I.
Ey ayağımdaki çingene dili ayakkabı,
Adımla geceyi
Tanımlanamaz ufukların çatal dürbünü eşliğinde
Rengi solgun bir akasyanın rahiyasına bu gücü,
Akıp giden bir tren mi taşıdı, söyle.
Bir defnenin, kemirilişlerle gücendirilmiş öykü oluşu
Kimlik eksikliğimin üstüne
Yolunmuş bir karanfil kokusudur,
Cevşenimin üstünden yüreğimi hançerleyen.
Ayalarımda toplanan ilik ucu gülüşlerin kıvrılışına
Soykıran bir eylül gününde boyun eğen,
Kın ve kılıca, yeşil ipeğin öfkesi düşerken,
İlençler örtünen kelebeklerce yazdırıldı
Bu köhne dünyanın, dayanılmaz ızdırabı.
II.
Küçük bir imlâ ile koşarken,
Tavafa en cesurları
Kapaklandı gökyüzüne, Yâkub’un avuçları.
Gülüşü dişlenen kadınların,
Kesilişi sütlerinden,
Mısrâyim’e gark edilmiş Yusuf’un yalnızlığı.
Dinledim, bu kulakları sağır eden haykırışları,
İnatla, aşkın bir ten okşamasında kalışını.
Darası örselenmiş,
Bir yolcu vagonunda,
Yarıklardan sızarcasına esrimiş kanatları.
Ufuk çizgisinden başlayarak,
Sarmış dört bir yanı,
Kuşatılmış gecenin, hiyeroglif baskısı.
III.
Uçurtmanın kasnağına gerilmiş gövdemi,
İnce bir süpürüşle dağıtır, bu rüzgar
Kendi kavkısının üstüne.
El emeği tezgahlarda,
Dokunmuş gülüşleri,
Zerkederek, dağılmış zamanın işleyişine
Yeni bir dünya yaratır;
Öfkeyle silinirken eski bir zarfın üzerinde.