(Bahattin Karakoç’un Şiiri)
Son dönem şairlerimizin “Aksakal”ı Bahattin Karakoç’u uzun yıllar öncesinden tanıyor; sıcak, samimi ve mü’mince duruşunu daima hayırla yâd ediyorum. Birlikte bir çok şiir şöleninde beraber olduk. Yaşadığı Maraş’a gidip sohbet etme imkânı bulduk. Senelerin birinde (1995) “Beyaz Dilekçe” isimli, ödüllü Münacaat’ının kapak tasarımını yaptık. İmzalı eserlerine sahip olduk…
Bahattin ağabey, şiirimizin gerçek ustalarından biri ve bize göre epeyce önde gidenlerindendir. Hayatını edebiyatın bu sahasına hasretmiş, pek çok şiir kitabı neşrederek hayırlı hizmetini sürdürmüştür. Hakkında çeşitli yazılar kaleme alınmış, özel sayılar yayınlanmış, kendisiyle uzun röportajlar yapılmıştır. Kardeşi merhum Abdurrahim Karakoç da milletimizin yetiştirdiği büyük şairlerden biri olarak tanınıp sevilmiştir. Yine yakından tanıma bahtiyarlığına eriştiğimiz Abdurrahim Karakoç’un şiiri üzerine “İlim, Kültür ve Sanatta Gerçek” isimli aylık bir sanat dergisinin Eylül 1979 tarihli nüshasında neşredilen bir yazımızı hatırlatmadan geçmeyelim. Kendisiyle ilgili hatıralarımıza ve şiirinin hususiyetlerine dair daha geniş çaplı bir yazı da kaleme alırız inşallah.
Bahattin ağabeyin ilk okuduğum şiir kitabı, 1975 yılında Türk Edebiyatı Yayınları arasında neşredilmiş olan “Sevgi Turnaları” dır. Sözü edilen yayınlar arasında, şiir dizisinin ilk eseri olarak neşredilen ve kapağında sürü halinde giden boz turnaların pek güzel çizilmiş resimleri olan bu küçük kitapta, 5 bölüme sığdırılmış 45 adet şiir bulunuyor. Bize göre, büyük bir kısmı hece, bazıları da serbest vezinle yazılmış bu şiirler, şairin daha sonra yazacağı yüzlerce şiirin muhteva ve biçimine dair ipuçları vermesi sebebiyle önemini korumaya devam ediyor.
Hemen hepsi, millî ve dinî duyarlığa sahip, içli ve çalışkan bir adamın mısralarıdır bunlar. İçinde Dede Korkut, Yunus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu havası seziliyor. Kendi toprağına, milletine ve onun inançlarına bağlı bir yüreğin içli haykırışları duyuluyor. Kimi zaman içe sıvanmış bir hüzün, kimi zaman dışa vurulmuş bir sevda şarkısı gibi görünen bu şiirler, sağlam kurguları, iyi bulunmuş kafiyeleri ve muhteva özellikleriyle de kendini gösteriyor. Onlarda eskiden görülmeyen teşbihler, söyleyiş biçimleri ve yine yeni bir forma ulaşmış şiir kalıpları görünüyor. Bazen çok uzun mısralarıyla nesre yaklaşan şiirler yanında 7 ve 8 heceli eserler arz-ı endâm ediyor.
Şairin masalları bitip tükenmez. Nitekim o, bazen elinde bir gül çubuğuyla, alageyiğe binip gökyüzünde seyrana çıkar, bazen de şiir çobanlarıyla birlikte, atlar üstünde, şafaklara doğru yol alır. “Şiirdir kanatlarını çırpa çırpa uyanan / Seher vakti doruk doruk içimde” der şair. Yerinde duramaz ve bir topaç gibi döner ayakları üstünde. Gözleri çok ama çok ötelere bakmakta, daldığı secde denizlerinde ne ayrılık, ne sayrılık hissi duymaktadır. Hiç durmadan “Bana seni gerek seni”kumaşı dokuyan bir ustadır. Yavrusunu yitiren bir dişi deve gibi süt sızısı duymaktan hiç kurtulamayıp, hep eve dönmek ister. Ev dediği, kutsal ocağı, içinde Kur’anlar okunan bir kutlu baba yurdudur. “Ben aşk, sevgi ve imanı ak kanat yaptım /
Siz bana ayarlayın bütün saatleri” diye ünler. “Eski kayalardan ip sarkıtıyor / Sevgiyi horlayan buzul tiranlık / Beni ölüm değil kin korkutuyor / Bütün kuyuların dibi karanlık” diyerek yaşamaya mecbur edildiği vahşi medeniyete baş kaldırır.
Karakoç, tabiatla iç içe ve ona hayran bir şair olarak, hem yaşadığı yörenin, hem gezip gördüğü Anadolu’nun resimlerini çizer mısralarıyla. Dağ yollarında gezinmeyi kentlerden kurtuluş için bir çare olarak görür. “Kanını yalasın diye bıraktım yaralı kentleri / Uygarlığın siciminde sallanırken insan etleri” deyip bir dağ köyünde doğduğunu ifşa eder. Her tarafı dağlarla kuşatılmış bu köy, kulağına okunan ezan ve “Dost” denilince yüreği sökülürcesine çırpınan babası, kılavuzudur. Sabah aksam güneşi, ayı, yıldızları kovalamış, dost adını şiirin gök mermerlerine tutkuyla yazmıştır. Şehirlere seslenirken:“Dönersem sizlere bilin, başka türlü döneceğim / Kürşat, Alparslan, Fatih ve Yavuz gibi görüneceğim!” diye haykırır.
Dostluk, Karakoç’un şiirindeki vazgeçilmez temalardandır. Hep onları bekler ve gelip bir acı kahvesini içmelerini ister. Onların kimisini burçlara dikilen bayrak, kimisini bıçaktan korkmayan bir kınalı koç olarak görüp, hepsine selâm gönderir.“Ey hak rızasında birleşip sevinen dostlar / Size verdim bu sofrayı şiir başaklardan” diyerek bütün şiirlerini onlara armağan eder.
Dost, kuşlara “dur!” demiştir
Göğe mıhlanmış kanatlar,
Kaynaşmış kuşlarla atlar
Sabır kıvama ermiştir.
…
Dost sızıma “dur!” demiştir;
Bir soluğa sığmaz payım
Solmaz gülüm, batmaz ayım
Aşkım kıvama ermiştir” diyerek yine dostuna müjdeli haberler uçurur.
Biz bu kısa yazıyı Bahattin ağabeyin “Seyran” isimli eserinde kayıtlı bir şiirle bitirsek olmaz mı?
“Renk renk ufuk bahçesine
Çıkar bir dağdan bakarım
Muhammedîdir kökenim
Latinsiz sağdan bakarım
Aşk uğruna esrik gezen
Şol duraksız âşık benim
Seferim çıplak atlarla
Gümbür gümbür salâtlarla
Hep Kur’ânî halatlarla
Bağlanır, bağdan bakarım
Figürlerde yalap yalap
Parıldayan ışık benim
Bir Kûfî yazı edâmız
Harman yeridir odamız
Bir’dir, Rahîm’dir Hüdâmız
Yeni bir çağa bakarım
Pişmişlerin kapısında
Aşınmayan eşik benim”