Mehmet S. Fidancı

Elimdeki kitabının adı KALBİN ORTA YERİ. Şiirleri de kalbin orta yerinden sanki başlarını çıkarmış etrafını tanımaya çalışan körpe çocuklara benziyorlar. Bu çocuklar, çevrelerindeki olan biteni anlamaya çalışırken tam da kitabın adındaki gibi kalbin daha kararmamış  sesiyle mırıldanıyorlar. Bu bakımdan şiir diye okunmayı hak ediyorlar. Şundan: Şiir muhatabını bulana kadar kendi aynasıyla alışveriş yapan bir fiildir. Yâni bir çeşit iki ayna arasına konmuş elmanın aynalar içindeki görüntüsünü saymaya benzer. Şiirin muhatabı da essahtan okuyucu ise o aynanın birini kaldırıp onun yerine kendisini koyan okuyucudur. Mehmet Fidancı’nın önceki şiir kitaplarıyla tanışmış olmakla şimdiki yazıya mevzu teşkil eden şiirleri şairin şiir çizgisindeki yürüyüşünün vardığı son nokta olması bakımından ele alınmıştır. Bu yüzden sadece bu kitabıyla haşir neşir olacağız. Okuyucusu ise bu şiirlerden sonra ağzında kalan tadın öncesini merak edip kendisi bulacaktır. Bu cümleden Hayâli Beg’in şâir ZÂTÎ’nin şiirinde tuzdan söz etmesi üzerine padişaha , sultanım Zâtî şiiri yenir nesne sanur gammazlamasına özenip Ragıp KARCI şiiri yenir nesne sanır diiyenler çıkabilir düşüncesiyle tad meselesini açıklamalıyım. Şiirden tad almak elbette ki manevî bir tad hissidir; ve Fidancı’nın şiirinden tad almak da yemekle v.s. İle ilgili değildir. Son zamanlarda mütefekkir koltuğunda oturup okuyup nasılsa kendince mânâlandırdığı bir iki beytin her okuyucunun kalbî idrâkine ayrı ayrı manalar  ihtar, imâ ve ihbar edeceğini anlamaktan âciz nâdânlara kulak asmadan kervanımızı yürütüyoruz. Paçalarımızda bir iki yırtık her zaman olageldi. Biz şimdi Fidancı’yı okuyalım. Kitabın sayfalarında ilerledikçe önceki kitapların en azından benim hafızamdaki izleri ortaya çıkıyor. Anlaşıldığı kadarıyla da şiirinin ciddi anlamda  çizilmiş sıkı bir çizgisi bu kitapta bize zorluk çıkarmayı önlüyor. Bu bakımdan ulaştığı bu seviyeden şiirine bakmak bizi yanıltmayacağı kanaati ile :
Bu şiiri de kendim bildim
öncekilerin nezdinde/ bir sebep-sebepleyin
….. Atlantik veya Akdeniz ne fark eder New York/ Londra/ Paris … bir de suriye antetli/ en önemlisi bîgâne kumaş.
Bu şiir Fidancı’nın zihnen ulaştığı noktayı işaret ediyor ve çoğu zamanımız şâirinin ıska geçtiği bir idrâki haber veriyor.. YERLİLİK. Yerlilik bir idrâk  meselesidir. Sanat ehlinin zamanımızda içinde yuvarlanıp acısını çektiği ama idrâkine uzak kalmayı tercih ettiği bir hususiyettir. Sezâi Karakoç üstâdın İkinci Yeni şiiri için yaptığı tespitleri ezberleyip o şiiri tekfir ve tezlil edenlerin  düştükleri yanlış yukarıya aldığım mısralardaki âidiyet idrâkine ilgi duymamalarından kaynaklanmaktadır. O şairlerin bir medeniyet meselesi yoktu. Bu noktayı bir kenara atıp saf şiir bakımıından ele alındığında o şiirin çok da kaliteli olduğu görülecektir. Mehmet Fidancı’nın da zamanımız şâirlerinden ayrıldığı nokta, bu idrâki bize ihbâr etmesidir. Mısralar arasındaki ne fark eder cümlesini ben büyüttüm. Sezâi KARAKOÇ’un Leylâ’yı tarif ederken sözünü ettiği ekmek Fidancı’da kumaş olarak karşımıza çıkıyor. NE FARK EDER: Sezâi BEY şöyle diyor: Ekmek ha bakkalın olmuş/ ha Cabare de Paris’nin. Mehmet FİDANCI’nın işaret ettiği de o.
Mehmet Fidancı şiirini okurken bir harita ihtiyacı duymadan edemiyorsunuz. Sizi bilmem ama ben, kelimelerinin arasında gezinirken, yukarıda saydığı mekânların bize el salladıkları duygusuna kapıldım.              “ kesiliyor
            yatağından yavaş yavaş
            kanayan bir ödemle
            de kanayan Dicle 

