Gizlenmek

Gaz lambasının ölgün ışığını kesip bir mum yakmıştı. Onun için bir mum, hem aydınlık vasfını en iyi ifa eden bir canlı hem de eksenine aldığı kişiyi başka âleme götüren bir dervişti. Bu yüzden olsa gerek, bütün yazılarını gecenin sessiz ve derin olan vakitlerinde kaleme alırdı. Kendini daha iyi dinler, içindeki çıngının alev olmasını daha ziyade sağlardı. Yaşıyla beraber olgunlaşan kalemi kendisine birçok okur kazandırmış, tasavvufi mahfillerin sohbet ayaklarından biri olmasını sağlamıştı. Bu çerçevede boğaza nazır saklı bir mekânda her hafta düzenlenen bir buluşma günü gerçekleştirilirdi. Kimler yoktu ki bu mecliste; eskiden mebusluk yapmış tanıdıklar, mahallenin dervişmeşrep muhtarı, yazar tayfasından kişiler, sohbet gününü iple çeken esnaf ve birçok tasavvuf okuru. Her biri kendi kurduğu dünyasına buradan bir şeyler katma yarışında olan bu insanlar, İbrahim Efendi’nin yazılarıyla yetinmeyip böylesi bir yakınlığı da ruhlarına bire bir yapılan bir inşa gibi görürlerdi. Her hafta yeni birilerinin katılması, katılanların yeni birilerini getirmesindense memnunluklarının anlaşılması, en çok İbrahim Efendi’nin yaşını almış bedenini diriltirdi.

İbrahim Efendi diğer günlerde çoğunluğu iş sahibi olan bu sohbet arkadaşlarını yerlerinde ziyaret eder, fazlaca olmasa da her vardığı mekânda soluklanırdı. İkramlarını nazikçe geri çevirir; fakat ayda bir de olsa onları memnun kılardı. Dışarı çıkmışsa eğer, Saatçi Osman Usta’nın dükkânına mutlaka uğrardı. Osman Usta öylesine düşkündü ki İbrahim Efendi’ye, onun hiçbir sohbetini kaçırmaz, yazılarının tefrika edildiği ilk günü aklında başka bir şey olmazdı. İbrahim Efendi’yi ise Osman’ın sessiz kalışı, içinde her zaman başka şeylerin cereyan ettiğinin namzedi olan duruşu ve en önemlisi tasavvufa olan alakası etkilemişti. Onun sadece bir okuru olmadığını anlaması, saat dükkânını ilk ziyaretinde gerçekleşmişti. Sohbet günlerinin suskunu olan Osman Usta’nın bilgisi ve anlatımdaki ustalığı, İbrahim Efendi’nin ilgisine mazhar olmuştu. O gün anlamıştı ki İbrahim Efendi, artık bu dükkân kendisini hep ağırlayacaktı.

Saatçi Osman Usta, mesleğini kaç göbek öteden almıştır bilinmez. Onun şimdi günlerini geçirdiği bu dükkân, aynı zamanda dedesini ve babasını seyretmeye geldiği o mekândı. Hem saatçi hem kitap ehli olmaları tüm ailede kendisini nüksetmiş bir yaşamdı. Osman Usta için her ne kadar ölü bir meslek olmuş olsa da bu dükkânın anısı, içinde bulunan ve ailenin bu mesleği yapmış büyüklerinden kalan birçok değerli eşyanın büyüsü her gün soluklanmaya değerdi.

Dükkânın sakince bir yerine monte edilmiş, camekânlı-kilitli kitaplığın içinde bulunan ve tarihi birçok koku barındıran yazma eserler, Osman Usta için her zaman bir menba’ olmuştu. Bu eserlerde dedesinin dedesine kadar öğrenegeldiği silsilede tasavvufa olan ilgiyi görmüş; kendisini de fıtri olarak böylesi bir özlemin içinde buluvermişti. Bu âleme girdiğinde -babasının vefatıyladaha on altısında, bıyıkları yeni yeni terlemeye başlayan bir delikanlıydı. Önceleri alışageldiği izlenimleriyle gelen müşterileri memnun etmeye çalışsa da bunu, yine dedesi Agâh Usta’nın yazdığı “Kurmalı Saat Merhemi” adlı defteri, o camekânın içinde bulup okuduktan sonra başarabilmişti. Agâh Usta’nın saat tarihiyle ilgili kaleme aldıkları, her bir modelinin ayrıntılarıyla isimlendirilmiş şekil çizimleri ve bu saat katranlarının o zamana kadar yapılmamış “bir sufi bir saat” konulu ince benzetmeler, “Kurmalı Saat Merhemi”ni farklı çeşnilerde, okuyana tat veren bir eser yapmıştı. İşte yeniyetme Saatçi Osman’ı bu âleme çeken unsurun merkezinde de bu defter vardı. Tabiî ki onun hayatı “ondan önce” ve “ondan sonra” diye ikiye ayrılmıyordu, ayrılamazdı. Zira o, bütün yaşamında tasavvufi bir geleneğin soluklandığı çevrede bulunmuş, bu çevrenin en küçüğü olarak da her güzel misalin içinde yer almıştı. Hal böyle iken Osman Usta’ya devredilen ailevi değerlerin akıbetinden de hiçbir kuşku duyulmamıştı. Babası Mehmet Usta ruhunu teslim ederken, genç oğluna gülümsemiş, onun baktığı değerlere kendi çıktığı kadar sahip çıkacağından emin olduğunu söylemişti. Tek yapılması gereken, bu değerleri beşere duyurabilecek bir yerde olan, her zaman aranagelen zatı bulmaktı. Osman Usta nezdinde bu koşullara uyan kişi ise hiç kuşkusuz kaleminin gücü yadsınamayacak olan İbrahim Efendi’ydi. İbrahim Efendi’nin onda olan sırrın farkında olduğunu ise görebiliyordu. Bundan gayrı Osman Usta için bir tek şey kalıyordu: İbrahim Efendi’ye, onun farklı tepkisini almadan, konuyu açmak.

