necmettin Evci
İmgelerle Yaşamak / Recep Garip
Aşık Veysel’in “Kara Toprak” Şii... / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster