Ne Diyebilirim ki Sana?

“Ne diyebilirim ki sana’’ diyen, bütün seçenekleri sunmuş, bütün yapacaklarını yapmış, bütün anlatacaklarını anlatmış; ama yine de muhatabını ya istediği gibi düşündürememiş, ya ikna edememiş ve artık sonunda “Kendinin yapacak bir şeyi kalmadığını anlatmak için’’ biraz da fazla tükenmişlikle “Ne diyebilirim ki sana?’’ demiştir.  (Soru sorar gibi söylemiş olsa da, soru sormamıştır, cevapta beklemiyordur.) Susmaya yakınken, gitmeye yakınken söylemiştir bu sözü, pes etmiştir artık. Devasız bir derde beyhude yere derman aramış gibidir, bu yüzden ümitsiz ve yorgundur. Yaptığı işten dolayı anlamsız hissettiklerinin sayısı çoğalmıştır.
Ya da, yine bu sözü söyleyen, söyleyeceklerini muhatabının önceden bildiğini bildiğinden “Zaten söyleyeceklerimi sen de biliyorsun’’ anlamında “Ne diyebilirim ki sana’’ demiştir.
Ya da, büyük bir acı yaşıyordur karşısındaki, bu esnada söyleyeceği sözün yetersizliğini ve gereksizliğini duyduğundan, sadece “Acının büyüklüğünü anlıyorum’’ der gibi çaresizce “Ne diyebilirim ki sana’’ demiştir.
Ya da, bir şeyi çok tekrar etmesine, onun yapılmasını (veya yapılmamasını) istediği halde, hatta ısrar etmesine rağmen değişen bir şey olmadığını gördüğünden ve hemen hemen artık değişmeyeceğine de kanaat getirdiğinden “Sana diyecek bir sözüm kalmadı’’ manasında “Ne diyebilirim ki sana’’ demiştir.
Ya da, miskin ve zavallı birinin karşısında, sözlerinin fazlalığını ve hatta kendi fazlalığını kabul edip “O an yok olmayı-görünmemeyi dileyerek’’ içinde ezilip dışarıda vücut kazanamayan kendi ezik sesine: “Ne diyebilirim ki sana’’ demiştir.
Ya da, çiçek dalı gibi incecik, nazenin biri karşısındadır kırmaktan, gündüz kelebeğinin sanki de kanattan ibaret bedenini toz toz incitmekten korkmaktadır ve bu yüzden olanca sevgisi, şefkati ve samimiyetiyle “Sana, ne diyebilirim ki’’ demiştir. Onu da kaldırabileceği hale göre belki sesli demiş, belki de sadece içinden geçirmiştir. (Bir Kerkük türküsünde geçen “Menim lal olmuş dilim / Ne dedi yar incidir’’ sözlerinde olduğu gibi ne dese kendini suçlayacaktır.)
Ya da, durumun veya konunun ağırlığı ve söz kaldırmazlığı hususunda “Bu mevzuda söylenecek olan söylenemez ki, nasıl diyeyim’’ der gibi “Ne diyebilirim ki sana -size- ’’ demiştir.
Hepsinde, ama hepsinde bir çaresizlik vardır. Hakikatte ise bir yetersizlik ve haddinden fazlalık: Kimde mi? Söyleyende, ya da söylenende, ya da mevzuda, ya da durumda… Başka bir açıdansa bir fazlalığın bir yetersizlikle karşı karşıya gelmesi var. Hafife alınamayacak, es geçilemeyecek, üstü örtülemeyecek bir fazlalık. Coşkun, önüne set çekilmez, köpürerek, çağlayarak akan olayın, kişinin, durumun karşısında kesilmişlik.
Yine, hepsinde de bu sözü söyleyenin arifane ve üsten bakışı mevcut. Görüyor o, söyleyeni(kendini), söyleneni, durumu, mevzuu, ortamı. Görmekle kalmayıp sınırlayarak kendini, kalkan bir elini büyük bir ölçülülükle diğer eliyle durdurarak mümkünde saklı imkânsızlığın kor alevini körüklemiyor. Bu sayede çarpmamış oluyor, kırmamış, açık ve gizli yaraya dokunmamış. Belki tek söz etmeden “Anlıyorum’’ demiş oluyor sayısız kereler. “Anlıyorum.’’
