Kum ateşinde, kömürde yahut ocakta pişirilmiş olsun… Yarım bardak su ve bir lokumla ikram edilen acı bir kahvenin müdavimi çoktur. Kökeni neresidir, onu kim bulmuştur, nasıl bu kadar yayılmış ve sevilmiştir, en iyisi nerede içilir nevinden sorular için günümüze kadar birçok cevap bulunmuş, kahve farklı ırk ve milletler tarafından sahiplenilmiştir. Zamanla kahvehanelerin türleri de şekillenmiş, her biri farklı kesimlerce rağbet gören mekânlar olmuştur. Şurası bir gerçek ki kahve asil bir içecektir ve yalnız bir ‘içecek’ olarak nitelendirilmeyecek kadar muteberdir. Bu manayı zaman içinde nasıl yüklenmiş olduğuna dair genel bir çerçeve çizmek amacıyla yaptığımız bu çalışmanın faydanıza olmasını temenni ederek söze başlayalım.
Bireylerin, sonradan kazandıkları yeni alışkanlıklara bağlı olarak; kahve, tütün, nargile gibi keyif verici maddeleri, ilk dönemlerde aile ortamında kullanamayanların bir araya gelerek grup halinde tüketmeye başlamalarıyla ortaya çıktığı düşünülen kurumlardan biridir kahvehaneler. Zaman içinde, toplumda kimi kesimler için ömür boyu süren enformel eğitim veren bir kurum olmuş, diğer bazı gruplar içinse örgün-yaygın eğitimin önünü tıkayan bir organizasyon olarak algılanmıştır.
Kahvehaneler, ortaya çıktığı dönemden günümüze kadar çok farklı hizmet, rol ve fonksiyon üstlenmişlerdir. İlk dönem kahvehanelerinin, üzerindeki tüm baskılara rağmen ilgi çekmiş olmasının; insanların toplanarak bir araya gelmesini sağlayan cami, tekke vb. mekânlara alternatif bir konumda bulunması olduğu ileri sürülebilir. Osmanlı kahve ve kahvehane kültürü ile, yakın bağı bulunan hatta terim olarak birbirinin yerine kullanıldığına rastladığımız tekke-zaviye-kıraathane müesseseleri hakkında genel bir malumat vermek amacıyla hazırlanmış bu çalışma, çok küçük de olsa kültürümüzü tanıtmak adına bir katkı olarak değerlendirilirse payidar oluruz…
Kahve ve Kahvehane Üzerine
Kahve ve kahvehane üzerine yapılan hususi incelemelerin gösterdiği gibi kahveyi bulan kimsenin Habeşistanlı bir Arap olduğu ifade edilmektedir. Hızlı bir yayılma gösteren kahvenin, 1517’lerde İstanbul’da içildiğine dair kayıtlar bulunmaktadır. Tarihçi Solakzade’ye göre kahve, 1519’da İstanbul’a gelmiştir. Kahve İstanbul’a Müslüman tüccarlar vasıtasıyla; Yemen, Cidde, Kahire ve İskenderiye kentlerinden geçerek ulaşmaktadır. İskenderiye’den deniz yoluyla İstanbul’a gelen kahve, daha çok büyük depoların bulunduğu Eminönü’nden tüm İstanbul’a dağıtılmaktadır (Yıldız, 2007).
İslam dünyası 15. yüzyıl itibariyle kahve ile tanışmıştır. Kahvenin Osmanlı’ya ticari anlamda girişi ise 1517’de Mısır’ın fethini müteakiben gerçekleşmiştir. 1519’da ise kahvenin ilk kez İstanbul’a girdiği görülmektedir. Bu tarihten sonra kahve ticareti gittikçe artmıştır. 1554 – 1555 yıllarında, Kanuni Dönemi’nde, ilk kahvehane Tahtakale’de Hakem ve Şems adlı iki kişi tarafından açılmıştır. Kahve, tüccarlar tarafından İstanbul’a, Edirne’ye, Bursa’ya getirilmiştir. Fakat o zamanlarda sadece toplumun üst tabakası tarafından tüketilmektedir. Zamanla alt tabakanın da gittikçe bir kahve kültürünün oluştuğu gözlenmiştir. Anlaşılacağı üzere ticaret, kahvenin yaygınlaşmasındaki başlıca etkenlerdendir. Kahvenin yayılmasındaki diğer etkenlerin ise dervişler ve askerler olduğu ifade edilir.
