Sanat, hayatın ve varlığın ölçmeye, denkleme, bilimsel izahlara gelmeyen başka yanlarına ışık tutar. Sanat faaliyetini anlamak için yapılan reel, rasyonel çabalar, onun mahiyet ve amaçsallığını fiziki algı düzeyine indirgemek demektir. Sanata bilimsel ya da rasyonel yaklaşmak hepten yararsız değil ama görünen dünyanın neredeyse maddi olana kapalı dar açısından bakmanın mahsurlarıyla doludur. Modern evreye girdiğimizden bu yana estetik değerlerin de içinde olduğu muazzam duyarlık alanı, gündelik yararlara hizmet ettiği ölçüde kabul görerek daraltıldı. Doğal olarak çağdaş modaya uyup, kendinden taviz vererek var olacağını sanan sanat da nitelik olarak zayıfladı, cılızlaştı, kendinden beklenen etkiyi gösteremez oldu. Sanatı dar idraklerin sığ beklentilerine mahkûm ve mecbur etmeyen soylu çabalar her dönem varlığını sürdürdü. Bugün sanat adına estetik zevk ürünü eserlerden söz edilebiliyorsa, her şeye rağmen samimi, içten, fedakârca çabalar sebebiyledir. Bir sanat eserinde aranması gereken asıl unsur budur. Ben bir sanatın aşkınlığına bakarım. Samimi olamazsanız aşkınlığa erişemezsiniz.
Bir hal olarak aşkınlık, çoğu zaman sanatçının da izah edemediği bir yaşantıdır. Metafizik bağlanışların duyulan sıcak hazları, sınırları zorlayan his yoğunluklarına yol açar. Hakikate yaklaştığınız her aşamada müteâl bir çekim alanının etkisiyle kendi dünyanızın ekseninden biraz daha uzaklaşır kendinizi taşar, kendinizden taşarsınız. Siz buna cezbe hali deyiniz. Alman estetikçileri buna benzer yaşantıyı ‘einfühlen’ kavramı ile ifade ederler. Bu kavram bir sanat ve estetik terimi olarak terminolojide çok önemli bir yere sahiptir. Şimdilerde ‘yerinde olma’ şeklinde özetlenen ‘empati’ biraz olsun bu kavramın mahiyetini açıklar gibidir. Tiyatroda rol yapan bir sanatçı kendini bir modelin yerine kor, bir anlamda empati yapar. Ama sözünü ettiğimiz kavramla kastedilen tam bu değildir. Bizzat ‘o kişi olma, o olayı yaşama hali’ belki daha yakın bir izahtır. Bizde ‘cezbe’ veya ‘fena olma’ hali sanatçı aşkınlığını karşılayan daha sahici kavramlardır. İç yaşantınız bir cezbe hali ve coşkusuyla kendini hissettirmiyor, sizi esere yöneltmiyorsa orada sahici bir sanat faaliyetinden söz etmenin imkânı azalmış demektir.
Sanatçı iç dünyasını, oraya yansıyanları samimi olarak ifade yolu seçemezse özgünlüğünü de özgürlüğünü de büyük ölçüde yitirir. Bu durumda sanat eseri öznel değer olmaktan çıkar, nesnelleşir. Artık sanatçıyla sanatı arasına mesafe girmiştir. Sanat da sanatçı da kendisinden beklenen amaçlardan çok başka amaçlara hizmet eder. Sanatın öyküsü biraz da bu zaviyeden kritik edildiğinde ilk dönemlerden modern zamanlara izlenen süreçte sanatçının kendini cezbeye getirecek duygulardan yoksun olduğunu başka bir ifadeyle samimiyetin gittikçe azaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Geldiğimiz noktada, sanatçı kendisine böyle bir iç boyut kazandıracak imkândan yoksun gözükmektedir. Yoksunluk doğrudan ontolojik sorunla alakalı olmalıdır. Bir genellemeyle sanata ve sanatçıya musallat olan bu arızanın hayatın her alanına sirayet ettiği söylenebilir. Benzer duyarsızlığı felsefeci de, düşünür de, aydın da, siyasetçi de yaşamıyor mu?
