Mehmet Âkif ve Vahdet-i Vücûd

Mehmed Âkif’in, bir tarîkat mensubu olmamakla birlikte, tasavvuf kültür ve düşüncesinin tesirini yaşadığını, nesirden ziyade manzûmelerinde belli ölçüde tasavvuf izlerine rastlandığını biliyoruz. Yine onun, Nakşibendiyye tarîkatına mensup bir âilenin çocuğu olduğu, Şeyh Hüsâm Efendi’den tefsîr, hadîs ve Mesnevî dersleri aldığı, Mesnevîhân Es‘ad Dede’den Mesnevî ve Gülistân, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’den Vâridât’ı okuduğu, Fuzûlî, Gazzâlî, İbnü’l-Fârız, Ferîdüddîn Attâr, Mevlânâ’yı pek sevip takdir ettiği, Kâdirî şeyhlerinden Osmân Şems Efendi’nin şiirlerine hayrânlık duyduğu, Halvetî ve Melâmîlik yoluna müntesip âlim ve mütefekkir Babanzâde Ahmed Nâim’le pek sıkı dostlukları bulunduğu, Mevlevîlik yoluna mensup Muhammed İkbâl’in eserleriyle hemhâl olarak onları Anadolu insanına tanıttığı ve sevdirdiği, şâir-âlim ve mütefekkir Ömer Ferid Kam’la da yakın ilişkiler içine girip –kanaatimizce- onun etkisinde kalarak vahdet-i vücûd neşvesini benimseyip savunduğu da bilinen bir gerçektir.

Burada Âkif’in Ferid Kam ve vahdet-i vücûd’la olan bağlantası üzerinde biraz durmakta yarar görüyoruz. Zira Âkif’in vahdet-i vücûdcu olduğunu söylemek ve “Tevhîd yâhud Feryâd” ile bu bağlamda yazdığı “Secde”, “Gece” gibi şiirlerini rahatça değerlendirebilmek için buna önemle ihtiyaç vardır.

Ferid Kam, Süleyman Hayri Bolay’ın verdiği bilgiye göre, “vehimli, kararsız ve sert mizacının da tesiriyle üniversite öğrenciliği yılları fikrî bunalım ve arayışlarla geçmiş, Doğu ve Batı’nın önde gelen filozoflarının, tanınmış mutasavvıflarının eserlerini okuyarak ve bazı şeyhlere intisap ederek bu sıkıntılarını aşmaya çalışmış, sonunda Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevî’si sayesinde aradığı huzuru bulmuş” bir şahsiyettir.

Âkif’in  kendisine “yâr-ı cânım”, “üstâd-ı hakîmim” dediği Ferid Kam ve Ferid Kam’ın ona “enîs-i rûhum” diye hitap ettiği bu iki mümtâz insanın yakın dostlukları, Fâtih’te oturan Âkif’in Beylerbeyi’ne taşınması ile başlar. Beş yıl kadar Ferid Kam’a komşuluk yapan Âkif, Dârulfünûn’daki Tedkîkât-ı Lisâniye Encümeni’nde de onunla birlikte görev yapar. Âkif’in onunla olan dostluğu o derece ilerlemiştir ki Ferid Kam, Kasım 1922’de Tedkikat ve Telifat-ı İslâmiye Encümen’inde görev yapmak üzere Ankara’ya dâvet edildiğinde, yaklaşık iki deruhte edeceği bu görevi, sırf Âkif’in o târihlerde Ankara’da bulunması dolayısıyla kabul eder. Ferid Kam, Ankara’ya geldiğinde, bugünkü Hacettepe Üniversitesi Kampüsü’nde yer alan Taceddin Dergâhı müştemilâtından kendisine ayrılan bir evde kalır ve böylece komşusu Âkif’le olan dostluğunu Ankara’da sürdürür.

