18. yüzyılla birlikte “Güzel”, etik bir değer olarak ‘İyi’den ve mantıksal bir değer olan ‘doğruluk ’tan (hakikat) kesin sınırlamalarla ayırt edilir. Bu yolda büyük bir çaba harcanır. Bu çabanın temelinde ise, bu sınırlamanın yapıldığı ölçüde estetik ’in bağımsız bir bilgi dalı olacağı düşüncesi yatar. Bunun sonunda estetik, onu etik ve mantık’ tan ayıran yüksek şuurlarla çevrili bir bilgi ülkesi olarak bağımsızlaşır.”(22)
Baumgarten, ‘Estetik’i, terim olarak, şiirin ‘duyumsal söylemine’ karşılık gelecek içeriği ile düşündü. Baumgarten duyumun kendi mantığı için bir ad arıyordu ve en sonunda Yunancada ‘duyularla ilgili’ anlamına gelen ‘aiesthesis’ten hareketle buna ‘estetik’ adını verdi. “Duyularla hayal gücünün sanattaki ortak işlev alanı için ayrı bir terim icat etmekle, Baumgarten üç şeyi birden yapıyordu: Zihinsel güçler dünyasında duyguya ya da duygusallığa daha önemli bir rol veriyordu; kaçınılmaz biçimde fi zyolojik ve toplumsal çağrışımlar yapan ‘beğeni’ye göre kolaylıkla anlaşılabilecek daha dar bir anlam alanı olan teknik bir terim icat ediyordu ve de ‘estetik’ teriminin, özel bir bilme biçiminin adı olmasının yolunu açıyordu. Yeni icat edilen bir terim olduğu için de kolaylıkla birbirinden farklı anlamlar yüklenebilirdi ve işte başlangıcından bu yana şu iki anlamı da taşıyan bir terim oldu: Sanat ya da güzellikle ilgili herhangi bir değerler sistemi için kullanılan genel anlamdaki ‘estetik’ ile duyguyla aklı birleştiren özel bir tarafsız bilgi biçimi anlamındaki ‘estetik’(23) “Estetik birlikler, aklın özelleşmiş bir biçimini ya da deyiş tarzını talep etseler de, akılsal çözümlemeye açıktırlar ve işte estetik de bu işi yapmaktadır. ‘Estetik’ diye yazmaktadır Baumgarten, mantığın ‘kız kardeşi’dir.”(24)
Estetik, insan özelinin ve öznelliğinin ayrıcalıklı bir düşünme biçimini ifade eder. Buradan estetiğin bütünüyle rasyonele karşı bir işleyiş içinde olduğunu anlamak doğru olmaz. Bir disiplin olarak, ilk estetik düşünce Fransız aydınlanmacılarına insan varlığının adeta bir savunması olarak ortaya çıkmışsa da, romantizmin aşırı duyguculuğundan da etkilenerek Alman İdealizmi potasında biçimlenmiştir. Alman İdealizmi, oluşum sürecinde gözden geçirilerek; ihtiyaç duyulduğu kadar akılcılıktan gereken oranda da duyguculuktan yararlanmayı bilmiştir. Daha sonra Kant’tan Hegel’e, Schiller’den, Hölderlin’e kadar birçok estetikçinin Alman oluşu önemsiz bir ayrıntı değildir. Baumgarten dâhil, Kant’tan önce bilimsel anlamda bir estetiğin olmadığı söylendir. Bu o zamana kadar estetiğin yazılmadığı anlamına gelmez. Evet, Baumgarten estetiği sınırları belirgin bir kavramsal çerçevede kullanır. Ancak konuyu ilk kez ciddi manada bir genişlik ve derinlikle düşünen Kant olmuştur. Denilebilir ki, Kant’a kadar ‘zevkler ve renkler tartışılmaz’ tabusunun negatif etkisiyle, estetik üzerinde ayrıntılı olarak düşülmedi. Beğeni yargısı ile ilk hesaplaşan, beğeni yargısının sağlamlığını, onların sağlam ilkelere dayandığını ve dayanması gerektiğini gösteren; beğeniyi genel geçer yargılar olarak temellendiren, estetiğin birçok alt unsur ve konu