Sanat ve Estetik Üzerine

Bir esere sanatsal nitelik kazandıran onun estetik mahiyetidir.

Bu basit ifade ile sanat ve estetik kavramlarını, birbiriyle doğrudan ilişkili bir çerçeve içinde kullandığımız açıktır. Aynı açıklıkta başka bir husus, birbirlerine yakın gözükseler de bu iki kavramın farklı anlam ve alanları ifade ettiğidir. Çoğu durumda, sanat ve estetik kavramları, özensizlikle birbirleri yerine kullanır, doğallıkla karıştırılır. İlk cümleden anlaşıldığı gibi estetik amaç, estetik kaygı, estetik boyut olmaksızın bir eser sanat vasfı kazanamaz.

Her bir sanatsal çabanın estetik hassasiyeti vardır. Sanat eseri, değerini, sahip olduğu estetik değerden, çizgiden alır. Estetik değerlerle beraber sanat, her zaman ince düşünceyi, derin sezgiyi, farklı kavrayışı, güzelliği, zarafeti; bunlara bağlı fark edilir kategoriler olarak uyumu, ölçüyü, düzeni öne çıkarmış, hayata katmıştır. Bu anlamda sanatın da, estetiğin de oldukça geniş, yaygın kullanım alanları vardır. Estetiği giydiğimiz elbiselerin uyumundan, soframızda yemek servisimize, birbirimize davranışlarımızdan, okuduğumuz romana, şiire veya dinlediğimiz müziğe kadar her yerde ararız. Bakışımız, yüz şeklimiz, duruşumuz, yürüme biçimimiz bile estetikten ilgisiz değildir. Evimizden, eşyalarımıza, sokağımızdan yaşadığımız kente kadar her yerde, her şeyde estetik bir anlayış, estetik bir düzen vardır.

En ince ayrıntılarına kadar hayatı insana özgü bilinçli duyarlıkla yaşamak, aynı zamanda hayatın her alanında sanatla yaşamak demektir. Bu anlamda sanat, yapıp ettiklerimizi sıradanlıktan kurtarır. Çünkü sanat incelik ve derinlik gerektirir. Sıradan olan sanat olamaz. Elbette ‘sanatkâr olmak için illa sıra dışı olmalı veya sıra dışı olanlar sanatçıdır’ demiyorum. Ancak duyarlıkla yaşandığı zaman, bakmak, üretmek, konuşmak hatta bütün bir hayat sanat oluverir. Zaman zaman ‘Yaşama Sanatı’ gibi ifadeler duyuyorum. Umarım Baudrillard’ı haklı çıkaracak tarzda çığırından çıkarılmış bir hayat, bize sanat diye yutturulmaya çalışılmıyordur.  Modern kitlelerin ruh ve zihin dünyalarını estetik perspektiften çözümlerken “Bizler de artık sanata değil, sanat fikrine inanıyoruz.” diyordu.(1) Elbette kesinlikle estetik olmayan bir sanattan söz ediyordu. Bu keskin ironi, sanatın özünü değil sözünü –o da borsa ve piyasa değeriyle- eden modern insanın ruhsal sefaletini yansıtmaktadır.

Estetik ve sanat duyarlıklarımızı geliştirir. Estetik ve sanatla gelişen insani hassasiyetler öncelikle dinin önerdiği varlık ve yaşantı alanına yakındır. Sonradan aynı yakınlığa kendi istikametlerinden sırasıyla felsefe ve bilim de katılırlar. Yani sonuçta varlık ve hakikat bir bütündür. Bu bütünlük içinde gereksiz zorlamalara, itmelere, sınırlamalara, ayrıştırmalara gitmeksizin her bir yetimizle diğer yetinin alan ve imkânını da kullandığımız ölçüde hakikat üzere oluruz. Zaten insan fıtratımızla başka türlüsünü başarmamıza imkân da yoktur. Çünkü bir her yeti diğerinin yardımı ve desteği ile imkân bulur, öne çıkar. Ne var ki, modern insan burada da zoru başardı. Varlığının fıtrî özelliğine uygun varlık iddiasından uzaklaşınca, kalbinden, ruhundan, sorumluluklarından da uzaklaştı. Hayatın birbirine bağlı bütünlüklü büyüsü, düzeni, işleyişi bozuldu. Estetik ölçü, hassasiyet yitirildi. Baudrillard Sanat Komplosu adlı eserinde bunları ifade ediyordu. Estetik ve sanat, üç kuruşluk dünya çıkarları veya zevkleri için hoyratça kullanılır (tüketilir) oldu. Artık estetik denince insanların aklına güzellik ameliyatları veya konfeksiyon mağazalarının vitrinleri, belki son model otomobiller ev eşyaları falan geliyor. Konuyla ileri düzeyde bir ilgi ile muhatap değilse, normal bir entelektüel dimağın bile, tematik espriyi kavraması kolay olmayabiliyor. Durum böyle olunca sanat ve estetiği ilmi olarak tartışmak kolay olmamaktadır.

