Edebiyatçı Olmanın Sorumluluğu

Şairler, edebiyatçılar söz ustalarıdır. Söz özden gelir. Özümüz de sözümüzdür. Şiirin hikmet olarak bilinmesinin nedeni de budur. Özlü, içli, inançlı dahası inanarak söz söylemektir şiir.
Ben şairim söylerim sözü
Şiirin içindedir özü
Bal yapmak arının ödevi
Hikmet olan şiir, baldır bal
Yüreğin varsa daldır da al
Yunus’tan aldık say, bu sözü
Şiir böyle akan bir ırmağa benzer. Şiir edebiyatın da önderidir, sanatın da. En üstte duran sanat, şiirdir. Sözün kalbidir.
Kalp ve gönül buluşmasıdır.
Elimi uzattım sen geldin
Nasıl olup kendini buldun
Ben Kırım’dan bir şiir aldım

Kırım bizim, şiir de bizim
Yüreğimi aha daldırdım
Şiirimi semaya kaldırdım
Yerli kalmak, kendi özünde kalmaktır. Kendi toprağında kalmaktır. Kendi toprağının şairlerini, edebiyatçılarını bilmektir.
Şiir çınara benzer.
Toprağın derinlerine kök salar. Hem yerin altında güçlü, hem de yerin üstünde ihtişamlıdır. Çınara benzer şairler, sanatkârlar ve edebiyatçılar. Güneşin aydınlatıcı ışığıdır onlar. Yunus Emre’nin ifadesiyle
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır”
Buradayız, yani sizlerleyiz, yani kardeşlerimizle birlikte olmanın tarihsel buluşmalarından birini daha gerçekleştiriyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar “Ne İçindeyiz Zamanın” şiirinde şöyle söyler;
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.”
Sürgünlere düşen yüreklerin kendilerini toparlamaları, sürgüne dair acıları, zulümleri unutmaları hiç de kolay değildir. İnsan, ne yaptığın ne de yapılanı asla unutmaz. Yapılan iyiliklerin unutulması tavsiye edilse de insanoğlu, yaşadıklarıyla gelecek için düşler kurar. Evinden, barkından, köyünden kasabasından, şehrinde ve ülkesinden sürgün edileni ancak bu hayatı yaşayanlar bilir.
Bu süreçte insanı kendi kimliğinden, kişiliğinden uzaklaştırmak adına yapılan eziyetler, işkenceler kimi şahsiyetlerin daha da bilinçlenmesini, düşülen yerden kalkılabileceğine inanmayı sağlar. Bu var olmanın, yeniden yağa kalkmanın enerjisidir. İnsanı insan yapan ana değer dili ile dinidir. Dil ve din insana tarih yazmasını bir coğrafyaya sahip olmasını da sağlar.
Sürgünlerde yaşayan insanlar insanlıklarını unutturmak için yapılan onca şeye rağmen, türkülerin, folklorların, manilerin, şarkıların varlığı, dilden dile dolaşan efsaneler ve destanlar toplumun bir araya gelmesini, yeniden var olmasını kendi kimliklerine dönmelerine de yol açar. 1944 yılında Orta Asya sürgünüyle başlayan Kırım halkının kendine gelmesinde önemli hayat hikâyeleri de mevcuttur.
Bunlardan birisi de Sabire Recepova’ın köyleri, kasabaları gezerek, evlerin kapılarını çalarak söylediği türküler ve şarkılar Kırım’ın evlatlarını bir arada tutmuş, dillerinin varlığını alsa unutturmamıştır. Bir insan öyle zaman gelir ki bir toplumu, bir milleti, bir devleti kurtarır.
Bir türküde toplumu besleyen husus, o toplumun kendi hususiyetleridir. Bir türkü toplumun her şeyini içinde saklar. Bir şiir bir toplumun varlığını, inançlarını, itikatlarını haber verir.
Bekir Sıtkı Çobanzade’de onlardan birisidir. Oldukça anlamlı şiirleriyle hayata tutunmayı, ayakta kalmayı, dillerine sahip çıkmayı öğretmiş şairlerdendir.
Çobanzâde bir şiirinde şöyle söyler;
“Yüreğe ateş düşse,
Alevi çıkmazmış dışına.
Çatlayıp ölemiyorum
Allah’ımın dileyip yaptığı işine
Doğduğun gün Yaradanım sana böyle yazmış;
Yaradanımın yazdığı yazıyı kim bozmuş?
Yaradanımın yaptığı işten kim kurtulmuş?
Güzel boyun senin yandı
Sana yanmayan kimse kalmadı
Sen aklıma düşünce
Seni görmek istediğimde