alanlarını gün ışığına çıkaran düşünür odur. (25) Heidegger Kant’ın özellikle ‘Yargı Gücünün Eleştirisi’ ile estetik sorununu sistematik bir çerçeve içinde kritik eden ilk düşünür olduğunu söyler. (26) Kant estetiğin planını çizmiş, estetik için, bağımsız bir araştırma alanı belirlemiştir. “Kant’tan önce bir ana estetik değer olan güzel’in öbür değerlerle olan ayrılığı bilinmiyordu. Kant uğraşıp, güzeli sınırlı ve belirli ve bağımsız bir değer olarak ortaya çıkarıyor. Yine Kant’a gelinceye kadar, estetik yargıların geçerliği diye bir problem yoktu. Kant, estetik için böyle bir problemin hem varlığını hem de önemini keşfetti. Demek oluyor ki, Kant, estetik’i hem varlık alanı hem de temel problemleriyle ilk belirleyen düşünürdür.”(27) ‘Yargı Gücünün Eleştirisi’ ile müthiş derinlikli bir estetik kavrama bilincinin diyalektiğini oluşturdu. Güzelin bir görme ve algı biçimi olduğu esasından hareketle, estetik, özneye atfedilen, farklı yorumlamalara açık hermetik ve etik bir içerik kazandı. “Etik ile estetiğin her ikisinin de duyuma dayanması, aralarındaki bağıntının varlıksal temelini gösterir.”(28)
‘Estetik’ 19. Yüzyılın ortalarından itibaren ‘güzel’ anlamı ağırlık kazanır ve sözcüğün sanatla sürekli güçlü bir bağı vardır. Lewes, 1879’da, sözcüğün değişik bir türemiş biçimini kullandı: Aesthetics, “duyumun soyut bilimi” tanımıyla. Yine de ‘anaesthesia’ (anestezi), ‘fi ziksel duyum yoksunluğu’ anlamıyla, 18. Yüzyılın başlarından beri kullanılagelmişti.(29) Bugün bu terim daha çok tıp terminolojisinde ‘duyusuzlaştırma’ olarak kullanılmaktadır. Esthesi, başına geldiği kelimeye olumsuz anlam yükleyen ‘an’ öntakısıyla kullanılarak ‘anaesthesi’ye dönüşür. Öntakıyı kaldırdığınızda kelimenin anlamı kendiliğinden ortaya çıkar. Estetik=Duyarlık, duyuş. Bunu sanatçı ve sanat eseri için düşündüğümüzde, kelimenin ‘Derin duyarlık, ince duyuş ve seziş’ anlamları kazandığını söylemeye bile gerek kalmaz.
Buradan hareketle sanat eserinin estetik niteliğini öncelikle taşıdığı duyuş ve duyarlık seviyesi, yoğunluğu, zenginliği ile değerlendirebilirsiniz. Duyarlık hem sanatçıda olacak, hem de eser vasıtasıyla okurla veya izleyiciyle paylaşılacak. İsterse o duyuş evrenine farklı dünyalar, renkler, açılar eklensin, o duygu akışı sizde farklı yoğunluklar, yönelişler uyandırsın, bu eserin estetik değerini azaltmaz, bilakis çoğaltır. Önemli olan o dalga boyuna girmektir. Benzer veya farklı açılardan bile olsa, o titreşime katmaktır, katılmaktır. Sanatın görevi,ilgili herkeste o titreşimi, çağrışımı, o akışı harekete geçirmektir. Sanat eseri özgünlüğü ve biricikliği ile ister yapanı ister izleyeni olsun, ilgililerinde bir şaşırmanın coşkusunu uyandırır. Şaşkınlık eserin ilk ve özgünlüğünden kaynaklanır. İlk olanın şaşkınlığını, ona öykünen taklitlerinde bulamazsınız. Özgün bir eser veya olayla ilk karşılaştığınızda şaşırırsınız. Ancak sonraki tekrarlarında aynı heyecanı bulamazsınız. Çünkü her tekrar ve taklit, özgünlükten, ilk oluştan uzaklaşmadır. Alışkanlığa dönmüş her sanat, artık zanaat olmuştur. Bir anlamda güzelliğini, estetik değerini yitirmiştir.