Mısır’da bulunduğu yıllarda bile Ferid Kam’a özlem duyan Âkif, ondan uzun süre mektup alamamıştır. Bu sırada Âkif, annesini de kaybettiği için son derece üzüntülüdür. Ferid Kam, bu günlerde Âkif’e bir tâziye mektubu gönderir. Annesinin ölümüyle üzülmekte olan Âkif, mektubu alınca çok sevinir ve “Feridciğim, senden ses seda çıkması için mutlaka bizim evden bir cenaze çıkmasını mı bekleyeceğiz?” diye nükteli bir cevap yazar.

Âkif’in Ferid Kam’a olan muhabbet ve hürmeti bunlarla sınırlı değildir. Şöyle ki Âkif, Dârülfünûn’daki Edebiyat-ı Türkiye muallimliğini bırakıp başmuharrir olarak Sebîlürreşâd’a geçince, Ferid Kam’ın kendi yerine atanması için oldukça yoğun bir çaba göstermiş ve neticede o da, Âkif’in bu ısrarlı talebini geri çevirmeyerek kabul etmiştir. Yine yazı yazmada son derece titiz davranan ve bu sebeple çalışmalarını pek yayımlamak istemeyen Ferid Kam’ı yazı yazmaya ve bunları neşretmeye güçlükle ikna edebilen kişi Âkif’tir. Nitekim Ferid Kam, onun bu yoğun isteği ve teşvikleri sayesinde Dinî-Felsefî Sohbetler adlı eserini Sırât-ı Müstakîm ve Sebilürreşâd’da tefrikaya başlamıştır. Böylelikle daha geniş kitleler tarafından tanınmaya başlayan Ferid Kam, Vahdet-i Vücûd adlı eserini de yine Âkif’in ısrarları üzerine söz konusu dergilerde tefrika etmiştir.

Başka yazılarını mezkûr dergilerde yayımlayan Ferid Kam’ın, görüldüğü gibi eserler yazıp okuyucu ile buluşması büyük ölçüde Âkif’in gayretleriyle olmuştur. Hattâ Ferid Kam’ın şiir yazmasını ısrar eden Âkif’tir. Hoşsohbet bir kişiliğe sahip olan Ferid Kam’ın konuşturmak da yine Âkif’e düşmüştür. Nitekim Âkif onu konuşturmak için çareler aramış, ortaya bir mesele atarak onu neşelendirip konuşturmayı başarmıştır. Esasen Âkif’in pek ender görülen neşeli vakitleri Ferid Kam sayesinde olmuştur. Kaynaklarda anlatıldığına göre, bir gün Fatin Gökmen, Âkif’e en neşeli geçirdiği günleri sormuş. O da: “Pek nâdir olan neşeli bir zamanım Ferid’le geçen musâhabât demleri” cevabını vermiştir. Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere Ferid Kam, Âkif için son derece önemli bir şahsiyettir. Âkif’in Ferid Kam’a olan muhabbet ve hürmetinin boyutunu esasen onun, Âkif’in vefâtını müteakip 2 Ocak 1937 târihinde Sıdkı Akbaba’ya gönderdiği bir mektupta sarfettiği ifadeler dolayısıyla pekâlâ görmek mümkündür: “Âkif, Âkif!.. Nihayet o da gitti. Ayaklar altında öldü, eller üstünde mezara götürüldü… Benimle konuştuğu zaman kendisi susmak, beni söyletmek isterdi. O zaman nisbeten daha genç olduğumdan, ben de söylemekten usanmazdım… Görülecek bir işim olsa, bütün varlığıyla matlabımın husûlü için paçaları sıvar, benden çok yorulurdu. Bir derdim olsa devasını bulmak için dünyanın öbür ucuna gitmek isterdi. Hulâsâ Âkif çok kâmil bir insan, çok dürüst, çok hakiki bir dosttu…”