Araklara (ekin, saman yığını) çıkıp bakarım,
Araklardan çıkıp seni görmezsem
Çukurlara girip, yuvarlanırım!
Merdiveni yok o yerlerin, çıkıp seni görmeğe,
Anahtarı yok o yerlerin, açıp seni görmeğe.
Acı yerlerde biten ottan
Yorulan ata yem olur mu?
Kepenekler örtmekle çobanlara çardak olur mu?
Anasının kızı olup tutmadığı yastan sana yas olur mu?
Ana demek, Kâbe demek,
(Böyle) anaları bizim gibi kızlar arasa da nerden bulur?”
Kırım’da Akmescit’teyiz. Sürgünlerin ülkesi, şiirin intihar ettirildiği memleketimizdeyiz.
Kıyımın, yıkımın, imhanın, sürgünün zerre zerre içirildiği bir coğrafyadayız. Türküsüyle, şiiriyle, ninnisiyle bizimdir. Folkloruyla, aşıyla, aşığıyla, ekmeğiyle, çocuğuyla, kadınıyla bizimdir. Bu topraklar şiirin rengidir, ahengidir. Şiirin ve edebiyatın yükselişi, ülkelerin yükselme ve çözülme dönemlerinde daha çok kendisini gösterir. 1983’lü yıllarda şiir toplantılarına katılan şairlerden Çerkez Ali, Riza Halid, Bilal Mambet, İsa Abduraman, Zakir Kurtnezir, Kırım şiirini yeniden hareketlendirmişlerdir. Özbekistan Yazarlar Birliği bünyesinde kurulan Kırım Tatar Edebiyatı Şurası, Kırım Tatar edebiyatını ve dilini belirleyip araştırmak için konferanslar, bilgi şöleni ve çalışmalar da bu açıdan değerlendirilmelidir. 1968 yıllarında Nizamî adına Taşkent Pedagoji Enstitüsü’nde Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmuş olması da mutlaka dikkate alınmalıdır. Milli düşüncenin, mücadelenin bir cihat ruhuyla yapılabileceğine olan işaretiyle şiirin bir bakıma efsanesi olan İdris Aga Asa unutulmamalıdır. Annesine yazdığı bir şiirinde şöyle söyler;
“Kabul olur duasi her sözünde,
Anam buna, subhesiz ketti emin.
Hayal etem, o şimdi köz o gümde,
Başı toben, secdede, Ruhuna Amin!…”
İdris Asa’nin sürgünde “Menim Duam” şiirindeki çığlık şöyledir;
“Tanrı- Mevlam, sana ricam,
Bak bu Tatarın taliine.
Bu dünyada neler ola,
Garip halknin aleyine…

Bir sebepsiz yurttan mahrum
Saçıldılar yollar boyu
Biri sırtta, biri Şarqta,
Darma –dagın tuvgan soyu.

Evlatları qan tokeler
Yurt aşqına cebelerde.
Ana-baba, hasta qartlar
Gurbet ilde…tolelerde.

Tanrı-Mevlam, saña duam
Kurtar bizni bu zulumdan.
Bizcun mında omür-azap,
Gönlüm toldu sonsuz gazap

Gece-kundüz bu accılar
Yüregimni yaqa menim.
Akşam yatsam tüşke kele
Kundüz kunü körgenlerim

