Kitaplarla Baharı Yaşamak-I

Okuma eylemi üzerinde yeterince durmuyoruz. Nasıl okuduğumuzu, neleri okuduğumuzu ya da okuma yöntemlerini de bilmiyoruz. Okumanın önemli olduğu hususunda, birçoğumuzun vurgu yaptığı kesin olmakla birlikte, sözün sahiplerinin kitap okuma uğraşı ne kadardır sorusu da boşlukta kalmaktadır.

Biliyoruz ki; söz sahibini yansıtır. Sözün sahibi olmak demek sözle uyumlu olmak demektir. Sözün namus demek olduğunu da kavramalıyız. O halde söz söyleme sanatını öğrenen insan, sözü söylemeye başladığı andan itibaren kitapla, bilgiyle, ilimle, irfanla temasını başlatmış olur. Böyle bilinmeli ve öyle davranılmalıdır. En küçük insan bireyinin yani çocukların gören gözü, duyan kulağı, hisseden yüreği ile büyükler arasında fark, birinin yepyeni, taptaze bütün alıcılarıyla hazır olması, diğerininse bunun biraz örselendiği, biraz yıprandığı, biraz bozulduğudur.

Okumak; kişiyi geliştirir. Kişinin aklını, anlayışını, zekâsını, tecrübesini, bakışını geliştirir. Kişiliğin gelişmesindeki asıl unsur bulunulan ortamdır. Nasıl bir ortamda yaşanıldığının, nelerle uğraşıldığının, nelerden hoşlanıldığının, vaktin çoğunluğunun nerelerde ve nasıl harcandığının önemi vardır. Aile büyüklerinin bütün eylemleri bireyi bu anlamda etkiler. Çevrenin tanzimi ile evin tanzimi arasında çevredeki insanlarla, evdeki bireylerin arasında da bir benzerlik söz konusudur. Bu nedenle çevre bilincinin, bulunduğu semtin durumunun, öğretmenlerin, ağabeylerin ve ablaların da dikkatli incelendiğinde, bireyi etkileyen unsurların başında geldiği görülecektir. Kişiliği geliştiren bu özellikler, insan düşüncesinin gelişmesine, aklının da zenginleşmesine katkıda bulunur. Düşünce dünyasındaki hareketlilikler, aynı paralelde hayal dünyasını da genişletir. Hayaller ve düşler bireyin önemli azıklarındandır. Sözün kazandırdığı anlam zenginliği; düşleri de, düşünceyi de geliştirir. Bunun farkına varan birey, kendisinin değerli olduğu üzerinde asla şüphe etmez. Bunu sağlayan şey ise ortamdaki bütün gelişmeler ve bireyin önündeki eylem sahipleridir. Ortamların insanı şekillendirdiği kuşkusuzdur. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” ifadesi de bunu teyit eder. O nedenle yeni kelimeler, yeni bilgiler edinen birey, bilgilenerek zenginliğini sürdürmeye devam edecektir. Bu durum bir tarafıyla kişiliğin oturmasını sağlarken diğer tarafıyla da özgüvenin yerine gelmesine de katkıda bulunur.

Böyle bir girişten sonra kitap dünyasındaki zenginliklerin farkına varılabilir. Romanların, hikâyelerin, masalların dünyasındaki çekicilik, coşku, hüzün; hayatın içindeki renkleri gözler önüne sererken bilmediğimiz diyarların sesleriyle, anlayışlarıyla, kültürleriyle tanışmış olmanın ziyafetini yaşarız. Kimi zaman uçan bir süpürgeye ya da halıya binme denemeleri yaptıran, kimi zaman dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna bizi alıp götüren kitaplar;  çoğu zaman da hüznü ve sevinci iç içe yaşatacaktır. Ülkesinin sınırlarını aşarak, dünyanın bütün zenginliklerini, okuduğu kitaplarda bulan bireyin, elbette ki hayata bakışı da estetikleşir, nezihleşir ve zenginleşir.

Kimi zaman Afrika’da bir ailenin ortamına girer, kimi zaman Rusya’nın caddelerinde, saraylarında dolaşırken, kimi zaman da tren yollarındaki rayların gıcırtısındaki işçilerin direnişiyle karşılaşır. Bazen Himalaya dağlarından aşağıya inerek Sih’lerin, Budist’lerin tapınaklarına süzülür ve oradan Endülüs Devletinin muhteşem kütüphanelerini yakıp yıkan Avrupa’nın insanlığa neler ettiğine hayıflanır. Bazen de kişiyi alıp başka diyarlara götüren bilgelerden İbni Haldun’a, İbni Rüşd’e, Farabi’ye, İmamı Gazali’ye rastlar onların ilim sofralarından yüreğini doldurarak Tebrize, İran’a gelir, Şeyh Sadi Şirazi, Molla Cami, Firdevsi bizi beklemektedir sanki. Baydeba’dan aldığımız hayat öykülerinin kimilerini orada takas ederken Alaadin’in Sihirli Lambası bizi büyüleyerek “Bin bir Gece Masalları”nın muhteşem iklimlere taşıdığından şüphe yoktur. Büyük insanlık birikimi olan kitapların ustaları birbirine ekledikleri kültürel mirasla insanı büyütürken aklın ziyası yeni gelişmelere de imkânlar tanır. Yol devam ederken birden bire Konya’da Mevlana hazretleriyle karşılaşırız. Mesnevisiyle bütün insanlık için muştularla dolu meyvelerinden bize, elleriyle muhabbet dolu ikramlarda bulunur. İlim insanlarının cömertlikleri, hiçbir cömertliğe benzemez. Hoca Nasrettin, eşeğinin üzerinde şehre yüzünü dönerken düşündürürken güldüren, güldürürken ağlatan dünyası yüzünüze çarpar. Yunus Emre’nin şiirleri sonsuza akan bir ırmak gibi Hacı Bayram Veli’de kutsal bir tılsıma işaret eder gibidir.