Sanat ve estetik son tahlilde duyarlıkla ilgili bir sorundur. Konuyu, ideolojik ve düşünce disiplinlerinin keskin hatlarına koşullu ele almanın doğru olmadığını, yalın insan duyarlığına müracaat etmenin kavrayışımıza müthiş imkânlar kazandıracağını düşünüyorum. Doğrusu bir sanat eseri doğrudan katıksız insan varlığımıza hitap eder. Varlığın özüne yönelmeyen hiçbir mesaj ya da öğreti esenlik iddiasında olamaz.

Başka önemli husus, ‘sanat’ın Arapça, ‘estetik’in Hint Avrupa kökenli bir kelime olmasıdır. Her bir kelimeyi farklı kültür havzalarında karşılayacak çeşitli kelimeler vardır.(2) Sanat’ı Avrupalılar ‘ars, art, techne’ gibi kelimelerle karşılıyorlar. Buna mukabil ‘estetik’in karşılığı olarak bizde ‘bediiyat, ibda veya cemal’ gibi kelimeler kullanılıyor. Bu kelimeler kendi kültür havzalarında var olup, anlam kazandıkları için birbirlerini aynı içerikle karşılamaları imkânsızdır. Doğru olan sanat ve estetik kavramlarını kendi kültür ve yaşam havzaları içinde incelemektir. Yani hiçbir zaman bizdeki ‘sanat’ batılıların ‘art’ı değildir. Aynı şekilde ‘estetik’ de tam manasıyla ‘bediiyat’ı karşılamaz. Bu tespiti biri diğerinden az ya da çok, altta ya da üstte, geniş ya da dar, iyi veya kötü olduğu için değil, daha tutarlı açılım yapmak için yapıyorum. Sonuç itibariyle bütün kelimeler Allah’ındır ve tüm bu kelimeler açıları, ölçekleri kadar, biri burada öbürü orada gerçekten insanın güzel, naif yanlarını ifade ediyorlar. Kelime ırkçılığı yapmayarak, bu farklı kelimeleri bilmek ve benimsemek, artık kültürlerin birbirine geçtiği dünyamızda bize daha rahat ve zengin ifade imkânı verecektir.

Konu, mahiyeti gereği felsefenin ve dinin birçok alanı ile doğrudan ilişkilidir veya ilişkilendirilebilir. Bu bakımdan yazı boyunca farklı düşünce ve araştırma alanları belirecek veya onların kuvvetli ipuçları oluşacaktır. Gereken konuya gerektiği kadar eğilmenin dışında fazla bir fedakârlık yapamayacak oluşumuz, onları daha etraflıca irdelemek için sonraya bıraktığımızdandır. Akıl, sezgi, duygu, zihin, duyarlık, metafizik, aydınlanma, bilim, güzellik, ölçü, uyum, düzen, algı, yaşantı gibi birçok kavramı da kısaca irdelemek gerekebilir(di). İlgili örneklere bile başvurmayışımız şimdilik ana düzlemden ayrılmamak içindir.

