Her suret koynunda belli oranda zıddı bir siret taşımasaydı dünya imtihan dünyası olmazdı. İnsan en güvendiği yerlerden öğrenirken güvensizliği, ihanetin manasını “sevmek beklediği nazarlar” vasıtasıyla müdrik olur kimi zaman. Hayır, şerrin koynunda, şafak karanlığın bağrında büyürken, şükran ve minnetle gönlünüz şehbal açıverir en münkesir halinizde… Siz kimi zaman cûş u huruşlarla terennüm ederken dirilişe dair şarkıları, üzerinize ölü toprağı serpen bir hadiseyle iki büklüm olduğunuzda anlarsınız “her şeyi tam manasıyla anlama”nın anlamamak yahut bilmenin bilmemek olduğunu.
Kimi zaman zannedilenlerin zıddı istikamette zandan öte bir sarsıcılıkla sizi sarstığında kulağınızda şöyle bir hakikat çınlıyorsa: “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”(Bakara Suresi, 216) Kısmet Biçen (C.C.) huzurunda başınızı şükranla yere koyun. Zira hakikat de her verilen gibi nasibi olana sunulmuş bir nimettir. Tıpkı kış gibi, yaz gibi, sonbahar gibi ve elbet de “gökten asansörlerle inen nimetler” in semereleri hükmünde olan bahar ve o baharda yeniden dirilişi terennüm eden envai çeşit nebatat gibi… Ama mevsimlerin en alımlısı için bile artık bir deyim gibi dilimizde yer alan “yalancı bahar” sözü yukarıda dava ettiğimiz siret-suret meselesini tastık etmektedir.
İster bahar örtüsünün altında en şedit dökülüşleri, isterse ağustosta titreyiş ve donuşları görmek, “ümit-var” sineler için hayata namzet bir şok hükmünden öte geçmemelidir. Zira her kaybedişin altında bir kazanış, her bitişin koynunda bir başlayış olduğunu bilmek için bir çürüyene bir de yeşerene bakmak gerek. Zira çürüğü ve ölüyü koynunda saklayanın koynundan çıkan tazelerle tazelenmektir, ümit-var olmak…
Pek çok tükenişleri nisan yağmurları altında hissettiği ve o yağmurlar altında yüzlerden düşen karton maskeleri gördüğü günlerde bile “Hiç mi hiç sevmiyorum yorgun yağmurları” demedi bu satırların yazarı… Zira her yaratılmış gibi ona verilen en büyük nimetin iktizasıydı ümit-var olmak. Hem sonu hem ilki tükettiği zamanlar nisanlara gelirdi de o yüzden her acıyan ağızdan çıkan bir “off” makamında kâmil şair misali:
“Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi’ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın
Gönlümde kalan akislerinden.” (Yahya Kemal)
Deyip iki büklüm olmaktan yahut “nisan kaybedişlerine inat”lı şiirler yazmaktan öte bir şeyler diyemezdi… Derdi duvarlar dinlerdi de bir kula aşikar etmezdi. “Âh edip âhından ağyarı âgâh eyleme”me adına… O, nisan ayına hiç küsmedi. Kimi zaman elden giden bir mülk karşısında ağlayan son sultan makamında, kimi zaman idam sehpasında “…kimseye muğber değilim.” Diyen o talihsiz insan makamında…
Mademki bahar yenilikti, mademki yenilenmekti, mademki yeniden dirilmekti. Vuslatı, Cenneti, sevgiliyi, dirilişi, yenilenişi, öze dönüşü derlenmeyi ve toparlanmayı anlatmak ya da anlamaktı. Yazana düşen de yalancı umutlarla kaybolup giden şu yalan dünyanın baharlarına mersiye yazmak değil ama; onun yevmlerinin koynunda saklı hakikatler hürmetine, çirkinde saklı güzeller hürmetine, “bî perva” dosta rağmen -ister ilk ister son olsun- sırt dönen canlar ve cananlar karşısında, canda saklı canan, onda saklı evlâd u ‘iyal hürmetine, yalancı örtüler altında saklanan karşısında hicabın altında tertemiz ruhlarıyla ayan beyan olanlar hürmetine, sırt dönüp; sırt dönen vakitlere o vakitlerde tek vefalı dost olan onu kucağında taşıyan kaldırımlara bir veda sadedinde:
“İlk sevgilimin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allahaısmarladık kaldırımlar. ”
Demekti, bahtına düşen. Küsmek ehemmiyet vermektir size sırt dönüp giden her şeye/ herkese… O yüzden size liyakatli olmayanı vermeyene (c.c.) verdikleri karşısında nankörlük demekti bu tavır. Liyakatsiz olup nimet olmayan karşısında nimet makamına erişmiş olan karşısında küfran-ı nimetti bir yerde küsmek… O yüzden o nisana hiç küsmedi…
Ve bir nisan daha gelirken martın selamıyla yine “hoşâmediler” düştü bahtına:
“Hayat ve mevsimler aynı şeydi
Uyku kadar derin bir suda boğulurken
İlkbahar kekeleyerek geldi
Kırık çocuk gülüşlerinden”
Diyebildi. Saatler, günler, aylar ve mısralar baharı soluklarken… Zira nisana küsmek olmazdı, gelen mayısın ve mayısta gelenin hürmetine…
Bu Sayının Diğer Yazıları
143. SAYI / MART – NİSAN 2013 / Ay VaktiDiriliş Düşüncesi Ekseninde Millet Kavramına Bir B... / Mehmet Baş
Temsilciler / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -76 / Şiraze
Cezada Elif Şehri / Naz
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…