İşte tam burada batılı bir kavram olarak ‘Estetik’ ile İslâmi ıstılah olan ‘Bediiyat’ örtüşür. Yalnız, hemen ifade etmeliyim ki, bediiyat kavramı, estetikten daha şümullüdür. Estetik bizde bediiyat kelimesi ile karşılanmıştır. Bediiyat hem güzellik anlamında kullanılır, hem de kelimenin kökünde ‘ilk olma’ yani ‘özgün olma’ anlamı vardır. İlk ve özgün! Sanat eserini mükemmel kılan iki esaslı ölçüt. İki esaslı unsur veya değer. Ayrıca bedii, sadece insanın yapıp ettikleri değil, Allah’ın yaratması ile ilgilidir ve asıl onunla ilgilidir. Böylece genel anlamda Batılılar, sanat faaliyetini tanrısal boyutundan soyutlayarak ele alırlarken, biz onu ilahi yaratıdan bağımsız düşünmeyiz. Bir sanat eseri, aşkın niteliği ile ister doğaya ister tanrısal olana dayandırılsın her halükârda yüce yaratıcının iradesine bağlıdır. Doğada sanatın olmadığını söyleyenlerin ana gerekçesi, sanat eserinin insan tasarımını içermek durumunda olmasıdır. Ama enikonu, sanat, tüm özünü ve malzemesini ilahi yaratıdan alır. Biz sanatı varlıkta görürüz. Varlığın her noktasında sanat vardır. Ve yine varlığı sanatla algılarız. Çünkü varlığın ve hakikatin, fi ziki tüm katları aşan bir tasavvur sonsuzluğu vardır. Bu varlığı ve yaradılışı kavramada karşılaşılan köklü kategorik sorunla alakalıdır. Bizce Kant da dâhil olmak üzere, kimi düşünürler bu kategorik farklılığı mecz edememenin sıkıntısını aşamıyorlar. Bu husus, batı düşüncesi ile bizim tasavvurumuz arasındaki temel fark olmalıdır.
Estetik’e karşılık kullanılan bediiyatın, Arapça sözlüklerde ve kelimenin gündelik kullanımında aynı kökten türeyen tüm versiyonlarında, sanat ve estetikle yakın ilişkiler içeren bir muhteva açık seçik gözlenir. Örneğin önemli bir Arapça Lügat olan El Muncid’in ilgili maddelerinde şu karşılıklarla şimdilik yetinelim: Bede’e: İlk kez yapmak, türetmek, ortaya çıkarmak, ilk yapan olmak, türetmek, icat etmek./ Bed’u: Yenilik, yaratılış./ İbda’: Moda, benzeri olmama, eşsizlik, yaratma kudreti, harika eser./ Bid’a: Yenilik, karşıt doktrin, moda, kreasyon./ Bedii’: Görülmemiş, benzersiz, harika, hayret veren, yaratıcı./ Bedi’e: Hayret veren şey, ilk yaratılış, hilkat. Bunlara ilaveten Türkçemizde de kullanıldığı kadarıyla Bidayet, bidat, isim olarak Bedia; ilk, ilkel anlamıyla ibtidâi (eskiden ilk mektepler bu adla anılırlardı) ibtidar (başlangıç) gibi kelimeler arasında aynı kültür ve mantığın açık izleri vardır.
“Bedî” ile ‘halk’ arasında ince bir fark vardır. ‘ibdâ’, önceden bir örnek olmaksızın yaratılan; ‘halk’ ise var olan bir şeyden herhangi bir şeyi yaratan demektir. Kuran’da daha önce var olmayan gökleri ve yeri yaratan (En’am, 6/101; Bakara, 2/117) ayetlerinde yaratma ‘bedî’ vasfıyla ifade edilirken, ‘insanı yarattı’ (Rahman, 55/3) ayetinde yaratmak ‘halk’ terimiyle anlatılır. Bu incelik de gösteriyor ki, ibdâ, ‘halk’tan daha umumidir. Bunun için sonradan meydana getirilen şeye ‘bid’at’ denilir. Cenab-hakk’ın isimlerinden olan ‘el- Mübdî’; eşyayı önceden geçmiş bir örneği olmadan icat ve inşa eden anlamındadır.”(30) ‘Estetik’ ve ‘Estetik görüş’ kavramı bizde yakın zamana kadar ‘Bediiyat’ veya ‘Bediî Nazariye’ terimleriyle karşılanıyordu. “Bedii nazariye’ demek ‘hassasiyet nazariyesi’ demektir. Bu tabir insan ruhuna ait üç esaslı ilmin, vazıh ve elverişli bir surette sınıfl ara ayrılmasını ifade ediyor: Ona göre mantık zihne, ahlâk faaliyete, bediiyat hassasiyete dair bir felsefi teemmül olunca hakikat, güzellik, hayır da ruhun üç esaslı melekesine tekabül etmiş oluyor.”(31)