İşe sanat sözcüğünü anlamakla başlayalım: Sözlük anlamı itibari ile sanat, öyle karmaşık yapılar, kurgular, yüksek değerler, amaçlar, sırlar, derinlikler yüklenecek bir karşılığa sahip değildir. “Sanat” sözcüğü Arapçada ‘yaptı anlamına gelen ‘sanea’ fiilinin mastar halidir ve dilimizdeki karşılığı ‘yapmak’tır.”(3) İnsanın akıl ve zekâsının yardımıyla ve eliyle yaptıklarına sanat denmiştir. Bu basit ifade şunun için önemlidir. Tabiatın meydana getirdiği şeyler hakkında sanat tabiri kullanılmamıştır.

Türkler sanat kelimesini ism-i fiil olarak, yani bir sânî’in iş yapması manasına aldıklarından sanatın bugünkü manası yerine Arapların kullandıkları sınâat kelimesini almışlar ve bundan muharref olarak sanat ve sonra da ‘zanaat’ demişlerdir. Özgün bir güzellik yaratmayı amaçlamayan, yalnız meleke ve el ustalığı ile yapılan işlere münhasır kalmış ve bunların fevkindeki işlere, yani zekâ, tecrübe, ilim ve hüner icap eden işlere sanat denilmiştir.(4) Kolayca anlaşılacağı gibi, insan elinden çıkma mamul eser anlamında sanat, ‘doğal olmayan’ bir vasfa sahiptir. O nedenle doğal olmayanları ifade etmek için aynı kökten gelen ‘sunî’ kelimesini kullanırız. ‘Sanayi’ kelimesi de aynı anlam kümesi içindedir.(5) Buna ‘sunmak’ kelimesini de ilave edebiliriz. Buradan hareketle terim olarak “Sanat, birey veya toplumların duygu, düşünce, örf-adet, inanış ve tasavvurlarını, çeşitli malzeme, araç, teknik ve yöntemleri kullanarak, gören ve işitenlerde hayranlık uyandıracak bir ahenkle ortaya koymasıdır.” şeklinde yapılan genel tanıma(6) katılabiliriz.

Kur’anın ‘sa-ne-a’ fiilinin ‘yapmak’ manasına gelen örneklerinden biri Neml Suresinin 88. ayaetidir: “Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (bu) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarından haberdardır.” (Neml,27/88)

“Sânî” lafzı ‘el- Esmau’l-Husnâ’ arasında gelmemiştir. Dolayısıyla kategorik sıralama bakımından ‘Sânî’ güzel adlar topluluğuna dâhil değildir. Allah’ın yaratma sıfatının bir başka görünümü olarak sayılabilir”(7) Anlaşıldığı üzere Allah’ın yaratıcılığı İslâm sanat tasavvurunun merkezindeki ana meseledir.

Aslına bakarsanız ilahi boyutunu saymazsak insan etkinlik ve faaliyetlerini açıklayan manalarıyla batı dillerinde var olan ‘art’ ve türevi kelimeler de sanatla karşılanan anlamı içerirler. Ne var ki, Kur’anda var olan ve tarih boyunca bütün İslam uygarlıklarında vücut bulan sanat faaliyetlerinin ana kaynak ve dayanaklarını oluşturan kavramlar, varoluşun ve hayatın temel dinamiklerini belirleyici niteliğe sahip olmuştur.

İngilizcedeki ‘art’ sözcüğü, at terbiyeciliği, şiir yazma, ayakkabıcılık, vazo ressamlığı ya da yöneticilik gibi her türlü insani beceriyi ifade etmek için kullanılan Latince ‘ars’ ve Yunanca ‘techne’ sözcüklerinden türetilmiştir.(8) Yunanlıların dilinde ‘Techne/ars, marangozluk ve şiir, ayakkabıcılık ve tıp, heykelcilik ve at terbiyeciliği gibi birbirinden çok farklı şeyleri kapsıyordu. Gerçekten de ‘techne’ ve ‘ars’ bir nesneler sınıfından ziyade, insanlardaki imal etme ve icra etme kabiliyetine işaret ediyordu.”(9)