Ferid Kam’la bu derece dost olan, onunla hemhâl olup düşünce dünyasından etkilenen Âkif’in, “yâr-ı cân”ın ve “üstâd-ı hakîm”in sohbetlerinde ve yazılarında çoğunlukla üzerinde durduğu vahdet-i vücûd düşüncesine uzak kalması ve benimsememesi düşünülemezdi. Âkif, yukarıda da geçtiği üzere gerek babasının, gerek ders aldığı hocaların ve okuduğu eserlerin birçoğunun tasavvufî dünya eksenli olması hasebiyle bu düşünce tarzına yabancı değildi. Ancak onun Ferid Kam’la tanışıp dostluk kurması, ondaki vahdet neşvesini doruğa çıkarmış, “Tevhid yâhud Feryâd” başta olmak üzere “Secde” ve “Gece” gibi şiirlerinde mısralara dökülüp kendini iyice ele vermiştir.

Nurettin Topçu’ya göre Âkif’in Safahat’ında “terk, vecd, huzûr” diye üç merhaleden söz etmek mümkün olup, o, vahdet-i vücûd neşvesini “huzûr” hâlinde yaşamıştır – Nurettin Topçu, Mehmet Akif adlı eserin¬de, bu şiirlerdeki mertebeyi vahdet-i şuhûd olarak değerlendirmektedir- ki, bunlar Mehmed Âkif’te de üç safhada tezahür etmiştir: “Birincisi, Çanakkale Savaşı’na kadarki safha (Âsım’dan önceki beş Safahat), İkincisi, I. Dünya Savaşı’nın büyük ıstırabı olan Âsım, üçüncüsü huzûr’un müjdesini olan Gölgeler’dedir. “Ankara’nın Tâced¬din Dergâhı’nda ümmetin kurtuluşu için Allah tarafından görevlen¬dirilen uyancı, sırf ilâhî cezbelerini daha sonra büyük huzûra açılan çölde bulacaktır. ‘Gece’ ve ‘Secde’ bu devrenin mahsûlü olan vahdet-¬i vücûd aşkının terennümleridir.  Üçüncü safha olan huzur halini de o muhakkak yaşamıştır. Ancak bu son devre hakkında bilgimiz yok. İnsanla Allah arasındaki bu samîmiyet sırrını bu ifşâ edilmez hali, o da her mistik gibi kendi¬siyle beraber götürmüş olsa gerektir.”

Topçu’nun dediği gibi vahdet-i vücûd’u “huzûr” hâlinde yaşayan Âkif, bu düşünce sistemini yeri geldiğinde hararetli bir şekilde de savunmasını bilmiştir. Onun bir makâlesinde tasavvufa “panteizmdir” diye karşı çıkan birisiyle yaptığı karşılıklı konuşmalarında verdiği cevaplar bu durumun en bâriz kanıtıdır:

“Bana öyle geliyor ki ne varsa şarkta vardır, diyenler yalnız garbı değil, şarkı da bilmiyorlar; nitekim ne varsa garpta vardır da’vâsını ileri sürenler yalnız şarkı değil garbı da tanımıyorlar.

Meselâ garb felsefesiyle uğraşıyor görünen bir ada¬ma deseniz ki: Yahu! Azıcık da bizim şarka aid felsefe-mizi tedkik etseniz.

Emin olunuz şu cevabı alacaksınız:

– Aman canım! Hiç şarkta mebâhis-i felsefiyeyi hazm edecek adam gelmiş midir?

– Niçin efendim? Kelâma, tasavvufa aid bu kadar asar var. Onların hakkında ne buyuracaksınız?

– Kelâm dediğiniz teoloji olacak ki baştan başa safsatadır. Tasavvufa gelince bu da sırf panteizmdir, baş-ka bir şey değildir. Halbuki panteizm bugün butlanı anla¬şılmış bir meslek-i felsefîdir.

– Şu meslek-i felsefî hakkında azıcık izahat lutfe¬der misiniz?

– Hiç efendim, işte ma‘lûm olan vahdet-i vücûd!

– Çok şey! Binlerce mütefekkir dimağı ömürlerce işgal eden mesâil-i gâmıza böyle “vahdet-i vücûd” terki-biyle hulâsa edilince işin içinden çıkılmış mı oluyor? Rica ederim siz tasavvufa dâir bir eser okudunuz mu?