Diğer taraftan “Cemâl, orijinalinde ahlak ve davranışlardaki güzellik için kullanılır olmuştur. Günümüzde sanat alanında kullanılan estetik bilimin karşılığı olarak Arapçada “İlm-i Cemâl” (güzellik ilmi) ifadesi kullanılmaktadır.”(32)
Sonuç olarak, bir duyarlık ve güzellik faaliyeti olarak estetik, mahiyetine denk düşen yeterlilikte araştırılmamıştır. Estetiği rasyonel akılla tanımlanmış güzellikle ifade etmek onun anlam derinliğini sığlaştırmak olur. Pozitivist süreç estetik düşünmenin anlam alanını daraltmış, hatta maddi çıkar ve yarar ilişkilerine odaklı hayatın dışına itmek istemiştir. Estetiği maddi verilerle donatılmış bir dünya ve zihni yapı içinde anlamak imkânsızdır. Batıda pozitivist sekülerizm, sanatı da estetiği de ilahi yaratıdan ve inayetten bağımsız ele almıştır. Bu sapma, insanın varoluş bağlarını Tanrı’dan ve onunla doğrudan bağlantılı metafi zik hakikatlerden bağımsızlaşarak inşa ettiği, inşa edeceğini sandığı nesnel zihin dünyasının şaşkınlığıyla ilgilidir. Bergson’un isabetle belirttiği ‘ruhsal canlılık ve atılım gücü’ samimiyetle yeniden keşfedilirse, benliğin, tekrar gerçek sanata, estetiğe ve felsefeye yönelimi sağlanabilir. İslam estetik anlayışını ifade eden bediiyat kavramının özünde, özgün güzelliğin coşkusu, canlılığı vardır. İslâm toplumlarında sanat düşüncesi belki ileri değildir. Ancak batıdakine benzer bir sapmaya da şimdilik düşülmemiştir. Bu Müslümanların varlığı ve hakikati içinde Allah’ın da olduğu parçalanmaz bir bütünlükle kavrayışlarının kendiliğinden sonucudur, sonucu olmalıdır. Estetik alan, arzulanan ölçüde özenli araştırmalar ve düşünmelerden yoksun kaldığından fazla genişleyememiştir. Alanda gözlenen darlık ve yoksulluk biraz da bizim düşünce ve duyarlığımızın darlığı, zengin olmayışı ile bağlantılıdır.
22- Necla Arat, Estetik ve Estetik Değerler, s.12, 2. Bas,
Say yay, İst 1987.
23- Larry Shiner, Sanatın İcadı, s.228, çev. İsmail Türkmen,
Ayrıntı, İst. 2004.
24- Terry Eagleton, age, s.28.
25- Ülker Öktem, “Kent Estetiği”, Değişen Tarihsel
Süreçler, Değişen Kavramlar; Uluslar arası Türkiye Estetik
ve Sanat Kongresi, -Makaleler, Bildiriler- s.199, Edit:
Kıymet Ginay, Ankara Üniv. Ank. 2008.
26- Martın Heıdegger, age, s.81.
27- İsmail Tunalı, age, s.92, 93.
28- Doğan Kuban, “Mimari Tasarımda Etik-Estetik Karşıtlığı
Var mı?” s.220, Etik-Estetik, İTÜ ve İstanbul Üni.
2. Mimarlık ve Felsefe Sempozyumu, Yayına hazırlayan:
Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Funda Uz Sönmez, Yapı yay,
İst 2002. (Not: Ahlaksal duyu da duyuma, algıya dayanmakla,
estetiğin etik’in anası olduğu bile söylenmiştir.
Öte yandan sanatın etik normları göz ardı edememesi,
estetik yaratmanın etik kaygılar taşıması ise etik’in estetiği
belirlediği anlamına gelir.” (agm, s.221)
29- Raymond Wıllıams, Anahtar Sözcükler, s.40, çev.
Savaş Kılıç, İletişim yay. İst 2005.
30- Ramazan Altıntaş, İslâm Düşüncesinde Tevhid ve
Estetik İlişkisi, s.71,72, Sufe yay. İst.1997.
31- Charles Lalo, Bediiyat, s.33, çev. Burhan Toprak,
Maarif Mat. İst. 1940)
32- Ramazan Altıntaş, age, s.77.