Sosyalleşme anlamında toplumda önemli bir yere sahip olan kahvehaneler, aynı zamanda birer eğlence mekânıdır. Bazı kahvelerde dama, satranç oynanır; bazılarında ise Karagöz oynatılırdı. Kahvehaneler yeni buluşma mekânları olarak, toplumsal ilişkilerde başkalaşma meydana getirmiştir. Bunlardan en önemlisi, değişik kökenlerden insanları bir araya getirmesi ile toplumdaki farklılıkları, yabancılaşmayı azaltmasıdır. Böylece fikir alışverişinin sağlanabileceği bir ortam oluşmuştur. Özellikle şehir kahvehanelerinde zamanla fikir, edebiyat, siyaset tartışmaları yapılmaya başlanmış; forumlar oluşmuştur. Bunlarla beraber kahvehaneler, gayrı meşru ortam oluşturma açısından oldukça müsait olması hasebiyle toplumun bazı kesiminin tepkisini toplamış, devletin kahvehanelere temkinli yaklaşımı söz konusu olmuştur. Çünkü buralarda uyuşturucu gibi birçok gayrı meşru işler rahatlıkla yürütülebilmektedir.
Kahve ticaretinin Dünya’da ve Osmanlı’daki durumuna değinirsek, ortaya çıktığı dönemlerden beri, kahve ticaretinde en önde gelenler Mısırlı tüccarlar olmuştur. Mısırlı tüccarlar kahveyi Yemen’den Cidde’ye getirir, buradan Kahire ve İskenderiye’ye ulaştırırlardı. Osmanlı’da ise kahve işiyle uğraşan iki tür esnaf vardır. Bunlardan biri kahve işleten kişilerdir ki bunlara, esnaf-ı tüccar-ı kahveciyan denmiştir. Diğeri ise, kahve satan -esnaf-ı kahve satıcıyan- kişilerdir. İstanbul’da, 1600’lü yıllarda kahvehane sayısı 70, kahvehane işleten kimse sayısı 100’dür. Aynı tarihlerde kahve satan dükkân sayısı 300, buralarda çalışan kimse sayısı ise 500’dür. Evliya Çelebi, devrinde İstanbul’da 55 kahvehane bulunduğunu, buralarda 200 kişi çalıştığını, kahve satan dükkânların (depo) sayısının ise 300 civarında olduğunu belirtir. Evliya Çelebi bu tarihlerde Bursa’da, 75 kahvehane bulunduğunu dile getirir. Kahve satıcılarının sayısının kahvehane işletenlere göre fazla olması, kahvehanelerin tam olarak yaygınlaşamaması ve kahvenin evde tüketilmek için satın alınmasıyla açıklanabilir. Bununla beraber genel kültürümüze ufak bir katkı sağlayacak olursak; Osmanlı’da kahveyi kavurup dibeklerde öğüten ve satışa sunan ilk kişi, bugün de ismini bildiğimiz ve mahdumları aracılığıyla kahvesini severek tükettiğimiz Kurukahveci Mehmet Efendi’dir.
Kahvehaneler, genel olarak; yerleşik, açık hava, seyyar biçiminde üç ayaklı bir ayrıma tabi tutulurken, fonksiyonlarına göre; çalgılı, temaşa sanatına yer veren, semai, meslek erbabının yer aldığı, edebiyat mahfili durumunda olan biçiminde sınıflandırılmaktadırlar (Yıldız, 2007,42). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’ne göre ise kahvehaneler için; hamal, kayıkçı, tellak, üdeba, şuara, ulema, yeniçeri, tulumbacı, damacı, tiryaki kahvehaneleri biçiminde bir ayrım bulunmaktadır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,1982,c.5,105).
Kahvehane türlerine verilen adlar, ‘ismiyle müsemma’ diyebileceğimiz şekilde, hitap ettiği yahut yerleşke olarak kullandığı mekân temel alınarak vücuda gelmiştir. Türleri hakkında daha geniş bilgi için kaynak olarak gösterdiğimiz eserler ve onların da işaret ettikleri dışında burada biraz daha değinmek gerekirse;
Açık yazlık kahveler genelde liman çevresinde, denize yakın, serin yerlerde bulunur.
Esnaf kahvehaneleri, ticaretin canlı olduğu Haliç kıyısı boyunca Eminönü ile Ayvansaray arasındaki ticari hanların bulunduğu yerlerde, Beyazıt’ta ve Aksaray’da açılmıştır.
Tulumbacı kahvehanelerinin en meşhurları Galata, Defterdar, Çeşmemeydanı, Beyazıt gibi tulumbacıların yoğun olduğu yerlerde hizmet vermiştir.