– Lüzum görmedim. Çünki tasavvufun dediğim gi¬bi panteizm olduğunu işitmiş idim.

– Pek ala! Tasavvufun panteizme pek benzediğini, hatta onun aynı olduğunu kabûl edelim. Acaba panteizm mesleğinin ihtivâ ettiği mesâil içinde hiç hakîkate yaklaşmış olan yok mudur? Onu tedkîk ettiniz mi?

– Hayır efendim onu da tedkîke lüzum görmedim.

– İnsaf ediniz tasavvuf saçmadır çünki panteizmin aynıdır, demek için her ikisini ayrı ayrı tedkîk etmiş ol-manız lâzım gelmez miydi?

– Hâcet mi var? Bu kadar adam tedkîk etmiş, benim dediğimi söylüyor.,

– Sakın onlar da sizin gibi tedkîk etmiş olmasınlar. Hem siz başkalarının kafasıyla mı düşünüyorsunuz? Ömründe baklava yüzü görmeyen fakat çeribaşının kızını yerken gören dayısından naklen bu tatlının lezzetine imân eden çingene karısı gibi siz de kendi zâikanızı ta‘til edecek de ötekinin berikinin zevkine mi de dellâl olacaksınız?” 

Hülâsâ Âkif, gerek etkisinde kaldığı tasavvuf kültürü, gerek eserlerini okuduğu ve hayranı olduğu tasavvuf büyükleri, gerekse çok yakın dostluklar kurduğu Ömer Ferid Kam gibi gönül adamlarının sohbet ve eserlerinin tesiriyle tasavvuf felsefesinin âdetâ belkemiğini oluşturan vahdet-i vücûd düşüncesini benliğinde özümsemiş, onu şiirlerinde terennüm etmiş ve yeri geldiğinde savunmuş son devrin nadide şâir ve mütefekkirlerinden birisidir. Onun şahsiyetini, düşüncelerini bilhassa şiirlerini inceleyenlerin bu durumu göz önünde bulundurmaları büyük bir önem arzetmektedir.

KAYNAKLAR

Bolay, Süleyman Hayri, “Kam, Ömer Ferit”, DİA, XXIV, 271-273.

Çeltik, Halil, “Mehmed Âkif Ersoy’un Yakın Dostlarından Ömer Ferit Kam”, I. Uluslar arası Mehmed Akif Sempozyumu (19-21 Kasım 2008), Mehmed Akif Ersoy Üniversitesi Yay., Burdur 2009, s. 319-325.

Demirci, Mehmet, Yahya Kemal ve Mehmed Akif’te Tasavvuf, Akademi Kitabevi, İzmir 1993.

Eşref Edib (Fergan), Mehmed Akif: Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, c. I-II, İstanbul 1938-39.

Özalp, M. Nazmi, Ömer Ferid Kam, MEB Yay., İstanbul 2000.

Şimşek, Selami, “Mehmed Âkif ve Mevlevîlik”, Dergâh, Sayı: 217, Mart 2008, s. 11, 20.

Şimşek, Selami, “Mehmed Âkif’in Sûfileri, Şâirleri ve Edibleri”, Türkiye Yazarlar Birliği Mehmed Âkif Bilgi Şöleni (Aralık 2008), Ankara 2009, s. 119-147.

opçu, Nurettin, Mehmet Akif, İstanbul 1970.Topçu, Nurettin, İslâm ve İnsan-Mevlâna ve Tasavvuf, Dergah Yay., İstanbul 2002.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Üşüyen Şehir Bir Kaç Dakika Uyuyan Şair / Ay Vakti
Mevlâna ve Şems Münasebeti / Şadi Aydın
Akif’i Şiirlerle Anmak / Mustafa Özçelik
Âkif’te Tek Çare Neydi? / Muhsin İlyas Subaşı
Mehmet Âkif ve Vahdet-i Vücûd / Selami Şimşek
Tümünü Göster