I
Uçağımız İstanbul semalarını terk ederken aklımda pek çok soru var. Yeni bir ülke, yeni bir kültürle karşılaşacağız. Macaristan’ın tarihi kimliği, içimizde ayrı bir havanın terennüm etmesine vesile oluyor. Bugün Avrupa Birliği üyesi Macaristan, kökeni itibariyle Avrupa Hun Devletine dayanıyor. Aynı ırktanız. Dahası Osmanlı hâkimiyetinde geçmiş yüzyıllar var. 20. Yüzyılda ise önce komünist ardından demokratik yönetimlerle idare edilmiş. Bu kadar girift tarihin elbette yansımaları olmuş diye düşünüyorsunuz sanata, mimariye, edebiyata. Bunları düşünürken uçağımız Budapeşte’ye (Macaristan’ın Başkenti) ulaşmıştı bile…
II
Budapeşte’yi, gezimizin son iki gününe bırakıp bir dizi toplantılar yapacağımız Debrecen’e hareket ediyoruz. Debrecen, ülkenin ikinci büyük kenti. Yol boyunca uçsuz bucaksız ovaların içinden geçip yaklaşık 2,5 saatlik yolculuğumuzu tamamlıyoruz.
Kente ulaştığımızda ilk gözlemimiz tarihi binalar üzerine… Debrecen ve Macaristan’ın genelinde var olan eski dokuyu itina ile koruma arzusu oldukça dikkat çekici. Özenli bir tarih anlayışı mevcut. Tarihi kiliseler, mimari yapılar sanki yeni yapılmış gibi. Debrecen şehir merkezinde yer alan “Büyük Kilise” şehrin simgelerinden birisi olmuş. Bu kiliseyi özel yapan ise reform dönemine ait olması ve reformist hareketin bu kilise tarafından desteklenmiş olması. Şehir meydanında tüm ihtişamı ile kendisini gösteriyor Büyük Kilise. Nitekim kilisenin arkasında da kiliseye ait dini eğitimlerin gerçekleştirildiği büyük bir fakülte var.
Şehir meydanında yer alan Valilik, bankalar ve lokantaların pek çoğu otantik bir yapıya sahip. Bizdeki gibi kentsel dönüşüm çılgınlığı yok… Tarihi doku içerisinde gözlerim hep camileri aradı. Ama nafile… Osmanlı dönemi eserlerinden çok az bir bölümü kalmış Macaristan’da. Tıpkı İspanya’dan arda kalan Endülüs eserleri gibi… Batı’nın bilindik bir tavrı var: Osmanlı eserlerinin daha doğrusu İslam eserlerinin yaşamasına müsaade etmiyorlar.
Macaristan’a Avrupa Birliği Comenius Eğitim Projesi için geldiğimizden, birçok Macar vatandaşı ile tanışma, görüşme fırsatımız oldu. Bazı ilköğretim okullarını gezdik. Açıkça ifade etmek gerekirse, pek çok yönden eğitim sistemleri bizden daha iyi. Şimdilerin tabiriyle söyleyecek olursak; “2+5+3+4” yapısı mevcut. 2 yıl anaokulu, 5 yıl ilköğretim ilk kademe, 3 yıl ilköğretim ikinci kademe ve 4 yıllık lise. Müfredat açısından sade bir üslup belirlemişler. Öğrenci merkezli ders işleyişi ve etkinliklerin yoğun olduğu metotları takip ediyorlar. Okul ve sınıf yönetimi için ciddi disiplin uygulamaları mevcut.
Debrecen Üniversitesi ülke genelinde adından çokça söz ettiren bir yüksek öğretim kurumu. Öyle ki, burada Türkiye’den gelmiş onlarca öğrenciyle karşılaşıp sohbet etme imkânımız oldu. Macaristan’da üniversite okumak, diğer Avrupa ülkelerinde göre avantajlıymış. Budapeşte’de de karşılaştığımız Türk öğrenciler oldu. Budapeşte Teknik Üniversitesi ülkenin en iyi üniversitesi konumundaymış.
Gelin görün ki, Macaristan’da her şey okullardaki gibi güzel değil. En ciddi sorun ahlaki yapının bozulmuş olması. Boşanma oranı %70 civarında. Aile kavramı neredeyse ortadan kalkmış durumda. Bu ahlaki çöküntünün sebebi, ülkede yaklaşık bir asır var olan komünist sistem. Bu dönem toplumun dini, ahlaki, geleneksel yapısını tamamen ortadan kaldırmış. İçki tüketimi hat safhaya ulaşmış durumda. Nitekim Debrecen’e yakın bir şehir olan Tokaj şarapları ile ünlü bir kent. Sadece Macaristan’da değil tüm Avrupa’da Tokaj şaraplarını bulmak mümkün…
Ülkenin genelinde yok olmuş erdemleri ve bu durumun sonuçlarını, konuyu müzakere ettiğimiz Macar öğretmenler de itiraf ediyorlar. Kiliseleri yaşatmak için yapılan etkinliklerin gençler arasında ilgi çekmediğinden dem vurup geçen asırdan şikâyet ediyorlar…
III
Debrecen yakınlarında atlarıyla meşhur Hortabagy, devlet tarafından düzenlenmiş ve sistemleştirilmiş bir ilçe. Bulunduğu alan aslında bir bataklık olan Hortabgy, devlet desteği ile tarihi bir havaya büründürülmüş. Ve tabi bu haliyle de turistik bir mekân olmuş.
Hortabagy’de gezerken sıradan bir lokantaya ilginin çok üst düzey olduğunu görünce sormadan geçemedik. Macaristan Milli Şairi Petöfi, zamanında burada yemek yediği için çok önemli bir yer olarak kabul edildiğini anlattılar uzun uzadıya. Aklıma Mehmet Akif geldi bir an; ülkesinde garip kalmış şair olarak…
IV
Debrecen, Tokaj, Hortabagy gezilerimizin akabinde Budapeşte’ye geldik. Budapeşte, şehri iki yakaya ayıran Tuna nehri ile meşhur. Nehrin kıyısında tarihi doku tüm ihtişamı ile göz kamaştırıyor. Parlamento Binası Budapeşte’nin simgesi olmuş. Debrecen de olduğu gibi Budapeşte’de de tarihi doku korunmuş.
Şehrin hoş bir silueti var. Nedense bu şehri kendime çok yakın hissettim. Asır önce Allah kelamını ulaştırmak için buralara gelen Osmanlı’yı düşündüm. Bu topraklar için can veren şehitler geldi aklıma… Osmanlı’nın takdir edilesi çok özelliği var. Ama en çok hoşgörüsü takdir edilmeli. Saygısı göz önünde bulundurulmalı. Macaristan’daki hiçbir kiliseyi yıkmamış, kültürel değerleri ortadan kaldırmamış. Günümüzde halen devam eden batı barbarlığının, işgalci zihniyetin, yok etme duygusunun yeri hiç olmamış Osmanlı hâkimiyetinde…
Şehirlerin de can taşıdığını düşünürüm hep. Onların da ruhları vardır. Bu duygu Budapeşte’de daha da fazla hissettirdi kendini. Budapeşte’de bizden olan bir hava var. Tıpkı İstanbul, Konya, Diyarbakır Erzurum, Buhara, Halep, Musul gibi… Macarlar Osmanlı eserlerini yok etse bile Budapeşte hâlâ Osmanlı toprağı gibi… Ama sessiz, çaresiz, kimsesiz…