Evimin salonunda, çok da büyük olmayan bir kafesin içinde; biri sarı, diğeri yeşil iki muhabbet kuşu yaşıyor. Onlara her baktığımda ne kadar da savunmasız olduklarını geçiriyorum içimden. Sizce o daracık alanda mutlular mı? İnsandan başka hiç kimse mutluluğun peşinden koşmaz; diyorsanız eğer, haklısınız. İnsandır sürekli bir mutluluk kapısı bulmaya çalışan. “Şu kuşları balkonumdan bir uçursam özgürlüğe!” diye düşünüyorum, sonra, Haluk Nurbâkî sesleniyor bana bir yerlerden: “Siz, hiç kafesi açılan bir kuşun ağladığını gördünüz mü? Ölüm işte o kafesin açılışıdır.” İnsan, sürekli bir mutluluğu dünya kafesinden çıktığında mı yakalayacak? O halde beslenin iman ile, besleyin elinizi, gözünüzü,, saçınızı, dilinizi, aklınızı ve yüreğinizi – ki Peyami Safa’nın dediği gibi – “İnanmak değil, inanmamak insanların boyunu aşar.”
Kuşları alıp pencerenin önüne koyuyorum. Gidiyor ya uzaklara göçmen kuşlar, hani içlerindeki bir garip sesi dinleyerek kanat çırpıyorlar ya yorulmak nedir bilmeden. Aşk ile belki… Sevda ile belki… Hasret ile belki… İnsan hangi sevgiliye koşar böyle, bıkmadan, yılmadan, usanmadan? Beslenin sevgi ile o halde. Mevlânâ’nın da dediği gibi “Git gönül kapısında otur, bekle. Gizli sevgili ya gece yarısı ya da seher vakti gelir.”