Bir iş yapmak için beklediğimiz zaman o işi yapmanın tam zamanı olabilir. Hayır, beklemenin de bir iş olabileceğini söylemek istemiyorum burada. Yani o işi yapmak için beklediğimiz zaman içinde o işi yapabiliriz, demek istiyorum. Beklemek yerine yapmak… Bu, sanki de ertelemeden yapmak… Hem o an’ın gerektirdiği iş, neden o olmasın? Olamaz mı? Evet, bazen “An’ın başka gerekçeleri varsa’’ olmayabilir, ama ya yoksa, “anın gerektirdiği o’ysa’’ sizin daha zamanına var dediğiniz, olabilir de. An’ın gerektirdikleri hep ilk sırada olmalıdır. Belki o an, o şey yapılmasa, yaşanmasa tekrarı olmayacaktır.
Geçip gidenler böyle gitti. Akşam böyle oldu. Hazan böyle geldi. Kaybettiklerimiz böyle kayboldu. Yaşayamadıklarımız… En çok pişmanlıklarımız da bu yüzden oldu. Çünkü yaşayabilecekken, yaşayamadık. Olabilecekken olamadık ya da bir şeyler (istediğimiz, beğendiğimiz, sevdiğimiz şeyler) bizim olacakken o an’ın gereğini yapmadığımızdan bizim olmadı, olamadı. Yani bir fırsatı kaçırdık, olan bir imkânı değerlendiremedik. Belki de tek bir hareketimize, bir adımımıza, bir sözümüze bakıyordu o şey, o tek şeyi yapamayınca belki de dönüşsüz kaybettik onu. Çünkü gerçekte yaşanılan yalnızca o an’dı. O anda ne mazi ne istikbal mevzu bahis olamazdı. Ama, o veya bu hesap edildiğinde o an kaçırılırdı.
Şimdi, her bir an’ı bir vagon olarak düşünüyorum ve zincirleme vagonlar geçiyor gözümün önünden. Girebileceğimiz bu son vagon. (Son tren demiyorum, hepsi bir tren, çünkü insan dünyada bir kez yaşıyor.) Bazılarımız bu son vagona yetişiyor. Ona da binmesek treni tamamen kaçırmış olacağız. Sahi, ona nasıl yetişiyoruz? “Artık harekete geçme zamanı’’ geldiğine inandığımızdan mı yetişiyoruz? Yoksa “başka bir alternatifimiz kalmadığından, zorunlu olduğumuzdan mı’’ yetişiyoruz?
Ne olursa olsun yetişiyor muyuz, diyorsunuz?
Doğru, yetişiyoruz.
Ama şimdiye kadar nasıl yol aldık? Ve ne kadar aldık? Ve kaç bin tane içinde olmadığımız vagonun arkasından hasretle, esefle bakakaldık? Hani kaçırdıklarımızın içinde, olma imkânımız hiç olmasaydı hasret kalsak da üzülmeyecektik. Kaybettiğimizi düşünmeyecek, eski bir hesap defterini karıştırmayacaktık. Şimdi zaman aşımına uğramış bu defterin hükümsüz hesaplarından dolayı hiçbir alacağımız olmayacak. Bir zamanlar alacağımız olmuş olsa da artık olmayacak. Yalnız kendimizden gidenleri görmüş olacağız. Kaybettiklerimizi ve bizim olacakken olmamış olanları… Bazıları da son anda tamamlanmamış heyhat, son adımı atılmamış! Sanki hepsine ve her şeye bir adım uzak kalmışız. Bir adım ya… Ama o bir adım, o zamandı tabii. Şimdi değil, şimdi çok geç. Belki şimdi sayılamayacak kadar çok adımlar atsak da arada kapatılamayacak bir uzaklık hep kalacak… Çünkü zamanın dönüşü olmuyor. Gitti mi gidiyor, bütün imkânları, insanları ve mevsimleriyle gidiyor. Hani kendi mevsimi, hani senin mevsimin, hani onun mevsimiyle gidiyor. Hayat gideni geri getirmiyor. Artık o şartlar, bu şartlar olmuyor. Ne o sen, ne bu ben olmuyor. Sonra bulutlara bakıyoruz düşlerimizi arar gibi, sislerde kayboluyor başımız, dağılıyoruz. Hayır, dağılmak için daha erken! Çünkü vagonlar bitmemiş.
Ama şu an’lar işte… İçinde bulunduğumuz anlardan başka vagon aramayalım. Başka tren de yok. Beklemeyelim. Çoğumuz için, son vagon hayatımız olmasın. Zaruretten olmasın yapacaklarımız. Sonra istemediğimiz şeyleri yapar bulurken kendimizi, demek ki hayat buymuş, demek zorunda kalmayalım birçokları gibi.
Yukarıda, o işi yapmayı beklediğimiz zaman içinde o işi yapmak var demiştim: Hani bazı işler vardır hayatımızda, onları erteleyerek onlara hep zaman ararız. Sanki şimdi o şeyi faaliyete geçiremez, şimdi inanamaz, şimdi sevemez, şimdi düşünemez gibiyizdir. Bir iyilik mi yapacağız? Şimdi zamanı değildir sanki. Hayatımızın gidişini beğenmiyoruzdur. Ama şimdi düzeltmenin zamanı değildir. Birisine gülümseyeceğiz veya bir söz söyleyeceğiz zamanı değildir, değildir. Öyleyse ne zaman, hangi zaman? Bu gidişle de hiç gelmeyecek bir zaman. Sonra da beğenmediklerimize zamanla alışacak, diğerlerinden de bir şekilde uzaklaşmış olacağız. Belki de değişen şartların eliyle uzaklaştırılmış olacağız.
İnsanın erteleyeceği işleri olsa da, erteleyeceği zamanı yok.
Ertelemek ümit midir? Eğer böyleyse ne kadar boş bir ümit. Hangi kapıya götürebilir ki bu ertelenen zaman?
Erteledikçe sanma, erteledikçe say ki yaşanmayacak.
Zaman üzerinde de havf ve recayı yürütmek lazım. Bu dalgalarla duymak onu ve hatırlamak geçişini…
Yalnız şu an’ın başındayız. Kapıyı açıp içeri girmeliyiz yoksa bu vagona da binemeyeceğiz. Bunun da arkasından hasretle, esefle bakakalacağız.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Beklediğimiz Zaman / Ay VaktiDiyar-ı Gurbet / Şeref Akbaba
Görmenin ve Duymanın Düğümleri / Necmettin Evci
Eski Bir Zarf ve İmlâ / Ali Yaşar Bolat
Yaşamak / Yavuz Ertürk
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…