Yeniçeri kahvehanelerine gelince bunlar, 1650’li yıllardan sonra görülmeye başlanmıştır. Bu kahvehanelerin; ‘ocak’ kurallarının olması yönüyle askeri, Bektaşilikle özdeşleşmesiyle dinsel, ‘devlet sohbeti’ denen muhalif düşünce ve öfkelerin dile getirilmesiyle siyasal, açılmasıyla ilgili bazı geleneksel törenlerin yapılmasıyla da folklorik işlevi olmuştur.
İmaret kahvehaneleri, daha çok camilere yakın yerlerde bulunmaktadır. Buralarda; Hamzaname, Battal Gazi vb. kitaplar okunmuştur. Bu kahvehaneler de daha sonra ‘kıraathane’ adını almıştır. Ayrıca, Karagöz, ortaoyunu, hokkabaz vb. oyunların ilk kez oynandığı yerler bu kahvehanelerdir.
Esrarkeş (esrar) kahvehaneleri, İstanbul’da daha çok Tahtakale, Silivrikapı, Mevlevihanekapı ve İshakpaşa civarında bulunmaktaydılar.
Tiryaki kahvehaneleri, irfan sahibi olanların -günümüzde elit, entelektüel kesim diye tabir edilen kimselerin- gittikleri kahvehanelerdir. Bu tür kahvehanelerde, lüle ve nargile içmek oldukça yaygındır.
Meddah kahvehaneleri ise özellikle ramazan ayı ve bayramlarda faaliyet göstermişlerdir.
Semai kahvehanelerinde “ayaklı maniler” söylenmektedir. Diğer adı çalgıcı kahvehaneleridir. Semai kahvehanelerinin daha çok tulumbacılar tarafından işletildiğini görüyoruz. En belirgin özelliği, klasik kahvehane oturma düzeninde değil de, tümüyle tiyatrovari bir düzende olmasıdır. Bunlar, yeniçeri kahvehanelerinin bir uzantısı olarak da ele alınabilir. Buralar müzik icra etmek açısından önemli bir mekân olarak ele alınmaktadır.
Seyyar kahvehanelerin ise bir mekânı yoktur. Bunlar daha çok, kahveye ve kahvehanelere ulaşımın zor olduğu yerlerde faaliyet göstermişlerdir.
Koltuk kahvehaneleri, Sultan III. Murad devrinde kahve ve kahvehanenin yasaklandığı dönemlerde çıkmaz sokaklarda açılmış, buralarda kahvenin arka kapıdan satışı yapılmıştır (Yıldız,2007,42-46).Aktaş (1997, 212-249)
İstanbul kahvehanelerini; semai kahvehaneleri, çalgılı kahvehaneler, halk temaşasına sahne olan kahvehaneler, edebiyat mahfili durumunda olan kıraathaneler, kahvehane ve çaycı dükkânları, çaycı dükkânları, bazı meslek erbabının toplantı mahalli olan kahvehaneler, diğer kahvehaneler biçiminde tasnife tabi tutmaktadır. Bu kahvelerin önemli fonksiyonlarından biri, farklı din ve ırktan olan insanların bir araya gelmesine olanak sağlamasıdır. Mısır’da Mağribiler, Araplar, Hıristiyanlar ve Yahudiler aynı kahvede bir araya gelmektedirler. Ayrıca kahvehanelerin, İstanbul’un fethinden sonra buraya yerleştirilen toplulukların kaynaşmalarında da önemli bir fonksiyon üstlendikleri görülmektedir. Bu yönüyle toplumsal bütünleşme sağlamada, kahvehanelerin önemli bir ajan olarak nitelendirilmesi söz konusu olabilir.
Tekke
Tanım: Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer, dergâh (TDK Büyük Türkçe Sözlük).Tekkeler, tasavvuf düşüncesinin anlayış ve terbiyesinin derinleştiği, halka takdim edildiği yerlerdir. İslam kültür tarihinde önemli yeri bulunan tekke, İslam ülkelerinde tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, zikr ve ibadet etmelerine mahsus bir müessese olup, Farsça “tekye” kelimesinden gelmektedir ki çoğulu “tekâya”dır. Tekkelerin, Müslüman toplumların ekonomik ve sosyal yapısının teşekkülüne önemli katkıları olmuştur.