Dolaştığımız yeryüzü; destanlarla masalların, şiirlerle trajedilerin birbirine karıştığı antik çağların inlerinden Orhun yazıtlarına, Sümerlerden, Hititlere oradan da Mısır piramitlerine, Anadolu ekseninde koca bir coğrafya ülküsüne ulaşarak yeni bir şölene hazırlar gibidir. Asıl söylemek istediğimiz geçmişte olanları anlamak demek, gelecek için daha kalıcı, daha sistemli, daha planlı bir dünya bırakmak demektir. Bu nedenle kitabın hayatımızdaki yeri kültürlerin oluştuğu havzalardır.

Kitabın kutsallığı duvara asmak değildir. Duvarda bırakmak değildir. Kutsal olan şeyin insan hayatının içinde yaşaması gerekir. İnsanın hayatı, hayata bakışı, sosyal ilişkileri, insanlarla, tabiatla ve bütün evrenle ilişkisi bu kutsal çizgiden aldığı mesajlarla süslenmelidir. Duvarda asılı duranı kutsamak, yüce tutmak, fiziksel bir teması ihtiyaçtan ihtiyaca gerçekleştirmek yani açıp okumak (cenaze törenlerinde, mevlit kandillerinde, ramazanlarda gibi) kutsalı hayattan uzak tutmanın bir çabasıdır. Bizlere giydirilmiş bir deli gömleğinden başka bir şey değildir. İnandığımız kitap, hayatımıza hükmeden kitaptır. Hayatın içinde her an, her zaman okuduğumuz kitapların hüküm sürmesine izin verilmelidir. Bu pencere bize; kitapların anası Kuran’dan beslenmiş olan ne kadar roman, hikâye, şiir, düşünce ve felsefe eserleri varsa onların da elimizin altında, mutfağımızda, sofrada, yatağın kıyısında, elimizdeki çantada, ceketimizin cebinde, aracımızda bize ait olan her yerde bulunmasına fırsat tanır. Öyle olmalıdır. Kitaplardan (ilimden, irfandan) kopan toplumlar uygarlıklarını kaybeder.

O zaman kitap vazgeçilmezimiz olur. Doğan her çocuk; doğmadan önce ki sürede kitapla, müzikle, muhabbetle, sohbetle, şiirle, tiyatroyla, sinemayla beslenir. Bu ebeveynin üslubunun da, ahlakın da, davranışlarının da, tedirginliklerinin de, kavgalarının da,  neşelerinin de, eğlencelerin de bir sistem içinde olmasını söyler bize. Öyle olmalıdır. Ağzı bozuk insanın doğan çocuğunun da ağzının bozuk olma ihtimali her zaman daha yüksektir. Bağıran ve çığıran, sürekli kavgacı bir üslupla konuşan ebeveynin çocuklarının da başka türlü olması beklenemez. O nedenledir ki üslup, kazanılması, öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken bir özelliktir. Ahlaki olanla olmayanın etkisi neyse üslup bozukluğunu da öyle kabullenmek gereklidir.

Bacon’un da dediği gibi “Okumak bir insanı doldurur, konuşmak hazırlar, yazmak ise olgunlaştırır.”

Kitap okumak; özgüveni artırır. Düşünce ufkunu genişletir. Olaylara farklı bakmayı sağlar. Kelimeler dünyasından yeni dostlar kazanarak hafızanın zenginleşmesine, üslubun güzelleşmesine, düşüncenin açılmasına, felsefenin hayata girmesine, proje sahibi olunmasına götürür. Her yeni kelime sahibini hikmetli konuşmaya götüreceği gibi, hikmetin kapılarını da açar. Konuştuğunda etkileyici bir üslup kazandırır. Kitaplar, ömrün bereketlenmesine katkıda bulunur. Stresi yok eder. Okumayı ciddi bir eylem haline getirmiş, hayatın bir parçası haline dönüştürmüş kişiler, hayatın anlamını daha iyi kavrar. Dolayısıyla hayatı anlamlı yaşayan çevresine de anlam katar.