Öyle böyle derken Osman Usta ile İbrahim Efendi’nin dostlukları tam bir buçuk yıllık bir süre zarfında demini almıştı. Sohbet meclislerinde kurdukları gönül köprüsünü, haftanın başka bir gününde, Osman Usta’nın saat dükkânında perçinlemişlerdi. Bu karşılıklı buluşmaların ikisi açısından da bir pişme, tamamlanma, olgunluklarını daha da ziyadeleştirme süreci olmasının büyük bir paye olduğunu yadsımazlardı. Pişirilen bir fincan kahveyle saatler tüketilir, konular açılır; bu konuların sonu ise her zaman olduğu gibi “Kudreti Sonsuza” bağlanırdı. Bazı günlerde Osman Usta’nın müşterileri eksik olmazdı. Onlar da ister istemez bu konuşmalara tanık olurdu. Çoğu zamansa İbrahim Efendi pek konuşmaz, gelen müşterilerle beraber Osman Usta’nın saatlerle zamanı nasıl değiştirdiğine, onlara nasıl bir sevgiyle baktığına donup kalırdı. Zaten bu bakımdan İstanbul’da Osman Usta’nın adını işitmeyen herhangi bir saat erbabı da kalmamıştı. Onarılamayan, anlamı bulunamayan kurmalı-köstekli saatler ona sevk edilirdi.

Aynı hayatın, aynı değerlerin ve yazılmış olan bir kaderin ışığında bu dostluk her zaman bir öncekinden daha koyu bir zemine yaklaşıyordu. Onları sevindiren bir olguydu bu; lakin öyle bir dakikada yüreklerine düşen acının batışını duyumsamışlardı ki biri diğerinden ileride ya da geride değildi. Bu acıdan Osman Usta, belki de bir yere kadar haberdar olabilirdi. Ancak İbrahim Efendi nezdinde habersiz kalınan bir yürek ekşimesinin böylesine anlık gelişi, kopmakta olan bir fırtınanın yakınlarda olduğunun belirtisi sayılabilirdi. Bu duyguyu da olgunlaşan yaşamıyla sadece İbrahim Efendi kaldırabilirdi.

O gün İbrahim Efendi’yi böylesi duygular mı yönlendirmişti, kader yaşanılacağı zaman dilimini mi aramaktaydı bilinmez; Osman Usta’nın saat dükkânının bulunduğu sokaktan geçmek zorunda kalmıştı. Kalbindeyse bir şeyler cereyan etmenin endişesi vardı.

“Nedense adam Pazar günü dükkân açmış, demek ki yetiştireceği bir iş var.” diye düşündü İbrahim Efendi. Evet, Osman Usta’nın yetiştirmesi gereken bir işi vardı. Ama o, geceden kaldığı dükkânında emanet edilmesi gerekeni vermeden bu işi bitirmişti. Öğrenegeldiği halkanın son çemberi olmuş, kendisine bırakılan bir yükümlülüğü bu dairenin dışından olan, sonradan merkezine girmesi gereken, İbrahim Efendi’ye bırakmıştı.

“Aziz Dostum,

Belki de en iyisi böyle olanıydı. Seni karşıma alıp bu konuyu açma cesareti bulamadım. Bunu,

Yaradan’ından maddi şeyler isteyen bir insanın hicabına da benzetebilirsin.