Görüldüğü gibi bu anlamlar bizdekiyle hemen hemen aynı kullanım alanlarına sahip. Bugün, yüksek duyguların yansıtılması anlamı yüklediğimiz sanatsal muhteva, art veya ars kelimelerinde henüz yoktu. İncelikli ve belli bir felsefeye dayanan faaliyetten çok zanaatla ifade edilebilecek faaliyetleri kapsıyordu. Kelime bu anlamlarıyla 18. Yüzyıla kadar kullanıldı. O tarihlerden sonra sanat ve estetik bir çeşit düşünme ve duyarlık tarzı, adeta felsefenin yeni bir dalı veya yeni bir felsefe olarak kimi entelektüel çevrelerde kavramlaşmaya başladı. Buna rağmen halkın gündelik kullanımında hâlâ eski anlam sürmekteydi. “Art” İngilizcede 13. Yüzyıldan bu yana kullanılıyor, yakın kökü eski Fransızca ‘art’ kök sözcük Latince ‘artem’, ‘beceri’. Başat bir anlam özelleşmesi olmadan, matematikten tıbba, oltayla balık tutmaya kadar çeşitli konularda 17. Yüzyılın sonlarına kadar yaygın biçimde kullanılmıştır.”(10) 17. Yüzyılın ortalarından önce ‘hünersiz’ ya da ‘hünerden yoksun’ kişiler için ‘artless’ tabiri kullanılıyordu.(11) “1740 yılına gelindiğinde bile Académie Française’nın resmi sözlüğünde ‘sanatçı’ kelimesi hâlâ ‘bir sanatı icra eden kimse… özel olarak da kimyasal işlemler yapanlar’ olarak tanımlanıyordu. Keza 18. Yüzyılda ‘sanatçı’ ve ‘zanaatçı’ terimlerinin İngilizce, İtalyanca yahut İspanyolca tanımlarında da ikisi arasında keskin bir ayrım yapılmıyordu.”(12) 18. Yüzyıla kadar çoğu bilim birer ‘art’tı. Modern insan, yöntem ve amaç olarak kökten farklı hüner ve çabasını ‘bilim’ ve ‘sanat alanı’ halinde 19. yüzyılın ortalarından bu yana ayırmaya başladı.(13)
19. yüzyılda özellikle Baumgarten, Kant ve sonrasında Hegel’in ve en sonra en önemli Marxist sanat teorisyenlerinden Lukacs’ın iyiden iyiye üzerinde durmalarıyla, kelime ayrı bir terim hatta bazılarına göre ayrı bir ‘bilgi türü’ olarak ortaya çıktı. Sanat ve estetik kendi bağımsız unsurlarıyla anlaşılmaya başlandı. Ancak hemen ifade etmek gerekir ki, yeni söylemle sınır ve içeriği güçlü bir şekilde belirlenen sanat ve estetik, antik ve ortaçağ Avrupa’sının sanat ilke ve anlayışından hiçbir zaman büsbütün bağımsız ol(a)madı. Dünyayı maddeci diyalektikle yorumlayan Marx bile “Sanat, sözgelimi barınakların, araçların vb. imalatını mümkün kılan teknik hünerin, dışsal fiziksel gerçekliğin yeniden üretilmesinin, daha da ötesindedir.” demek durumunda kalacaktı.  Güzellik kategorisi, Marx’a göre, bir işin simetrisi, oranı, denge ve uyumuyla ilgili klasik bir duyguyu içerir; bütün bunlar maddi gerçekliğin biçimlerine rakip olan tutarlı ve cezp edici bir bütünün oluşmasını sağlar.”(14)

Modern zamanlara kadar sanat; hayatı, dünyayı, varlığı ifade etmenin, özellikle dini metinlerde ifade edilmiş olana katılmanın bir aracıydı. Hazır formlar, biçimler, temalar, kalıplar, ölçüler, teknikler vardı. Bütün bu hazır ve verili ilişkiler dünyasında sanat bir meslek (bir anlamda zanaat) olarak icra ediliyordu. Sanat hayattan kopmamıştı, hayatın içindeydi. Sanat hayatın kendiliğinden bir unsuruydu; evde, sokakta, çarşıda, mabette, her yerde kendiliğinden doğal bir gereklilik olarak yaşanıyordu. Bir anlamda Fidyas bir duvar ustası mesabesindeydi. Veya bir Leonardo Vinci boyacı, badanacı gibi algılanıyordu. Herkesin bir işi vardı, onların da işi duvarı boyamak, kilise için ikon yontmak, ilahi bestelemekti. Bu işler fırında ekmek yapan ustadan farklı değildi. Hepsi de sanattı. Birine ayrı bir güzellik, ayrıcalık atfetmek söz konusu olamazdı. Hatta toplumun değişen algılarına (mesela Hıristiyanlığa) göre bugün bizim adeta birer filozof gibi algıladığımız kimi ressam ve yontucular, şairler (size ters gelebilir ama) pek de makbul adamlardan bile sayılmayabilirdi. (İkonoklasizm’i düşününüz) “Güzel Sanat” kavramı için Yunanca’da ayrı bir terim yoktu, ‘tekhne’ sözcüğü, sanat, zanaat ve ustalık anlamlarını da içeriyordu.(15)

Kimi durumlarda sanatı hayatla yaşamak, hayatı sanatla yaşamak iç içe girmiş mesafesiz, vazgeçilmez durumlardı. Özellikle benliğini sanatıyla bütünleştirmiş sanatçı, bunun daha çok farkında yani bilincindeydi. Sanatına aşkını, coşkusunu katanlar üstün başarılar elde ediyordu. İşte tam burada sanat, bir yüksek duyguya, aşkınlığa, icra edildiği kültür havzasına göre bir çeşit ibadete dönüşüyordu. Sanatçı eseride var oluyor, eserinde yok oluyordu. Onun için sanat, hayatın her anına ve alanına girmiş ruhiyatın terennüm vasıtasıydı. İşte sanatçının bu yoğun hissedişleri, yine ancak yüksek, ince bir duyuş seviyesinden daha rahat algılanacak ‘estetik’e dönüşüyordu.

Önceleri ayrıntıları ile tanımlanamasa da estetik, sanatsal duyuşu ifade eden bir kelimedir. Sadece bir kelimedir ve kavramlaşmamıştır. Sanatın algı ve icrasındaki değişime bakınca, insanın ‘sanat ve esttik keşke kavramsallaşmasaydı’ diyesi geliyor. Niçin mi? Eskiden sanat ve estetik vardı, isimleri yoktu, şimdiyse sanat ve estetiğin isimleri var kendileri yok.

İnancın gerektirdiği aşkınlık içinde, sanatçı ve izleyicinin eser üzerinden paylaştığı duygulanımın akılla izah edilmesine hatta akli ölçütlerle izahına gerek bile yoktu. Bu bağlamda illa da bir sanat eserinin akli izahlarla açıklanması gerekmezdi. Akli izahlar eserin anlam alanını daraltacaktı sanki? Eserin amacı hatırlayışı, ürperişi, vecd halini, huşuyu insan ruhunda canlı tutmaktı. İster yapan, ister onu kullanan veya izleyen (okuyan) için hissediş, ürperiş sağlanırsa eser amacına ulaşmış sayılıyordu. Bir anlamda bugün ve her zaman da bu böyle değil midir? Böyle olmalı değil midir? Roger Trigg, “Akıl uysallaştırır ve bizim edilgen olarak aldığımız bilginin hizmetine sokulur. Akıl, bize, deneyimlerimizi sistemleştirmemizde de yardımcı olabilir; ancak, onu aşamaz.” derken(16) belki meselelere pozitivist yaklaşan materyalistleri memnun etmiyordu, ama anlatmak istedikleri kuşkusuz tam da bizim ifade etmek istediklerimize yakın şeylerdi.

Estetik akli ölçüt ve değerlendirmelerden bağımsız mıdır? Veya bir sanat eseri akli sınırları ne kadar geçerse o kadar mı değerli olur? Bu savların doğru olmadığını söylemeye bile gerek yok. Sanat eserinin estetik değeri, akla aykırı düşmesine bağlı değildir. Ancak burada kastedilen veya vurgulama gereği hissedilen aydınlanma dönemi ile ideolojik karakter kazanan akıldır. Bu akıl varlığın özünden, ruhundan koparılarak, kaba maddenin görünür kodları ile kendini koşullandırdı. İnsanın diğer yetileri ile ortaklaşa bir etkinlik içinde olmayı gereksiz hatta zararlı telakki etti. Kendi varlığını kanıtlamak, bir aşamadan sonra hayata ve eşyaya egemen olmak için başta metafizik duyumlar, sezgi, ilham, inanç gibi aşkın değerlere yönelişin karşısına dikildi. Önceden de söylediğim gibi, bu, ne kadar imkânsızı denemek idiyse, pozitivizme kodlanmış bile olsa aklı dışlamak da doğru değildir. Çünkü hiçbir zaman saf akıl veya saf duygu yoktur. Belki şöyle bile söylenebilir: Akıl sezgiye, sezgi ise akla yaklaşmakla, kendi estetiklerini gerçekleştirirler.