            …Ve bir pençe birden
            hazırlıksız kaldırır kabuğu
            iter kendini vahşi tırnak
            tam da yaranın ortasında

            Ne dersiniz erenler
            biz de oradan
            girelim mi Bağdat’a”
Fidancı’nın şiirini okunduğunda özellikle bu gibi dizelerde sözü edilen şehirlerin, değişik topraklarda, her hangi bir belgesel metni hazırlandığı duygusuna kapılabilir insan. Sebebi de şu: Şiire bu şehirlerde yaşanan insanlık felâketini imâ edecek cıvık bir mağduriyet hissi ve trajik bir edâ yüklemiyor. Takındığı insânî tavır şiiri de sahih bir zihin sahasında idrâk etmemize yarayan bir sıradan sözler manzumesi yapıyor.
Sanatımızın, daha doğrusu şiirimizin bu günkü durumu benim aklıma gelen en kolay tabir olarak kasavetle anlatılabilir. İsmet Özel’in yıllar önce edebiyatımızın hâlini  tarif sadedinde ortaya attığı “ edebî iktidâr” kavramı özellikle düşünce hayatımızda üzerinde kafa yormak yerine tersine bir kabul gördü. Edebî iktidarın varlığının bu cümleyle farkına varan edebiyatçılarımız ( mız ekini fikri yakınlık iddiâsındaki kalabalıkları izah için kullandım) iktidarlarca kabul görmeyeceklerini düşünmüş olmalılar ki arkadaş gurupları arasında kendi iktidarlarını inşaya çalışarak; tersinden bakıldığında edebî muhalefet gurupları oluşturdular. Geçen kırk yıllık süre içinde açılıp kapanan dergiler, toplaşıp ayrılan; küsüp barışan arkadaşlar ciddi bir sayıyı ifade etmektedir. Bu kitabın girişinde de ifade etmeye çalıştım: Kelimeler, cümleler bir araya getirildiğinde getiren eserine şiir dedi ise ve  edebî iktidar gurubu şiir dediyse şiir sayıldı. Bu hengâmede sahih şiir kenarda kaldı ve şâirleri bu hâli uzaktan seyirle yetindiler. Aslında iyi de oldu. Çünkü sahih şiirin münşîleri kendi şiirleriyle daha çok yalnız kaldılar ve şairle şiir biribirini daha iyi tanımak imkânını buldular. Mehmet Fidancı’nın şiirinde ilk göze çarpan hususlardan biri de bizi sofrasına davet ettiği yalnızlık taamıdır.
“ Ah bu bükük nefir
            inanılmaz uğultu
            bakmayın öyle selem ağacına
            göz göz olmuş yanıbaşında hurma
            gölgeliklerde yüzlerce tıfıl
            Dört yol ağzında Bâbil
            dan gelir nedense arap
            arap tarlasına ( Kalbin Orta Yeri Arap Tarlası shf.17)

Anlatılanların Fidancı’nın yalnızlığıyla ne ilgisi var diye sorulabilir. Dinleyen söyleyenden; okuyan yazmış olandan ârif gerektir meselini hatırlayarak çezmeye çalışalım: Dikkat edilmeli; şâir bize îmâ ettiği hâl için vâveylâ koparmıyor. Haber verdiği durumu şiirine sadece dolgu veya reklam malzemesi yapmıyor. Şiirinin damarlarında gezdirdiği bu acı bir istismar konusu olmadığı için şairiin yalnızlığı hesabı kendisiyle görmesinden kaynaklanan bir yalnızlıktır. Mehmet Fidancı’nın kalabalıklarca okunmamasının sebebi bu istismardan uzak, sahih bir dert ortaklığı halidir.
Kalbimin iişi tamamdır Züleyhâ
derinleştikçe Yusuf
sen iken yazgımın ergenlik buğusu
sen iken göğsümde koptu sayhâ
koptu kum fırtına