Yalnız, ilk paragrafta ki durum, insanın tahammül sınırlarını başka türlü zorluyor, çok daha ağır bir şeklide. Buradaki zorluk, mümkün olanın imkânsızlığa büründürülmesidir, oysa biliyorsunuz ki bu imkânsız değil ve imkânsız olamaz. Sinirlerinizi tahrik ve tahrip eden, mümkün de imkânsızlığı yaşıyor olmanızdır. Hadi gerçekten gerçekleştirilemeyecek şey olsa, elinin kolunun bağlı olduğunu fark etse mecburi bir kabullenişle kabullenmiş olur. Ama var olan imkânı görmezden gelmek, insana ne düşüneceğini şaşırtabilir. Durup durup ne yapılmak istendiği ve ne yapıldığını sordurtur. En sonunda isyanın eşiğinde bulur kendini.
Geldiğiniz eşik neresi?
Buraya kadar nasıl mı geldiniz?
Hayır gelmediniz, getirildiniz. Biri zorla çekti getirdi. Anlatamadınız, anlamadı. İnsanın elinden çok şey geldiğini  -mesela çalışanın elinden, sevenin elinden, inananın elinden daha çok şey geldiğini- anlatamadınız, anlamadı.
İsterseniz artık “Sana ne diyebilirim’’in çaresizliğinden kurtulup “Sana desem ki, daha ne desem ki’’ deyin. Daha ne desem’in arayışıyla taze, ılık, yumuşak siteminden yeni bir cümle kurun. Yenilenin.
Sözbirliği içinde kendinizle, bu söz anlamazın (hangi sebeple anlamıyor olursa olsun) karşısında anlamın bütün katlarını tırmanın. Bitip tükenmeden tırmanın. Siz, onunla, başka bir şeye de ulaşıyor olabilirsiniz. Vazgeçmeyin. Hep aynı kıyıdan konuşmayın birazda karşı kıyıya geçip oradan deneyin. Deneyin (of, çok denediniz), yine deneyin, bazen tutunamadığınız dalların da yolunuzu çizdiğini göreceksiniz. Hiç hatip onu konuşturan muhatabından vazgeçer mi? Hiç Mecnun çölleri azarlayıp Leyla’yı terk eder mi? Ya sonrasında, artık aşkının nişanesi olmuş çöllere kızabilir mi? Artık Leyla’ya ulaştırmasa da çöllere kızılmaz ve çöllerden vazgeçilemez. Yolu ve hayatı olmuştur çünkü. Çöldeki sarmal yolculuğunuzda çölün sonsuzluğunu duymuşsunuzdur. Çölde çölü bitireceğiniz vehmiyle dolaşırken bitirememektir asıl gayeniz. Gördünüz mü aşkın aşkı olan gayeyi? Siz bunu istemiyordunuz ama… hayır istiyordunuz, Leyla’yı isterken çölü istiyordunuz. Sahi, bütün yollar kapalı iken bu yol da nereden çıktı?
Nereden çıktı?:
Bir türlü hedefine isabet etmeyen sözlerinizin açtığı kulvarda ilerlerlerken, çekip sıradan herhangi bir sözü -belki ölü gibi canlılığını kaybetmiş bir sözü- çıkardınız ve ona çeşitli şekiller biçip durdunuz. (Bu arada, bir sözün, herhangi bir sözün [burada “Ne diyebilirim ki sana’’nın], aslında ne kadar yoğun ve ne kadar çok şey diyebilirliği de ortaya çıktı.)
İşte bu yol, tutturamadıklarınızın tıkamasına rağmen vazgeçmeyişlerinizin açtığı yol.
Bu yoldan daha da ilerleyebilirsiniz.
Buyurun.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Dua / Mehmet Akif Ersoy
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -76 / Şiraze
Ne Diyebilirim ki Sana? / Semra Saraç
Gelecek Zaman Şiiri / Nurettin Durman
Gölge / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster