Kavram ya da diğer adıyla terim, “Bir şey hakkında sahip olunan umumi fikir, mefhum”(1), “tanımlanmış, çerçeveleri belirlenmiş düşüncelerin ifadesi”(2) gibi anlamlara gelir. Bir dile ait kavramlar, o dili kullanan insanların bağlı olduğu kültür ve medeniyetin en önemli nüvesini oluşturur. Bir dilin “iç mantığı”nı anlamada çok önemli bir fonksiyona sahip oldukları gibi, o dili konuşan milletlerin kültür ve medeniyetinin doğru bir şekilde anlaşılmasına vesile olur. Eğer kavramlara başka bir kültür ve medeniyetin normlarıyla anlam verilmeye çalışılırsa, artık o kavram sahip olduğu mana ve asıl fonksiyonunu yitirmeye başlar. Birtakım anlam sapmalarına uğrar. Sonunda dil, kültür ve millet bağlamında büyük bir kavram kargaşası meydana gelir.
Kavramlar kargaşasının yoğun bir şekilde yaşandığı Türkiye’de bu yanlış tutum, siyasal alanda Tanzimat’la başlayan Batılılaşma süreciyle ortaya çıkar.
Rasim Özdenören’in ifade ettiği gibi “Tanzimat’tan bu yana “vatan”, “millet”, “hürriyet”, yurtseverlik”, “yenilik”, “çağdaşlaşma”, “Batılılaşma” ve “gericilik” ya da “dindarlık” gibi kavramlar kadar pek çoğu yazana, okuyana, dinleyene göre bir anlam yüklenir olmuştur. Kimi kavramlar, belli eğilimlere mal olmuşken, diğer bazı kavramlar da aşındırılmış, kullanım alanı dışında bırakılmıştır.” (3)
Her fikir, kendisini açıklayabilmek için, kendi kavramlarını da beraberinde getirir kuralına rağmen, Batı kültüründen alınan birçok kavram, genellikle Türkçe sözcüklerdeki karşılıklarıyla aktarılıp kullanılmıştır. Belli bir kavramın Batı dillerinde içerdiği anlamın ne olduğuna bakılmaksızın sözlüklerdeki karşılığına bakılarak, o kavramın Türkçeye aktarıldığını sanmak, bugün “kavram kargaşası” adını verdiğimiz meselenin en büyük sebebini teşkil etmektedir. Bir yandan İslam kültürüne özgü kavramlara sahip çıkmamak, diğer taraftan da kasıtlı olarak yapılan bu anlam sapmaları yüzünden günümüz Müslümanlarının birçoğu, Batı kökenli felsefi akımlara bile kendi keyfi anlayışına göre İslami(!) bir anlam vermeye çalışmaktadır. Hâlbuki her türlü sosyal, kültürel vb. kavramlara İslam’ın kıstaslarıyla bakmak gerekmektedir.
“Son yüzyıl içinde İslam’ın kelimeleri, İslam’a ait kavramlar, bütünüyle İslam dışı alanlarda kullanılmaya başlandığından, o kelimeler, kendilerine mahsus anlamlardan saptırıldığı gibi, herhangi bir biçimde inandırıcı olmaktan çıkmıştır. (4) Bu sapma ve kaymalar, İslam’ın özünü algılamaya yarayan “din, hak, adalet, fazilet, ihlâs, barış” gibi temel kavramlara kadar uzanmıştır. Mesela kartel medyasında yer alan “Güzel ve cesur mankenimiz, moda defilesinde cömertçe soyundu.” cümlesindeki “cesur” ve “cömert” kavramları, tamamıyla hakiki anlamlarının dışında “hayâsızlık, edepsizlik” manalarının yerini almaktadır. Böylece “kavram anarşisi” meydana getirilerek zihinlerdeki İslami anlayış, düşünce ve kültür de bulanıklaşmakta; sağlıklı bir fikir ortamının oluşumu geciktirilmektedir.
Batı medeniyetine ait kavramlarla, İslam’a özgü kavramlar arasındaki anlam kaymaları yüzünden, aydınlarımız da sağlıklı ve verimli fikir üretememekteler. Kendi toplumuna ve kültürüne karşı yabancılaşmaktalar. Mesela Batı kültürleriyle yoğrulup şekillenen bir kısım yazar, “din” kavramıyla ilgili olarak yalnızca Hıristiyanlığı algılarken, Batı’ya yönelen aydınlarımız, bu kavramı sözlükteki karşılığına bakarak algılayıp, onunla bütün dinlerin amaçlandığını sanmışlar, bu kavramı İslam’ın aleyhinde de kullanmışlardır. Ya da Rönesans ile bilimle çatıştığı keşfolunan çarpıtılmış Hıristiyanlık gibi, İslam’ı da bilimin karşısında, dünya hayatının dışında bir din olarak algılamaya çalışmışlardır. Bir çoğu ise, İslam’ı kültür ve medeniyetin en büyük hayat kaynağı olarak değil de, aksine yalnızca kültürün bir unsuru olarak değerlendirmişlerdir.
“Bizim okumuş yazmış takımı, yerli kültürümüzü Batı’dan ödünç alınmış kavramlara göre değerlendirdiği gibi, Batı kültürünü de yerli kültürümüzün ölçülerine göre düşünüp değerlendirmiştir.” (5) Mesela bizde Batılılaşma ve çağdaşlaşma ya da daha eski deyimiyle muasırlaşma denildiğinde, Tanzimat döneminde idari ve siyasi yapının değiştirilmesi ve Batı standartlarına adapte edilmesi anlaşılıyordu. Aynı kavram, cumhuriyetin ilk döneminde Batı’nın sosyal, kültürel ve ahlaki yapısının örnek alınması şeklinde algılanırken, daha sonraları ise “bilimsel zihniyet” in benimsenmesi biçiminde anlaşılmaya başlanmıştır.
“Çağdaşlık” ya da “çağdaş” sözü günümüzde “doğru olan” anlamında kullanılmaktadır. Hâlbuki çağdaş sözü, bir olgunun, bir nesnenin ya da bir kişinin diğeriyle aynı çağda olmasından başka bir anlama gelmez. Bir somut durumun gerçekliğinden öte bir anlam taşımayan bu kelimeyle bir kısım sözde entelektüel, kendi değer yargılarının doğruluk ve tartışılmazlığını ifade etmeye çalışmaktadır. Bu sebeple büyük mütefekkir Cemil Meriç, “Çağdaşlaşmak; karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmak elbette ki, Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak yani yok olmak” demektir.(6)
Bir kısım aydınımız(!), insanı kâinatın merkezine yerleştirmeye çalışan, her şeyin insanla başlayıp ve insanda bittiği iddiasına, “bilimsel” dayanak bulma çabasının adı olan “hümanizma” kavramını “insan sevgisi”, “insancıllık” olarak algılayıp kullanmaktadır. Aynı şekilde “aşkına esir olunan hürriyet” kelimesi de Türkçeye batılı bir kavramın tercümesi olarak girmiştir. Felsefi ve siyasi bir anlamı olan “hürriyet”, mütefekkir Said Halim Paşa’nın ifade ettiği gibi “Bizim için içtimai bir zinciri kırmak ve siyasi bir kölelikten kurtulmak değildir.” Bu anlamıyla da “hürriyet”, sanıldığının aksine İslami anlayışa cephe olan bir kavramdır.
Son zamanlarda gayri İslami medyada “şuurlu Müslümanlar” için “radikal Müslüman”, “köktendinci” yakıştırmaları moda oldu. Ne demek “radikal Müslüman?” Dininin özü, temeli, kökü ve ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’e bağlı Müslüman mı? Kastettikleri buysa neden bunu açık seçik beyan etmiyorlar? Yoksa daldan budaktan Müslüman mı var? Köksüz, temelsiz bir din ve Müslüman tipi mi görmek istiyorlar acaba? Maalesef bu moda kavramı bazı İslamcılar(!) da kullanagelmektedir. Batıdan alınmış bu tür kavramlarla kendimizi ve değerlerimizi sağlıklı bir şekilde tanımlamamız mümkün değildir.
“Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, kirletilmedik bir kelime, çarpıtılmadık bir kavram, sömürülmedik bir duygu bırakılmamış.”(7) Edepsizliğin adı “edebiyat”; köşe dönmeciliğin, hilekârlığın, adam dolandırmanın adı “akıllılık”; dürüstlük ve faziletin adı “enayilik”; sabrın adı “pasiflik” olarak değişmiş sanki. “İman, İslam, ahlak, zikir, cihad, şehadet” gibi İslami kavramların ırzına geçilmiştir adeta. Mesela ömrü boyunca İslam’ın mukaddes değerlerine saldıran bir gazeteci yazar, birileri tarafından öldürüldüğünde bu kişi, medya tarafından “basın şehidi”, bir başkası “demokrasi şehidi” olarak gösterilmektedir. Öldürenler de bazıları tarafından “kahraman”, “vatansever” ilan edilmektedir. Böylece bu tür İslami kavramlar çarpıtıldıkça, mıncıklandıkça içi boşaltılmış çürük bir meyveye dönüşmektedir.
Müslümanlar arasında da “dil zevkini tadamamış, dil esrarına erememiş olanlar, bu kavramlarla ilgili hakikat ve mecazları birbiriyle karıştırmışlardır. Sonunda işin içinden çıkamadılar. Yolları şaşırdılar, ölçüleri sapıttılar.”(8) Bu sebeple, kavram kargaşasından
doğacak boşluk ve bulanıklık, büyük tehlikelere yol açmaya başladı, Aynı dinin, kitabın, tarihin ve medeniyetin mensubu olmaları hasebiyle övünen birçok Müslüman, aynı kelimelerle farklı anlamları algıladı. Bazen aynı kavramlarla aynı dili konuşamaz oldular. Aynı fikir ve duyguları paylaşamaz hale geldiler. Çünkü haberleşmeyi, anlaşmayı mümkün kılan kanalları ‘damarları’ dolduran kan olan kelimeleri” (9) ve dilimizi kaybettik. İşte bu kavram keşmekeşi yüzünden iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, güzel ve çirkinin, haklı ve haksızın belirlenmesinde kullanılan değer yargıları, kıstaslar asli hüviyetini yitirmiştir.
Büyük bir fetreti yaşayan, değer yargıları alabora olup kavramları keşmekeşe giren ve kendi kültürüne yabancılaştırılmaya çalışılan milletimiz, yeniden dirilebilmek için çok zengin kültürel birikimini kendine mahsus kavramlarla algılayıp değerlendirmelidir. “Ancak, unutulmamalı, kavramların arı- duru muhtevalarla zihinlere doğuşu, doğru ve sıhhatli tanım ve yorumların yaygınlaştırılmasını gerektirdiği kadar, uzun soluklu çalışmalarla, zihin ve gönüllere sindirilmesini de gerekli kılmaktadır.” (10)
Kendi öz değerlerimizi olduğu gibi anlamak, hakiki kimliğimizi elde edebilmek, insanlarla, kendimizle sağlıklı ve güvenli iletişim kurabilmek ve ümmet olmanın şuuruna vararak, “vahdet”i sağlamak için kavram kargaşası ya da “ kavram anarşisi” adı verilen bu önemli dertten kurulmamız, kendi kavramlarımızı yeniden hayata çağırıp doğru kullanmamız gerekmektedir.
DİPNOTLAR :
1.D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Birlik Yay., Ankara 1982, s. 542
2.Rasim Özdenören, Kafa Karıştıran Kelimeler, İnsan Yay., İstanbul 1987, s.11
3. Yusuf Yazar, İlim ve Sanat Dergisi, “Kavramların Kimliği”, Eylül-Ekim 1986, sayı: 9, s.13
4. Rasim Özdenören, a.g.e., s.19
5.R. Özdenören, Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı, Akabe Yay., İst.1987, s.133
6.Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yay., İstanbul, s.24
7.Y.Kaplan, Devrim ve Terbiye, Eksen Yay., İst.1990, s.141
8. Yusuf Kardavi, İslami Uyanışın Problemleri, Risale Yay. ,s.82
9. D. Mehmed Doğan, Dil, Kültür, Yabancılaşma, Birlik Yay., Ankara, 1984, s.14
10. Yusuf Yazar, “Kavramların Kimliği”, İlim ve Sanat Dergisi, sayı: 9, s.14