yüzümde gezinen gölgeyi görmesin diye
bakmıyorum karşımdakine
dokunmasın diye kimseye
ellerimi ceplerimde gezdiriyorum
gözlerim kapalı dinliyorum konuşmaları
ve gülümsüyorum kendime
bil Şirâze
hâlim hâl değil, bu hâl hâlledilebilir türden değil
mavinin sıcağı vuruyor tenime; kıyısındayım kum gibi, yosun gibi Kuantan’ın
sonra Han duvarları arasında sevinç dolanıyor eteklerime nem kokulu
kaçmaya hazırım o an, kaçırılmaya, kaçırmaya
ve gençliğimin bana yaptırdıklarını zeytin dalına asıyorum çaput gibi
düğüm üstüne düğüm atarken
ruhuna Fâtiha okuduğum dedem aksayarak yürüyor bana doğru
sen daha çıkmamışsın karşıma, ben daha kaybetmemişim seni
ve henüz yıkılmamış üzerime o ağır tavanlar, surlar, sütunlar
üstelik öğrenmemişim ben Şirâze
yürek nasıl ağırlaşır, bedeni asıl yürek taşır ve takılır arada atışları
çöktü mü aldanırsın, tükendi mi avlanırsın, karardı mı aydınlığa ne etsen çıkamazsın
kâbus telâşı, azabı, karmaşası düğümlenir de boğazına sıkışır kalırsın
Lodos var bugün; esiyorum sağdan sola,
bir de soldan sağa
önüme çıkanı dalgalarımla çalkalıyor,
E-5 üzerinden geçen kamyonların seslerini bastırmaya çalışıyorum
bahçede çoğalan ısırganlara bak Şirâze
yayılan sarmaşığa, orman asmasına, mor salkımlara
ortancaya, begonyaya, lilyuma bolca yer açmalı bu yıl
süslenmek için
bugünlerde sanki biraz kuş, biraz balık,
biraz da bulut olmalı
uzaklaşmak için
hatırladığım kadar seviyorum seni, seveceğim şekilde hatırlıyorum bir de
her ikindi sonrası yeniden terkederken hayâlleri
toz yığınları Aden’den yükseliyor üzerime
ve içimdeki o tamamlanmamışlık hissine düşmanca yaşamaya devam ediyorum
her sabah başladığımı her öğle vakti bırakıyor
her karar verdiğim başlığı bir yenisiyle değiştiriyorum
gülebildiğimde kızıyor içimde bir ses; ses ki sen değil, ben değil senden/benden hiç değil
yine sorup soruşturup bu sesin sahibini bulamıyorum
ey! ömrümün geri kalanı
kırılan yaralı dalım, en gizli yanım
ve kendimle dahi paylaşamadığım
ey! düşünmeye kıyamadığım
tarihini belirleyemediğim alışkanlığım
en hazin düş kırıklığım ve sabrım ve en hassas tarafım
sen ey! gülü dalında bırakan, gün batımında doğan
desem ki; sensin mutluluğum da, mutsuzluğum da
öfkemin Fizan’a varan esintisi, tüm psikiyatrik sorunlarımın nedeni
aşka varamayacak sığlıkta kalışım
insan tarafım ve günahlarım ve zaaflarım
desem ki Şirâze’m, sevmekle sevmemek arasında kurduğum köprüde gidip geliyorum
gündüzleri uykuya vererek, geceleri gündüzlere ekleyerek
kendime tahammül vaktini sınırlandırıyorum
desem işte her şeyi, bir kerecik olsun insafa gelip bana gülümser misin?
ey! seni seven ben
bil ki sırf seni sevdi diye kendime kıyamıyorum
Şirâze’m, iki hecem, hâlem!
emsâli çok, çaresi yok derde düştüm düşeli
kendimden kaçacak yer yok diye
dönüp dolaşıp senin kapında duruyorum