Hayatın değerli olduğunu bilen kişi vaktin de kıymetini, emanet olduğunu bilir. Kültürel birikim yaşayışımızı da tanzim eder. Diğer insanlardan farklı özellikleri bulunan insanlar dikkat çeker. Kitapla dostluğu olanlarla sohbet, etle kemik gibi biri birine kaynaşmış kişilerle muhabbete benzer. Söz onlarda anlamlı hale dönüşerek muhabbetin zevklenmesine katkıda bulunur. Diksiyonu düzgün, kelimelerin telaffuzları düzgün, ifadeleri düzgün, cümleleri anlaşılır olan kişiler seslerini de iyi kullanmalıdır. Bunlar bir arada bulunduğunda oradaki ortam, oradaki sohbete doyum olmaz.  Düzgün konuşma, hız sınırını ayarlama, anlatımını fıkralarla süsleme, vaktinde konuşmayı tamamlama da bir tecrübe, bir ustalık ister. En kısa zamanda en etkili, en vurgulu ve en söylenmesi gerekenleri söyleme melekesini kitaplarla dost olanlar sağlayabilir.

Hayatın içindeki kitaplar çok çeşitlidir. Her konuşmanın da birer kitap olduğu, her sohbetin de bir kitaba yönelik bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Doğu, Asya, Afrika topluluklarının ortak özelliklerinden biri de sohbet geleneğine sahip olmalarıdır. Her bir fırsat onlar için bir sohbet ortamıdır, bir kitap okumadır adeta. İç huzuru sağlayan kitap; tabiatın, yıldızların, denizlerin, her bir varlığın da tahlilini, okunmasını, tefekküre dönüşmesini sağlar. O zaman bu büyük coğrafya, aynı dilde olmasalar da, kültürün ortak mirasında aynı inançla yoğrulmuş bir bilinç oluşturur.

Okudukça zihni berraklaşan insanın davranışları da tutarlıdır. Düşünce her zaman insanı tefekküre yöneltmelidir. Mütefekkir insanlar düşünceyi biriktirmiş insanlardır. Hem zahirin hem de batının ilmiyle kendilerini süslemeyi becermişlerdir. Tarihin bilinmesi insanın geçmişle gelecek arasında köprüler kurmasını sağlar. Aklı kullanmayı öğretir bize. Şiir, akıcı bir üsluba dönüştürürken kişiyi, nükteci hale çevirmekle kalmaz zekânın oyunlarıyla da akılları hareketlendirir, şaşırtabilir. Matematik ise aklın önde durmasını, kullanılmasını, dikkatli olunmasına yol açan önemli bir muhakeme ilmidir. Felsefenin açtığı çığır, insan düşüncesinin derinliklerini, sorgunun önemini kavratarak evrende var olan, olması muhtemel olan, insana ait ne kadar kavram varsa soruları bulunan bir ilimdir. Akla derinlik kazandırır, boyutu büyütür. Mantığın hareketliliği felsefeyle, edebiyatla münazaralarda hitabete dönüşürken ahlak anlayışımız bizi sakinleştirir.

Evrenin kavranışını, olayların çözülüşünü, madde ile mana arasındaki irtibatı, iyilik ve güzelliği, doğruluk ve yanlışlığı ayırt etmek isteyen kişilerin okuması gereklidir. Karanlığa sövmekten vaz geçip gönlün ve aklın lambalarını yakmak isteyenler okumalıdır. Hem kendisinden hem toplumundan hem de insanlıktan sorumlu olduğunu düşünenler kitap okumalıdır. Bulwer Lytton, “Yasalar ölür, kitaplar ölmez” diyor. Eflatun, “İyi kitaplar babalarını ebedîleştiren çocuklardır” diye ekliyor.  “İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur” diyen ise Goethe.

Görüldüğü gibi hayata müdahale etmiş edebiyatçıların, düşünce ustalarının, felsefecilerin, şairlerin bize yüklediği sorumluluk okumayı ciddiye almaktır. Zengin olabilir, fabrikalarınız bulunabilir, tahtta oturabilirsiniz. Dünyanın en güzel gözlerine, yüzüne, vücuduna da sahip olabilirsiniz. Bunların geçici olduğunu, zamana bağlı olduğunu, bir anda elimizden kaçırabileceğimizi, uçup yok olacağını unutmamalıyız. O nedenle dünyayı alabildiğine yaşamalı lakin gönle koymamalıdır. Kitap ve bilgi, yazılan eser, insanlık yaşadıkça var olmayı sürdürecektir. Kitapların değerli olması, Kuran ve ondan önceki gönderilen sayfaların, kitapların varlığına da işaret eder. Kalem suresi, Şuara (Şairler) suresi, İlk emri “Oku” olan “Alak-İnsanın yaratılışı” suresi de bize okumanın, kitabın önemini hatırlatır. Okumak, bir bilince ermektir, bir kararda kalmaktır, murada ermektir.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

138. SAYI / MAYIS – HAZİRAN 2012 / Ay Vakti
Gündem / Ay Vakti
Kafdağı / Şeref Akbaba
Cezada Elif Firarı / Naz
Kitaplarla Baharı Yaşamak-I / Recep Garip
Tümünü Göster