İnsanlar önceliklerini maalesef kendi iç devinimleri veya dinamikleri ile belirliyor değiller; dış dünyalarına dikkat kesildikleri ölçüde içlerindeki sese duyarlı değiller. Günü kurtarmak, kendilerinden bekleneni yapmak veya beklentileri karşılamak poetikaların, politikaların ana çerçevesini oluşturuyor. Üretim bandı veya pazarlama reyonunda sanatçının bulunduğu bu işleyiş ve işletmede ilk olarak müşteri memnuniyetine önem veriliyor. Başka bir ünitede de müşteri memnuniyeti oluşturuluyor. Herkes tasarlanmış, kurgulanmış bir düzeneğin içinde kendi tercihleriyle, özgür iradeleriyle var olduklarını sanıyor. Ekranlardan, vitrinlerden, bulvarlardan gelip zihnimizin tam orta yerine kurularak hayatlara yön veren çağdaş felsefenin ‘Geist’ı diyeceğimiz imaj, yaşadığımız çağın ve herkesin özgür olduğunu söylüyor. ‘Bu tezgâhta, bu düzende, bu düzenekte, bu işletmede herkes özgür.’ Özgürlüğün tadını çıkarın öyleyse! Çağdaş insan, çağdaş sanatçı kendisinden bile özgür; kendisine bile bağlı, bağımlı değil. Sergilenen aşkınlık, cezbe anlamında bir bağımsızlık hali değil. Savruk olmanın, sorumsuz olmanın, nesnel etkilere hazır ve teslim olmanın liberal tanımlaması böyle yapılıyor.
Dışa dönük kaygılarla var olmaya çalışan çabalar, bizi de yaptıklarımızı da nesnelleştiriyor. Özellikle sanat ve düşünce çevresi içinde gözlenen nesnelleşme, yabancılaşmayı artırıyor. Yabancılaşma da dönüp nesnelleşmeyi artırıyor. İçinizden geldiği gibi konuşamıyor, içinizden geldiği gibi sanatınızı icra edemiyorsunuz. Aksi taktirde tartışılıyor, kabul görmüyor, dahası dışlanıyorsunuz. Dışlanmayı göze almak ağır bir yalnızlaşmayı göze almayı dayatıyor. Dayatmaya göğüs geremeyenler özellikle oluşturulan piyasanın baskısına boyun bükmek zorunda kalıyor. Piyasa akıllar çeliyor, duyguları ucuzlatıyor. Piyasa oluşturucular duygular, akıllar, sezgiler üzerinde müthiş spekülasyon yapıyor. Aşk, güzellik vurguncuların elinde yolunu şaşırıyor. İç mimari çöküyor. İç mimari sadece masaların, konsolların, koltukların nasıl yerleştirileceğiyle ilgileniyor. Kalbin, duygunun, aşkın, nerede, nasıl durması gerektiğini kimse bilmiyor.
Hayatın ve insanın ulaşabildiği her alanını, her değerini parasal kazanca çevirme hesabıyla talan eden kapitalist işleyiş, doymak bilmez iştahıyla sanatı da düşünceyi de kemirip tüketti. Artık sanat, düşünce modern özendirmeler içinde piyasada kendine uygun bir tezgâh ve müşteri arar oldu. Gazeteler, televizyon, muazzam finans desteğiyle sinema sektörü, sanat galerileri, piyasanın ana mekanizmalarını oluşturuyor. Editörler, yönetmenler, küratörler, ajanslar, menajerler, eleştirmenler, işleyişte kendilerine verilen görevi yapan kalifiye eleman konumundalar. Lüks arabalardan konfeksiyon dünyasına kadar, sadece günlük hayatta kullanılan eşyalarda değil düşüncede, siyasette, sanatta da moda akımlar oluşmakta oluşturulmaktadır. Alkışlara, paraya endekslenmiş modern sanat sektörü içinde, sanatçı, kendisine o basit, o yalın o en köklü soruyu sormalıdır? “Ben ne kadar özgürüm?, Sanatım ne kadar özgür?” Bu esarete, bu bağımlılığa, bu köleliğe kıyasla, sanatçının alınıp dört duvar arasına konduğu hapishanedeki tutukluluğun lafı bile olmaz.
Sanatçının özgürlüğünü kısıtlayan çeşitli etmenler üzerinde durulmuştur. Alman düşünür Schopenhauer iradenin bile sanatçının özgürlüğünü kısıtladığını söylüyordu. Ona göre has sanatçı ilhama açık olarak tamamen iç sesini dinlemeli, sanatını akli etkilerden bile korumalıydı. Çünkü sanat akli alanda icra edilen mesela bilime benzer bir faaliyet değildi. Bu yaklaşımları bildikten sonra kendini dış nazarlara sunan, dış değerlendirmelerle yol alan, biçimlenen sanatçının koyu bir yabancılaşma yaşadığı, görüp durduğumuz realitedir. Sanatçının kendine ait bir bakışı, duruşu artık yoktur. Yalan üzerine kurulu dünyada kendisine verilen gerçek konuma ruhundaki körelme sebebiyle razı olmuştur. Dehşet bir ayartma, dehşet bir aldanma yaşanmaktadır. Sanatçı aldattığı ölçüde mutlu, insanlar ayartıldıkça mutlu olmaktadır. Sanattan siyasete kadar imaj, rıza üretimi, algı yönetimi gibi kavramların pratik hayat içinde karşılığı bu aldanışların ve aldatışların içselleştirilmesinden başkası değildir.