Qayta qayta duam sana:
Sen çıdam ber hor halqıma.
Kün kelip zalımlardan
Öz akkını soramağa…”
Coğrafyamız o kadar çok büyüktür ki sınırlarını bile çizemeyiz.
Türkün cihana bakışı, güneşin aydınlatışı, ısıtması, kucaklaması gibidir. Birbirimize bakarken güneş gibi bakarız, ay gibi bakarız, bakışlarımız hilale dönüşerek yıldızlaşır. Şiirimizin de özü, düşüncemizin de özü budur. Milletin top yekûn halde birliği, kardeşliğini asla unutmamasındadır. Kardeşliğimizin merkezi İslam’dır, Kurandır.
Hepimiz biriz ve birbirimizden farkımız yoktur. Dünyadaki sürgünlükler geçicidir, asıl sürgünlük Allah’ın rızası dışında kalmaktır. Her birimiz bir tarağın dişlerine benzeriz. Birliğimiz dirliğimizdir, iriliğimizdir.
Dağların yücelikleri, sarplıkları, aşılmazlıkları bizim aramızı açamaz. Yollar bulur geliriz birbirimize. İşte dağları aşarak geldik size.
Şiir, sanat, edebiyat getirdi elbette bizleri bir araya. Oysa İslam kardeşliğimizdi Türk’lüğümüzdü bir arada oluşumuz.
Büyük coğrafyamızda yetişmiş, Kırım’ın ve Türk’ün yetiştirdiği fikir ve düşünce adamlarımızdan birisi de kuşkusuz İsmail Gaspıralı’dır. Gaspıralı’nın Bahçesaray’da çıkardığı Tercüman gazetesi Türklük âlemini derinden etkilemiştir.
“Dilde, fikirde, işte birlik” şuurunu ortaya koymuştur. En büyük ihtiyacımız olan dilde, fikirde (yani İslam’da) , işte birlik bu gün yeniden bizleri birbirimize yaklaştırmış olan bir düşüncedir. En çok bu düşünceye, bu düşünceyi hayata geçirmeye ihtiyacımız vardır. Coğrafyamızın parlayan yıldızları olan Hoca Ahmet Yesevi, Gazi Bora Giray Han, Abdülhak Hamid Tarhan, İsmail Gaspıralı ve Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov gibi üstatlar kardeşliğimizin vaz geçilmez unsurlarıdır. Kırım’ın ilk devlet başkanı ve Kırım millî marşının yazarı Nunman Çelebi Cihan ve Bekir Çobanzade’yi de asla unutmamalıyız.
Kırım’lı kardeşlerimizi biz hiç unutmadık. Güneşten bir parçayız her birimiz. Her birimizin aydınlık yüreği insanlığı aydınlatacak düzeydedir. Biliriz ki gurbet, sürgün, vatan, hasret kokar yüreğimiz. Biliriz ki acılar bizi döndüremez yolumuzdan.
Yolumuz birdir bizim
Kıblemiz birdir bizim
Soyumuz birdir bizim
Birdir Allah, birdir Allah
Birde birlik, birdir bizim
Türk şairlerini şehit eden Stalin unutulur, lakin vatan uğruna, millet uğruna din uğruna şehit olan Numan Çelebi Cihan, Bekir Çobanzade, Kazakistan’dan Mağcan Cumabayev, Azerbaycan’dan Ahmet Cevat gibi yüzlerce şehit şair-yazarımız asla unutulmaz. Bir asırdır yüreklerimizde yatan Mehmet Akif Ersoy, İsmail Gaspıralı, Sabir, Çolpan, Fıtrat gibi vatan şairleri asla unutulamaz. Onlar gönüllerde büyüyerek dillerimizden dökülen Fatihalarla, Yasinlerle yücelikler yücesine yürüyüşleri sürmektedir. Onlar, nasıl o günün şartlarında birbirlerini tanımışlar ve okumuşlarsa bizlerde bu gün birbirlerimizi tanımaya, okumaya mecburuz.
Bu günün şairleri Türk şiirinin, Türk dünyasının şiir nöbetindedir. Onlar hem Türkçenin hem de şiirin kahramanlarıdır. Yıldız şairlerimizden Yahya Kemal diyor ki “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır”. O nedenledir ki Vatan topraklarımızın sınırı ölçülemez. Sözlerimi Kırımlı şaire hanımefendi Emine Usein Eseyova’nın “Ah, Bülbül Sen Ötsen Susar Kargalar” şiirinden kısa bir bölümle bitirmek istiyorum;
“Tikenden gorgıp, gülni terk eyledin
Emekten gaçıp, bağnı terk eyledin
Küneşten bezip, künni terk eyledin
Bülbül sen bum tüşündin mı iç?

Ah, bülbül adın yüzünden silindi
Senin sırtına günahlar ilindi
Mertsiz, şerefsiz, ğurursuz bilindi
Bülbül sen bum düşündin mı iç?

Seni hor etip ömrüni garğarlar
Tevbeler eyle, toymazlar gavğalar
Ah, bülbül sen ötsen susar garğalar
Bülbül sen bum düşündin mı iç?

Mezar değil bağ sana ait bülbül
Qarğa değil gül safta ait bülbül
Qarğa değil aşk sana ait bülbül
Bülbül sen bum düşündin mı iç?”
Kırım, çocukluğumuzdan bu yana kalbimizde bildiğimiz kardeşlerimizin diyarıdır.
Muhabbetlerimizde Buhara nasıl geçerse, Endülüs nasıl geçerse, Kerkük nasıl geçerse Kırım’da öyle geçer, Karabağ, Filistin’de, öyle geçer. Buraya gelmeden birkaç gün önce kaleme aldığımı “Ah Kırım” şiirimle sözlerimi tamamlamak istiyorum:
Kırım, ah yaralı Kırım
Nerde kaldı benim yarım
İçim sürgün dışım sürgün
Toprağıma hasret kaldım

Köküm benim kara toprak
Toprağımın oğluyum ben
Özüm benim kardeş hasret
Dağlar aşıp gelmişim ben
*
Dağlar aşıp geliyorum
Ben Kırımı seviyorum
Dil de birdir, dinde birdir
Kendim gibi biliyorum
*
Tut elimi Kırım kardeş
Sensiz yürek yarım kardeş
Tevhit ile birleşmişsek
Diyelim Allahuekber

Ah Kırım, tuttum elimden
Kanımız aktı derinden
Bellidir göğün halinden
Diyelim Allahuekber

Ben yürekten yaralıyım
Ta ezelden buralıyım
Telli sazım curalıyım
Diyelim Allahuekber
Tek yürek olunca hiçbir güç sarsamaz. Tek yumruk olunca hiçbir yumruk mağlup edemez ve tek bir dil ile seslenince yer gök titrer Allahü ekber, Allahü ekber. Yaşasın Kırım’ın yüreği, yaşasın kardeşliğimiz, yaşasın göklerden gelen Vahiy “Elhamdülillahi rabbil alemiyn”.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

145. SAYI / TEMMUZ-AĞUSTOS 2013 / Ay Vakti
Gezi Parkı ve Hatırlattıkları / Ay Vakti
Saklı Mektuplar -78 / Şiraze
Edebiyatçı Olmanın Sorumluluğu / Recep Garip
Şiirin Öncülüğünde Bişkek’teyiz / Şeref Akbaba
Tümünü Göster