Gece girdim şehre: paltosuz, yalnız / şubattı
Kar yağıyordu özlem ve hüzün yağıyordu
Omzumda delikanlılığım sol yanım hicran
Utanıyordum ağlamaktan üşümekten korkmaktan
Hamal o türküyü söylemese donacaktım
Yakmasa o ateşi içimde ölecektim kesin
Gece girdim şehre: içim uçurum / şubattı
İstasyonlarda karınca sürüleri telaşlı
Vapurlarda yorgun suskun gövdeler
Denize dökülmüş yıldızlarla oynuyordu rüzgâr
Rüzgâr içimdeki ateşi alazlıyordu bir de
Alazlanmasa içimdeki ateş ölecektim kesin
Gece girdim şehre: parasız, âşık / şubattı
Kızıp durdum Kız Kulesi’ne: acımı büyüttü
Durmakla orada öyle pırıltılı narin kayıtsız
Uzaklarda bıraktığım kız gibi tam da
Kırık ışık gülüşünü yakalamasam sularda
O buğu okşamasa yüreğimi ölecektim kesin
Gece girdim şehre: paçalarım ıslak / şubattı
Fa diyez dat dat, detone nara, arsız gülüş, turfanda küfür
Şoförler sarhoşlar yosmalar selamlıyordu beni
Damalı taksiler ağır çekim geçiyordu yanımdan
Şehir kusup duruyordu beni kaldırımlarına
Ben daha derinlerine giriyordum her defasında, öleceğime
Şubattı kar yağıyordu paltosuz yalnız ve âşıktım
Yabanıl şaşkın duruyordum orta yerinde köprünün
Bir yanım Galata: ışıltılı burçlarında gizli oklar
Bir yanım Süleymaniye dağı: derin sükût, yalın görkem
Ben ki dağların su verdiği çocuğum / ölecektim kesin
Şehri bekleyen dağın tutunmasam eteklerine