Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -71

Şirâze’m
yağmurla gelip yeşeren
ve hiç gitmeyen
sil beni dilediğin heceden, geceden, hikâyeden ve şehirden
sormayacağım inan “ne, nerede, nasıl ve neden?”

Kanada sınırında kar beyaz, üzerime iniyordu
ayaklarım soğuk, buzlar her adımımda altında çatırdıyordu
bir Noel daha yaklaşıyor diye binalar ışıl ışıl, görüntü göz alıcıydı

hava soğuktu, içim donmuştu, ceplerim Santa Rita aragoniti doluydu
evlerden sokağa en ufak bir ses sızmıyordu
ne bir davet eden vardı beni içeriye, ne bir düşünen benim varlığımı
herkes için boşluğa düşen bir taş kadar ağırdım Şirâze, düştükçe alev alan
bu yüzden kimse yüzüme bakmıyor, bana yakın durmuyordu
ben “bitsin” diye ümitlendiğim günleri bir bir işaretliyordum bileğime
attığım her çentik soluk bir iz bırakıyordu üzerimde

“sanrılar” diyordum, “her yerde”
tanımadıklarım yanımdan hışımla geçiyordu
dehşet dört taraftan üzerimize akarken
annem denizde boğuluyor, babam uzakta gözden kayboluyor
siyah maskeliler beni bir çukura doğru çekiştiriyordu
direnemiyordum Şirâze bu baskın güce
“imanım” diyordum, “imanım” azalmadıkça, ezilmedikçe derinlerimde
sonlanmayacağım donuk bakışlı insanların açlık, şehvet, hırs kokan nefeslerinde

tut ki Şirâze; fetih öncesi İstanbul’um, fâtih’ini hasretle bekleyen
tut ki; yazılmamış aşk dizeleriyim ben, şairinin yüreğine henüz ulaşamamış
tut ki; bir medeniyetin adıyım, tarihe kazınmak için vaktin başlangıcında dinlendirilen
tut ki; binlerce yılın örtüsünü üzerinde taşıyan bir kalıntıyım Atçana’da daha gün yüzüne çıkarılamamış
tut ki tut Şirâze, bir yer’im sâhibinin terkettiği, bir şey’im kimsenin özünü keşfetmediği
bir mit’im gerçek mi hayâl mi kararının verilemediği

belki de hiç’im birilerinin biri olduğum konusunda sonsuzca ısrar ettiği
tümü bunların, tut ki çok daha fazlasıyım belki
ne farkeder ki?

ben
gizlediklerimi
neden gizlediğimi 
bilemedim

bazen kararlar almak zorunda kalırsın, hangi kararın doğru olacağını kestiremeden
kararsızlık arası gidiş gelişler sırasında bozulan sistem
hayat çizginde keskin virajlar çizer de göremezsin
bilmeden verdiğin sözler gelir hatırına Şirâze, kurduğun hacimli cümleler

hoyratça savrulmuş biçimli biçimsiz öfkeler
unutulmuş sevgiler park köşelerinde ve kazınmış isimler ağaç gövdelerinde
değişimi kolayca kabullenebilmen belki de unutabiliyor olmandandır

senin de saklı arzuların, taşırdığın heyecanların, bencil tutumların
,
biriktirdiğin şekilsiz tabuların
ve utançların vardır yerin yedi kat altında doğan
kendine yüksek sesle söylemeye cesaret edip de gülüp geçemediğin
ve fi zamanda aldığın yaralardır bu sebeplerden dolayı ara sıra kanayan

sarın Şirâze’m harmâniyeme, gören seni tanımasın
sus ki Şirâze’m sesin

kimseye tanıdık gelmesin
doğu’da
Manastır Tepesi’ndeyim
varsa cesaretin bıraktığım izleri takip edersin

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

136. SAYI / OCAK – ŞUBAT 2012 / Ay Vakti
Eşref-i Mahlûk / Ay Vakti
Kitap/Yar / Şeref Akbaba
Şuurdan Şiire / Nurettin Durman
Cepheden Selam / Mehmet Ragıp Karcı
Tümünü Göster