Ben, şu an elimde duran bu defterin, bu belgelerin, başlangıç tarihini bilmediğim bu değerlerin son halkasıydım. Böylesine bir dairenin oluşumunda ne gibi zorlukların olduğunu sen daha iyi bilirsin. Eğer benden öncekiler senin misaline benzer birini bulabilselerdi, bu halka zaten bana kadar gelmeden kapanırdı. Hem merkezinde hem de hasretinde olanların etki edeceği bir olguydu bu. Ve işte seni buldum. İçinde olacağını bildiğim için sevindim; bu vakitten sonra dışarıda kalacağım söylendiği içinse yüreğim burkuldu. Ama beni merak etme, arkama bakıp mutlu olacağım bir hayatı herkesten uzakta; lakin yakın olunması gerekenin yanında geçirdim. Seni tanımak ise birinci dereceden olacağım korkusunu tatlı tatlı yaşattı bana. Velhasıl son olmak üzerken içte içe, ilk olacağımın parıltısı ve beklenilen bir badireye gelinmesi ferah mı ferahtı. Sen bu satırları gözlerin nemli okurken, ben arzu ettiğim yere doğru yürüyor olacağım.

Kitabını düzenlerken zamanını bu dükkânda geçirmen, senin açından faydalı olacaktır. Yeri geldiğinde bulman gereken, satırların arasına koymanın elzem olduğu ifadeler için şöyle bir bakınman yeterli olacaktır. Bu eseri meydana getirmen için yapman gerekenleri salık vermem, haddimi aştığımı gösterir. Emin olunan son noktada zaten sen varsın. Gerisi malum.

Dükkân kapalı kalsın. Olur ki senin yazdığın kitap birçok değerle birlikte görülmek istenebilir. Duyumsamak istediğin her zaman diliminde mekânın olsun.

İsmini sen koy. Beni tanıdığını söyleme.

-Saatçi Osman Usta-”

Osman Usta’nın cansız bedenine kenetlenmiş kollarının arasından alıp okuduğu bu mektup, İbrahim Efendi’nin yaşlı ruhunu sarsmıştı. Yaşadığı hayatın mana itibariyle karşılaşabileceği çok şey vardı. Ama böylesine tarifi yapılan duyguların yükümlülüğü de onu korkutuyordu. Başkalarına kapalıydı ama İbrahim Efendi açısından istenilen şey belliydi. Bir değerin sonradan da olsa parçası haline gelmek, bütün kapıların açıldığını ima ederdi.

İş başa düşmüştü. Üç haftalık bir durgunluk döneminin, kendini dinlemenin ardından titreyen bedenini saat dükkânına ancak atabilmişti. Her gün sabahın erken saatlerinde, kimsenin dışarıda olmayı tercih etmediği zaman dilimlerinde, sessizce dükkâna girer ve kapıyı içerden kilitlerdi. Akıp giden saat katranlarının farkına varmadan gecenin geç vakitlerine kadar çalışırdı. Tam on iki ay böylesi bir gel-gitin güzergâhında olmuş; fakat ne dükkâna girerken ne de dükkândan çıkarken kendisini kimseye göstermişti. Tüm bu devrede kuşkusuz onu buraya çekenin cazibesi yadsınamazdı. Alışageldiği bir çalışma ortamı da değildi burası, bildiği yöntemler de yoktu burada. Sevmek, alışkanlığın bir adım önünde duruyordu.

Bir yıl gibi bu işler için kısa sayılabilecek bir zaman diliminde kitabını tamamlamıştı. Ne zaman öğrenmek ve eserine almak lazım olan bir konu gelmişse aklına, kilitli-camekânlı kitaplığa bakması kâfiydi. Bir ilk bölümünde bahsetti Osman Usta’dan bir de son sayfalarında. Kendini ister istemez yazdıkları arasında buldu ama Saatçi Osman’la olan tanışıklığını kimse öğrenemedi. Son noktayı koyup imzasını attığında yüreği bir tüy gibi hafifti. Kendi kendini okuyan bir yazarın duygularında ancak onunki kadar heyecan olabilirdi. İçine girdiği dünyanın tılsımının buralara kadar gelmesindeki nedenini aramıyordu. Gelgelelim bir şeylerin kanıtlanması da kendi nezdinde ayrı duyumsamaları olan bir durumdu.

Hiç yapmadığı kadar bekletti kitabın basımını. Okudukça anladı, anladıkça mutlu oldu. Yapabileceği bir şeyler kalmadığını hissettiğindeyse üzerine yüklenen sorumluluğun da vermiş olduğu duygularla eserlerini tefrika ettirdiği basımevine onu da teslim etti. Bu kitaptan sonra ne sohbet meclislerinde göründü ne de başka bir şeyler yazdı. Onun için söyleyebileceği her söz Osman Usta’nın bıraktığıyla son bulmuştu. Yüksekliği aşamasını kazanmış bir yer, bırakılması gereken bir huduttu. Bu aşamadan sonra yapılanlar İbrahim Efendi’ye göre o hududu da düşürürdü.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Panorama / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -70 / Şiraze
Bütüncül Düşünce ve Sanat / Necmettin Evci
Tarık Buğra’nın “Yalnızlar” Romanında Birey Yalnız... / İbrahim Biricik
Kaygı Nesneleri / Salime Kaman
Tümünü Göster