Hap

Dünyadaki her şey gibi onun hayatı da geçiciydi. Bir kaplumbağanın sürüngenliğinden farkı yoktu onun her adımının. Her adım er adım mıydı peki? Sınav kâğıtlarının arasında boğulmuş hali, yıkıcı bir gülümsemenin altında ezilmişlik hissi, tüm benliğini kaplayan bir kâbus gibi çökmüştü sessizliğine. Yağmur doluya, dolu yağmura yerlerini devreder şekilde peşi sıra nöbetlerini paylaşmışlardı. Bense camın bir kenarında kırık bir vazo arkamda, sessizce pencereden seyrediyordum her şeyi. Bir bıçağın keskinliğinden zarar gelmez endişesizliğiyle kıvranamayan bedenimin uçuk sarı rengine kanıp kapılıp kalan o kızın derdini hala çözememekti belki de kaderim. Kırmızı kazağıyla yeşil eteğinin tuhaf uyumu beni iyice cezbetmişti. Saçlarını boynunun yan tarafında toplaması yok mu? Kahvenin keskin kokusu birden gözlerimdeki uyku halini çekti aldı benden. Elimde ecnebice hazırlanmış sütlü kahve, pencereden öylece baktım. Füme paltosunun düğmelerinin hepsi ilikliydi, başında fötr şapkası ve şemsiyesiyle tam bir Fransız stilini taşıyan bedenini kaplayan ruhu doğunun en ince zevkiyle döşenmiş Türkmen halısından desenler taşıyor hissini uyandırdı bende. Ne de olsa, kimse göründüğü gibi olmazdı, ben de dâhil. Kendime bile itiraf edemediğim şeyleri geceleri zihnimde kâbusa dönüştürmek olmasa bu hayata tutunmak için belki de hiç geçerli sebebim olmayacaktı zaten. Burnumun içinden geçerek beynimin belirli bir bölümünü uyaran kahve tam da istediğim gibiydi. Kaşığı bardağın içinden çıkarttım. Eski Beyoğlu sokağı sakinlerinin o severek yediği kırık çikolatadan istemişti canım. Gözlerim pencereden bir türlü ayrılmadı. Paltolu adamın elleri arkasında toplanmış, büyük ama yavaş adımları… Televizyonu tamir ettireli üç gün olmuştu. Ancak dizileri izlemekten mahrum kalan bir kadının çile çekmişliğini yaşamış olan bendeniz için Beşiktaş maçlarını seyredememek II. Dünya Savaşında yapılan Nazi işkencesinden daha ağır geliyordu bana. Adamın ayakkabıları siyah rugandı. Cam buğulanmış da olsa görebiliyordum. Küçükken cama çizdiğim gizli aşklarımın isimlerinin baş harflerini kimse görmesin, diye elimle sildiğim günlerden birinde olsaydım “yine aynı şeyi yapar mıydım’’ bilemem. Kâbus görmeye alışkın olmak benim zorunluluğumdu en acımasız günlerimde. Günler acımasızdı, herkes bana acımalıydı. İntihar girişimimin en başarısız üçüncüsünü de gerçekleştirmenin gururu vardı içimde. İlaçları çıkarmak için midemi yıkadıkları o gece hortumun acısı henüz geçmemişti ki ertesi gün feci şekilde parmağımı kesmiştim. Kan akıtmanın kutsal olduğu ayinlerin bir kurbanı gibiydim şimdilerde. Dünyaya bakış açımın değişmesini isteyen bir kız arkadaşım olmuştu. Yakışıklılığımın farkında olmalıydı. Dış görünüşün hayata bağlanmaya daha da istekli kılacağı şüphesizdi ona göre. Hep bakımlı olmamı öğütlerdi bana. Bense yakışıklılığımdan emindim. Otobüste bana bakan ergen kızların bakışlarından da anlayabilmiştim bunu. O yüzden hep boşunaydı öğütleri. Ayrıldığımız gün sevgililer günüydü. Hediye niyetine kabullenmiştik bu bitmişliği. Şubatın soğuğuyla başarısız sevgili davranışları denemelerim aramıza girmişti. Evet, hiç becerememiştim iyi bir âşık rolünü oynamayı. Aşkı zaten kimliksizliğimden kaçış olarak görüyordum. Bir nevi kendimi tanıma isteği… Oysa, felsefi bakış açımdan muzdaripti. Kedi sessizliğiyle dinliyordum her gün başından geçenleri. O ise, benden yorum yapmamı bekliyordu ne yapması gerektiğine dair. Akıl hocasıydım yani. Aklımın sınırlarını zorlayamadığımdan akıl hocalığından istifa etmem gerekiyordu. Her gün yaşanan aynı şeylere farklı yorumlar getirmek her babayiğidin harcı değildi. Kendimi bir babayiğit olarak da görmediğimden elimden bir şey gelmedi. Sadece dinliyordum onu. Sessizce. Paltolu adamın yanından siyah bir köpek geçiyordu. Sadece ikisi vardı sokakta. Açık cüzdanımdan dağılan paralar koltukta duruyordu. Üniversitede okuduğum zaman babam ne zaman para göndermek istese başka bir hesap numarası bildirirdim ona. Paraya ihtiyacım yoktu ki. Budist rahipleri gibi turuncu giyinsem kimse benim semavi dinlerden birine mensup sayılan kişilerden olduğumun farkında olmayacaktı. 70’li yılların efsanesi Hippilerinden farkım yoktu yaşantı olarak. Çeşitli ilaçlar denemiştim ancak bana etkileyici şeyler lazımdı, bu kahrolası düşüncelerden yara almadan sıyrılabilmek için. O yüzden, en kuytu varoşlarda takılmam gerekliydi. Kendi asaletime, saygınlığıma yenildim. Adamın geçtiği yol çukurlu olduğundan, küçük çamur havuzları oluşmuştu. Sokaktan geçişi film şeridinden daha kısa olsa da, benim için gayet uzun bir zamandı. Göz açıp kapatıncaya kadar geçen zaman dilimi bana göre yılları kapsardı. Kendimce unutmaya çalıştığım ama unutamadığım bu kahve fincanındaki eriyen ilaçları yutma yöntemim sırf kendini korkutmak için gerilim filmi izleyenlerin durumuna benziyordu. Sessizce gülümsedim. Adam yan sokağa dönmüştü.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

149. Sayı / Mart – Nisan 2014 / Ay Vakti
Bilmediğini Bilmek ya da Nahşep Kuyusu / Ay Vakti
Şiirde Hasbilik / Recep Garip
Bugün Neyi Arıyorsan / Semra Saraç
Misk / Semra Saraç
Tümünü Göster