Meselenin anlaşılmasını güçleştiren en önemli sebep, günümüz insanının estetikten uzak bir hayat yaşamasıdır. ‘Estetik’i ‘farkına varılmış sezgi’ ve ‘derin duyarlık’ anlamında kullanıyorum. Asıl anlamı da budur zaten. Sanat eserine güzellik ve anlam kazandıran ruh! Son derece daralmış iç dünyası ve ıvır zıvırların yüceltildiği dış çevresi ile modern insan, estetiği doğal olarak sanatı kavrama yeteneğini büyük ölçüde yitirmiştir. Sanatın anlamı ve önemi, gündelik nesnel ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde var, karşılamadığı ölçüde yoktur. Varsa eğer bir değeri galerilerde veya müzayedelerdeki satış değerinden başkası değildir. Modern insan içkinliğini, aşkınlığını ve ufkunu yitirdiğinden estetik yaşantıya ihtiyaç duymuyor.

Baudrilliard’ın baştan alıntıladığımız sözüne dönelim tekrar. Modern kitlelerin ruh ve zihin dünyalarını estetik perspektifinden çözümlerken ne diyordu üstat? “Bizler de artık sanata değil, sanat fikrine inanıyoruz.”

Sanatı anlamak, estetik düşünce ve olgunluk seviyesini yaşantıya dönüştürmekle mümkün olacaktır.

Öyleyse estetik nedir, nasıl anlaşılmalıdır?
(Sürecek)

____________________________
1- Jean Baudrillard, Sanat Komplosu s.43, çev. Elçin Gen, Işık Ergüden, 2. bas. İletişim yay, İst. 2010)
2-  Metin Önal Mengüşoğlu, Vahiy ve Sanat, s.131-147, Pınar yay, İst. 2004.
3-  Yılmaz Can, Recep Gün; Ana Hatlarıyla Türk- İslâm Sanatı ve Estetiği, s.9, db yay. (Kayıhan yay.) Samsun-İst. 2005.
4-  Celâl Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, C.4, s.1752,1753, MEB yay, İst.1994.
5- Metin Önal Mengüşoğlu, age, s.132.
6-  Yılmaz Can, age, agy.
7-  Ramazan Altınbaş, İslâm Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, s.74, Sufe yay, İst. 1997.
8-  Larry Shiner, Sanatın İcadı –Bir Kültür Tarihi-, s.23, çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı yay. İst. 2004.
9-  Larry Shiner, age, s.49.
10-  Raymond Wıllıams, Anahtar Sözcükler, s.51, çev. Savaş Kılıç, İletişim yay, İst. 2005.
11-  Raymond Wıllıams, age,s.52.
12-   Larry Shiner, age, s.195.
13-   Raymond Wıllıams, age, s.52.
14-  Eugene Lunn, Marxsizm ve Modernizm, s.19, çev. Yavuz Alogan, Alan yay, İst. 1995.
15-  Iris Murdoch, Ateş ve Güneş, s.8, çev. Serdar Rifat Kırıkoğlu)Ayrıntı yay, İst.1992.
16-  Roger Trigg, Akılcılık ve Bilim –Bilim Her Şeyi Açıklayabilir mi?-, s.26, çev. Kadir Yerci, Sarmal yay, İst 1996.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

140. Sayı / Eylül – Ekim 2012 / Ay Vakti
Hakikat Öne Çıkacaksa, Biz Geride Yürümeye Hazırız... / Ay Vakti
“Kırbaçlanan Ağıtlar Gibi”* / Şeref Akbaba
Sanat ve Estetik Üzerine / Necmettin Evci
Cezada Elif Direnci / Naz
Tümünü Göster