Susmanın kalesine sığınıyorum. Gelmeyen bahara inat sustukça sukut buluyor içim.
Cebimde rüyalardan arta kalan mahmurluk, hayal kırıklıkları, hüzün ve gözyaşı, yeni baştan, yine baştan başlıyor.
Bir sarmaşık gibi sardığım o ince dal kırılıveriyor önümde. Şimdi ben neyi sarayım?
Gönlüme değen ince bir keman sesi, çıkınımda bir yığın hüsran, elimi kanatan cam kırıklıkları gibi gönlümü kanatan onca kırık, hayal kırıklığım bir çığ gibi artıyor.
Az gittik uz gittik, bir arpa boyu yol gittik oluyor başladığım bütün masallar.
Hep aynı noktaya geri dönüyor gönlümde uçuşan yıldızlar.Sözler kifayetsiz kalınca bir hayvan leşinden farksız oluyor tüm kelimeler. Anlatılamayanı anlatmaya çalışmak boşuna.
Verilen sözler kedi tüyleri gibi ufacık üflemede savruluveriyor. Ve kapatılıyor bütün kepenkler daha gün akşam olmadan.
Şimdi ben ayaklarım acıyıncayadek bir bozkırın ortasında yürümek, sesim kısılıncayadek bağırmak, gözlerim kapanıncayadek ağlamak ve ılık bir bahar kapımı çalıncaya dek susmak istiyorum.
Ruhumu kaç kez örseledin! Kaç kez yeniden doğduk sabahları, batmak için güneşi beklemeden.
Ey beni yerden yere vuran! Affetmeyi onun gerçek sahibine bırakıyorum.
Sen bir dalsan bedenine dolanan yaprağa bu öfke niye? Hangi ağacın dalıysan sana dolanan yaprak da o cinsten olmaz mı?
Kendi yaprağına mı hürmetsizlik ediyorsun?
İçimde zerrece öfke yok.Yalnızca hüzün ve gurbet… Sazlıktan koparılmış kamış misali. Uçmak için ten yükünü bir yere koyuvermek… Bütün ağırlığından kurtulmak sonra.
Bir ney gibi ağlamak, sonra susmak.
Omuzlarım düşüveriyor önüme. İnsan yüklü gökler yürüyor üstüme.
Gurbet dünyası, sılayı arıyor gözümde. Her şey ne kadar da fani, her şey ne kadar da boş. Tadı tuzu yok elemlere batmış bir balın.
Şimdi arılar sonsuzluğa petek dokuyor.
Goncaya durmuş çiçekler bir türlü açmak bilmiyor. Dünya sürgünümü uzattıkça uzatıyor saniyeler.
Suskun sevdalar düşüyor gönlüme.
“Aşk nedir?” diye sorulan Mevlana’ya “Ben ol da gör.”cevabı kelamın azının içinde nice deryalar sakladığına delil değil mi?
Sözün bittiği yer susmak denizinin dehlizlerine savuruyor beni. Yağmur, fırtına ve dalga var.
Konuşmak kifayetsiz kalınca,
Susuyorum.
Şair Erdem Beyazıt’ta susuyor
“Susmanın kalesine sığınıyorum.
Önümde karanlık duvarlar,
Sırtımda insan yüklü bir gök var.”