Eski zamanlarda tekkeler; edebiyat, musiki, tarih ocakları vazifesi görürlerdi. İslâm kültür tarihinde önemli yeri bulunan, tasavvuf düşüncesinin, anlayış ve terbiyesinin derinleştirildiği ve halka takdim edildiği bir yerdir. Tekke (tekye), zâviye, hankah, âsitane ve dergâh gibi isimler altında birbirinden hemen hemen farksız olan bu müesseselere insanlar, dünya hayatının çeşitli meşakkat ve sıkıntıları ile yorulan ruh ve huzura ermek isteyen gönüllerini dinlendirmek için giderlerdi. Burada bir araya gelip zamanlarını değerlendirirlerdi. Mutasavvıflarca ilk tekkenin, Ebu’l Kasım el-Kûfi tarafından 8. yüzyılda, Şam yakınlarındaki Remle’de kurulduğu kabul edilmektedir. Kuruluşundan kısa bir müddet sonra her tarafta yayılan ve dolayısıyla daha sonra kurulan Müslüman devletlerin kuruluş faaliyetlerinde bulunan tekkeler, Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmesinde de büyük ölçüde rol oynadılar. Keza, Anadolu’nun İslamlaştırılmasında da tekkelerin rolü inkâr edilemeyecek kadar büyüktür (Akdağ, 1974).
Tarih boyunca tekkelerin icra ettikleri önemli fonksiyonları şu şekilde özetleyebiliriz;
1. Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında, şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Böylece etraflarındaki insanların mânevî ihtiyaçlarını temin ederek, bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlardı.
2. Bilhassa Osmanlılarda, tekke ve zâviyelerin bir kısmı devlet tarafından dağlarda, boğazlarda, geçitlerde emniyeti sağlamak amacıyla yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde tesis ediliyordu.
. Oturma merkezlerinde (meskûn mahal) kurulan tekkelerin gördüğü önemli hizmetlerden biri, kültür iletişiminin, halk arasındaki birlik ve sıhhatli bir haberleşmenin sağlanması idi.
4. Tekke ve zaviyelerin daha çok telkin ve irşad yöntemleriyle ruh ve sinir hastalıkları için tedavi merkezi olarak da kullanıldığı elimizdeki bilgiler arasındadır.
Zaviye
Tanım: Köşe, bucak, evin bir odası. Tarikat faaliyetlerinin yürütüldüğü küçük yapı. Küçük tekke. Zaviyelerde görev yapan şeyhlere zaviyedâr, buralarda oturan dervişlere zaviyenişîn denirdi.
Zaviyeler kuruluşlarından itibaren çok yönlü hizmet veren, her türlü faaliyetin yapıldığı eğitim ve kültür çevreleridir. Büyük yerleşim alanlarının yanı sıra köy, kasaba ve dağ başlarında kurulmuşlardır. Bu yönüyle, ticaret kervanlarının konağı olma görevini üstlenmişlerdir. Ayrıca eğitim ve öğretim kurumu olabilecek şekilde düzenlenmiş, bölümlendirilmişlerdir. Tarikatların yayılmasına paralel olarak, tarikat ilyelerinin toplandığı ve görevlerini yerine getirdiği merkezî yapılar da yayıldı: Bu yapılar tekke, dergâh, asitane, hankâh, zaviye gibi çeşitli isimlerle anıldı. Tarikatların merkez tekkelerine genellikle asitane ya da hankâh deniyordu. Tekkelere göre daha küçük olan tarikat yapılarına zaviye adı verildi. Son olarak kısa bir tanımını vererek değineceğimiz kıraathaneler ise; müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmiş kahvehanelerdir. Arapça “okumak” anlamındaki “kıraat” ile “hane” (mekân, yer) kelimelerinden türetilmiş bir isimdir ve bu isim; kitap, mecmua, gazete okunan bir mekân olmanın yanı sıra hoş sohbetlere, sıcak dostluklara da mekân olmuş temiz, iyi döşeli kahvehanelere verilmiştir.
Hülasa-i kelama gelince diyebiliriz ki kahvehane-kıraathane-tekke-zaviye müesseseleri gerek Osmanlı devlet erkânı ve gerek o devrin tebaası için büyük bir kıymet arz eden, itibar sahibi kurumlardır. Bunca itibar, bu kurumların görünmez bir toparlayıcı, cem edici, birleştirici özelliği bulunmasından ileri gelmektedir. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki bilhassa kahvehaneler üzerine yerli yabancı birçok kesimden araştırmalar yapılmış, kimi zaman haklı kimi zaman haksız itham ve tespitlerle bu müesseseler üzerinde durulmuştur.
Bu küçük çaplı araştırma da kültürümüzün mühim bir parçası olan kahvehane-kıraathane-tekke ve zaviyeler hakkında oldukça genel bir malumat vermekte idi. Faydalı olması temennisiyle…
Kaynakça
AKDAĞ, Mustafa (1974); Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî Tarihi, İstanbul.
AKTAŞ, Şerif (1997); Ahmet Rasim’in Eserlerinde İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
FAROQHİ, Suraiya (2008); Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan 20.Yüzyıla, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
KARA, Mustafa (1999); Tekke ve Zaviyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul.