Merhum Mustafa Miyasoğlu, Kayseri Merkez Melikgazi ilçesi Gülük Mahallesi’nde, mihrap çinileriyle ünlü tarihî Gülük Camisi’ne bitişik, yonu yapılı, iki katlı bir küçük evde 1946 yılında doğdu. Babası Şamilli’nin Osman Ağa diye bilinen bir küçük esnaftı. Ayakkabıcıydı. Mustafa, Mehmet Karamancı ilkokulunu bitirdi. Ünlü hikâyeci Emir Kalkan orada sınıf arkadaşıydı. O yıllarda Kayseri’de fakir aile çocukları için bir imkân daha doğmuştu. Askerî Anatamir Tank Tamirhanesi de denilen Kara Kuvvetleri’ne bağlı fabrika bir çırak okulu açmıştı. Her yıl elli öğrenci alıyordu. Bu süreç beş yıl devam etti. Beş yüz öğrenci arasından sınavla ellisini seçiyor, onları okutuyor, fabrika için kalifiye teknik eleman yetiştiriyordu. Bu okul aynı zamanda yatılı idi. Zekî ve kabiliyetli halk çocuklarının her türlü iaşe, ibate ve eğitim masraflarını karşılıyor, bunun karşılığında üç yıllık bir mecbûrî hizmet süresi koyuyordu. Miyasoğlu, bu okulun üçüncü dönem öğrencilerinden oldu. Orayı bitirdi ve ayrıca hariçten ortaokul bitirme sınavlarını vererek ortaokul diplomasını aldı. Gündüz işçi, akşam öğrenci olarak Kayseri Akşam Lisesi’nin dört yıllık eğitiminden sonra istanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) Bölümü’nü kazandı. Oradaki dört yıllık gece eğitiminden sonra uzun yıllar edebiyat öğretmenliği ve okutmanlık yaptı. Görevlerinin arasına beş yıllık Pakistan Türkçe öğretmenliğini de ekledi. Bir taraftan da yazı hayatını sürdürdü. Edebiyat dünyasına şiir yazarak girdi. Sonra
hikâyeler, romanlar, piyesler, deneme, inceleme ve eleştiriler kaleme aldı. Kitaplar yayınladı. Edebiyat dergisi çıkardı. Pek çok edebiyat ve fikir dergisinin yazı kadrosunda bulundu. Gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Konferanslar verdi. Büyük Doğu fikir ve kültür ortamı içinde yetişti. Necip Fazıl mektebinden mezun oldu. Merhum Üstad’la ilgili güzel yazılar yazdı, kitaplar yayınladı. Son derece verimli bir yazı hayatına sahipti. Ehl-i kelâm ve ehl-i kalemdi. Biyografiler, monografiler hazırladı. Antolojiler düzenledi. Osmanlı Türkçesinden günümüz Türkçesine, eski yazıdan yeni yazıya naklettiği birçok eseri gün ışığına çıkardı. Deneme ve incelemeleri, biyografi ve monografileri şairliğini biraz gölgede bıraktı. Suffe Kültür Sanat Yıllıkları’nı hazırladı, yayınladı.
Eserlerini önce zihninde tasarlar, tamamlar, sonra kaleme getirirdi. Akıntıya kürek çekmedi. Son derece disiplinli ve çalışkan, üretken, doğurgan, velut bir yazardı. Sürekli projeler peşinde koştu. Tam bir kültür, sanat, edebiyat, dava ve fikir adamı olarak ömür sürdü. Müslüman ve mütedeyyindi, âbitti. Prensipleri olan bir adamdı. Adam gibi bir adamdı. Kendisi pek çok üstattan beslendi. Eserleriyle, yazılarıyla, şiirleriyle, konuşmalarıyla yarım asırdır genç kuşakları besleyen şahsiyetlerden biri oldu. Her hayırlı teşebbüse, girişime, faaliyete destek verirdi. Yayınladığı kitapların daha geniş kesimlere ulaşması için özel bir gayret gösterdi. Kültür gezilerini çok severdi. Sınıf arkadaşımız Yazar Ahmet Özdemir’in de dediği gibi “Âkif duruşlu” bir yazardı. Necip Fazıl tavırlı bir aydındı, imanından, islâm’ından asla taviz vermezdi. Bu konuda tavizkâr davrananları asla affetmezdi. Allah ve Resulünün sevdiklerini sevdi, sevmediklerini sevmedi. Konuşkandı, ancak asla boş konuşmazdı. Konuşmalarından ilim, fikir, kültür, edebiyat ve hikmet fışkırırdı. Bir çağlayan gibiydi. Meselesi, davası olan adamdı. Davası islâm ve insanlık davası idi. Kula kulluk etmedi. Allah’tan başka mâbud tanımadı. Çocuklarını da kendi çizgisinde yetiştirdi. Oğullarının üçü de kalem ehli oldu. Özellikle ortanca oğlu Emre, edebiyat dünyasında Miyasoğlu soyadını yaşatacağa benziyor. Romanı ve hikâyeleri bunun işaretlerini veriyor. Kalemi oldukça kuvvetli. Aman bu işi bırakmasınlar, gençlik hevesi olarak düşünmesinler. Yazmada süreklilik şart.
Merhum, bin bir güçlükle yaptırdığı evini, konağını bir akademi hâline getirmek istiyordu. Bunu kısmen başardı da. Orada çok kıymetli sohbetlerin, toplantıların yapıldığını biliyorum. Sonuncusunu Yeni Şafak’ta Osman Akkuşak anlatmıştı.
Allah, evlatlarına ve Nilüfer bacımıza ecir, sabır versin. Allah, geride kalanlarına hayırlı ve uzun ömürler ihsan eylesin. Romanlarından biri Güzel Ölüm’dü. Mustafa Bey de bir güzel ölümle öldü. Yunus Emre atamızın dediği gibi : “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” , “Ölümden ne korkarsın/ Korkma ebedî varsın” Merhum Üstadımız Necip Fazıl’ın da buyurduğu gibi: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”.
Dostumuzun, arkadaşımızın, kardeşimizin, gönüldaşımızın vefatı Hakk’a vuslat şöleni olsun.
Allah bütün Müslümanlara rahmet eylesin. Mustafa Miyasoğlu’nun altı-yedi aylık hastalık süresini mağfireti için sebep saysın. Cennet ve Cemâl’ini ondan esirgemesin. Onu kul ve ümmet olmanın yüksek şerefiyle şereflendirsin. Ben, şahsen -eğer varsa- bütün haklarımı helâl ediyorum. Lütfen sizler de helâl edin. El-Fâtiha…