İfadedeki yalınlık yalınkat bir sadelik değildir. Essahtah bir sadeliktir. Sebebi de hem çağdaş hem yaşdaşları gibi kadîm hassasiyetten uzak olmamasıdır. Kullandığı sözler sadece ifadeye yarayan ses yığınları değil, beslendiği memenin hakkını ve haberini veren kelâm hususuyeti taşıyan kelimelerdir. Şimdi zamâne molla Kasımları kelâm ile kelimenin farkını soracaklar. Keşke sorsalar. Sadeve dedikodusunu yapacaklar, ama olsun yaparlarsa da bir kazançtır. Biz Mehmet Fidancı’nın kelimeyi kelâm hâassiyetine bürüdüğü şu satırları okuyalım:
sen iken kapıldım
            da kapandım çölün rahmine
            sen iken bilmenin bir bedeli vardır
            gözlerine inmenin bir bedeli vardır
            sen iken serpilmektedir bedenim
            sen iken geçer aşkın semenderi
            âteş-i dilden içeri
şiirin sonunda geldiği yer Fidancı’yı sahici şair yapan bölümdür. Reklam kokusu, samimiyetsizlik hissi almayacağınız mısralar:
Sen iken sürgülendim ye
            çöl rüyâ, Nil rüyâ, zindan rüya
            sen iken sınandım da
            sen iken bedellendim sana
Şairler ifade ettikleri rüyalarıyla şiir ikliminin her an bir ihtilâl ihtimâli taşıyan tedirginliği ile yaşarlar. Çünkü hâyâl ve düş dünyalarının ortaya çıkardığı imkânları kullanmakta ve bu imkânları hak etmekte gösterecekleri kabiliyet sözünü ettiğimiz dünyalarının da yukarıda haber verilen SEMENDER gibi bir kaleme sahip olmalarını gerektirir. Yâni ikinci hatta üçüncü kabiliyet ihtiyâcıdır bu. Bu şu demektir: Şâirler elde ettikleri söz malzemesini tasarrufta aynı hak ve imkâna sahiptir. Önemli bir özgürlük alanıdır bu. Fakat rüyâlarını söz bineğine ters bindirip onları harcayanlar için bu özgürlüğün ne anlamı kalır? Şiirin gideceği yer anlaşılsın anlaşılmasın değil; hissedilsin edilmesin bir idrâk sahasıdır. Bu saha da insan, yâni okuyucu zihnidir.
Fidancı rüyalarını ve bu rüyaların yaşadığı hercümerci hak eden bir şiirin sahibidir. Bu şiir şiirimizin geleceği için de bir sürü imkân taşımaktadır. Kitaba adını veren şiiri:

KALBİN ORTA YERİ
burası kan kırmızı
Yalar balçığı
gezine gezine ıslak dili şâirin
tam da şuraya amber yağı
şuraya soğuk merhem, panzehir
şuraya ezilmiş incir
sevgiliye şifâ ilâcı
Katran ile sarılır mendil
ki kesilsin pıhtı kapansın sır
kapansın dipteki acı

Sen de anlat
hangi mahzende yaşanır
büyük aşklar büyük koparılıp
koparılıp bağından salkımlar
hangi yürekte mayalanır
ağır şarap
sen de anlat
toprağı kucaklayan nehir
derin kesik içe damlayan kanama
akan yeryüzü, dağılan zakkum
anlat sen de yarakurdu
nasıl durur orta yerde
kaburgayı çatlatan zulüm
bu kalbi tanıyın
yaklaşıyor ölüm

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Beklediğimiz Zaman / Ay Vakti
Diyar-ı Gurbet / Şeref Akbaba
Görmenin ve Duymanın Düğümleri / Necmettin Evci
Eski Bir Zarf ve İmlâ / Ali Yaşar Bolat
Yaşamak / Yavuz Ertürk
Tümünü Göster