Sanatçının bize ufuklar kazandıran iç pırıltısı kaybolmuştur. Cezbe halini çoktan yitirmiştir. Şimdi basmakalıp yalanlarla insanlığın bu arada sanatın ilk zamanlardan modern dönemlere doğru gelişme kaydettiği boş lafını bir tarafa bırakalım. Bakın ben insan elinden çıkması itibariyle ilk sanat eserleri arasında gösterilen Alta Mira Mağarası resimlerini hatırlatmak isterim. Modern çokbilmiş eleştirmenler bu ilk eserleri ve ressamlarına kısık, küçümseyici gözle bakar. Bu eserlerin sanat yapıtı sayılıp sayılmayacağı, tekniklerinin beceriksizce veya ustaca olduğu, o zamanlarda sanatın ayin veya tören için yapıldığı varsayımlarından yola çıkarak kendilerince bir algı ve anlam oluşturmaya çalışırlar.
Bundan en az 15 bin yıl önce; bir insan hangi sebeple olursa olsun mağaraya resimler çiziyor. Duvardaki belki bir av sahnesi, belki avlanmada izleyecekleri taktiklerdir, bilemiyoruz. Ancak insan elinden çıktıkları için sanat eseridir. Ayrıca bir amaç için yapılmaları o eserlerin değerini düşürmez, bilakis artırır. En azından modern zamanlardaki gibi paraya, sömürüye dayalı bir amaç değildir onlarınki. Demek modern sanatçının amacı çok yüksek de ilk-el sanatçılarınki önemsiz öyle mi? O önemsiz olan sizin içinizdeki, zihninizdekidir. O sanatçılar bu resimleri veya icra ettikleri dansı, ayini, müziği alkışlar için yapmadı. Onlar inanmadıkları bir şeyi de yapmadılar muhtemelen. Eserlerine inançlarını, aşklarını, heyecanlarını kattılar. Onlar o resimleri ışıklı sergi salonlarında milyon dolarlarla satışa çıkarmadılar. Kendilerini sanat piyasasına, borsalara teslim etmediler. Anlayacağınız o insanlar bizimkilerden bin kat özgürdü, özgündü. Eserleri ile aralarında mesafe yoktu. Eserlerine yabancı değillerdi.
Şaman ayinlerinde bile bu empatiyi, sağaltma işlemini, cezbeyi görebilirsiniz. Modern dönemlere kadar her boyutu, her unsuruyla sanat faaliyeti hayatın içinde gürül gürül akan bir ırmak gibiydi. Sanat kullandığımız her eşyada, geçtiğimiz sokakta, oturduğumuz evde, mabette gördüğümüz, dokunduğumuz bir olguydu. Sanat eseri ile sanatçı ve seyirci arasında mesafeler yoktu. Hayat ve insanlar sanatla tezyin edilmiş bir dünya içinde akıyordu. İnsanlar o akış içinde güzeli görüyor, yaşıyorlardı. Sanat hayata, hayat sanata yabancı değildi. Sanat, sanatçı, seyirci birbirlerine yabancı değildi. Şimdi izleyici olmak için bile para sahibi olmak lâzım, yalan mı? Seyretmeyi, görmeyi, dinlemeyi bile paraya endeksleyen dünya hangi özgün, hangi özgür sanattan bahsedebilir? Özgür dünyanın sanatçıları bu soruya hakaret etmeksizin cevap verebilirler mi acaba? Plaza aydınları veya piyasa sanatçılarına ‘Sanatınız kaç para?’ veya ‘Siz kaç paralık adamlarsınız?’ diye sorulsa yanlış mı olur? Cevap verdiklerinde içlerindeki çorak tenhalığı, buzdan ıssızlığı fark edebilirler mi?
İlk dönem sanatçılarda olan son dönem sanatçılarında yok.
Modern sanatçılarda olan da onlarda yok.
İçtenlik, samimiyet, aşk, kendinden geçme, cesaret sizde yok.
Para, fiyaka, caka satma, sahtelik, para, şöhret onlarda yok.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Algı / Ay VaktiParantezin İçindeki Bir / Semra Saraç
Sanatta İlk-el Samimiyet Son Yabancılaşma / Necmettin Evci
Gözyaşı Gerdanlığı… (Japon Şiiri Üzerine Kıs... / Ahmet Efe
Bir Vaktin Geçişi / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…