Hz. Mevlânâ

30 Eylül 1207 tarihinde Belh’de doğan Hz. Mevlânâ’nın asıl ismi Muhammed Celâleddîn’dir. Babası Bahaüddin Veled de; “Sultânü’l-Ulemâ (Âlimlerin Sultanı)” diye bilinen ve şöhreti Belh’den bütün İslam alemine yayılmış bir sûfîdir.
Bir sûfî aile içinde dünyaya gelen ve beş yaşlarında iken babası Bahaüddin Veled’le birlikte Belh’ten göç eden Mevlânâ, 617/1220 yılı ortalarında Anadolu’ya gelmiş ve Konya’da bulunan Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat (1219-1236)’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmişlerdir. Göç yolculuğu boyunca devrin birçok sûfî ve âlim şahsiyetleri ile tanışan Mevlânâ, öncelikle babası olmak üzere, babasının halifesi Burhaneddin Muhakkik Tirmizî (ö. 641/1244)’den ilk tasavvuf eğitimini almıştır. Dînî eğitimini de babası ve onun halifesi Muhakkik Tirmizî’den ikmal eden Mevlânâ, babasının 19 Şubat 1231 tarihinde vefatından sonra Muhakkik Tirmizî’ye mürîd olmuş ve dokuz yıla yakın, onun kılavuzluğunda dînî ve tasavvufî ilimlerdeki eksikliklerini tamamlamıştır.
Mevlânâ daha sonra, Halep ve Şam’a gitmiş, bu iki şehirde dini ilimlerdeki tahsilini tamamlamış ve başta Muhyiddin İbn Arabî olmak üzere şehrin bilgin ve sufileriyle görüşüp tanışmıştır.
Mevlânâ’nın Şam’dan döndüğü 1241 yılında, hocası ve mürşidi Burhâneddin Muhakkik Tirmizî Kayseri’de vefat etmiş ve bu yıldan itibaren Mevlânâ, bir taraftan babasının yolundan giderek medreselerde dersler vermeye başlamış, diğer taraftan da babası ve onun halifesi Burhâneddin Muhakkik Tirmizî’den intikal eden tasavvuf yolunda, etrafında toplanan müritleri irşat faaliyetinde bulunmuştur. Yani Mevlânâ bu dönemde hem dînî ilimlerde müderrislik yapmakta, hem de babası ve hocası kanalıyla intikal eden tasavvuf yolunda müritlerini irşâd etmektedir. Sadece birkaç yıl (1241-1244) süren bu dönemden sonra, Mevlânâ’nın hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olarak nitelenen, Şems-i Tebrizî ile tanışması safhası başlayacaktır. 1244 yılı içinde Şems-i Tebrizî Konya’ya gelmiş ve bir vesile ile Mevlânâ Celâleddîn ile tanışmıştır.
Mevlânâ’yı ele alan kaynaklar, onun hayatının ikinci safhası olarak nitelenen, Mevlânâ ve Şems arasında diyalogları, Mevlânâ’nın Şems’le birlikteliği neticesinde ortaya çıkan coşkun ve cezbeli halini ve bu halin sonucunda da medreseyi, vaazları ve talebelerini terkettiğini, vaaz meclisleri yerine sema’a girdiğini, çarha, raksa başladığını, medreselerdeki ilmi tartışmaların yerine ney ve rebâb nağmesine kulak verdiğini bildirmektedirler. Bu durumu kıskanan Mevlânâ’nın talebeleri ve halk, Şems’in Konya’yı terk edip Şam’a gitmesine sebep olmuşlar, Şems’in ayrılışıyla sıkıntılı günler geçiren Mevlânâ, yazdığı mektuplarla Konya’ya dönmeye ikna edemediği Şems’i geri getirmek üzere oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndermiş ve Şems’in 16 aylık bir ayrılıktan sonra 1247 yılında Konya’ya dönmesini temin etmiştir. Şems’in Konya’ya dönmesiyle coşkusu ve aşkı artan Mevlânâ yine Şems’le uzun sohbetlere dalmış, sema meclisleri tertip etmiş, fakîhlere mahsus elbisesini çıkartıp, Hind alacasından bir hırka yaptırmış ve başına bal rengi bir külah giymiştir. Bu durum yine halkın, müritlerinin ve ulemanın kıskançlığına sebep olmuş ve Şems bir daha görünmemek üzere 1248 yılı sonlarında ortadan kaybolmuştur.
Şems’in kaybolması veya vefatından sonra Mevlânâ’nın hayatının üçüncü safhası olan “irşad, eğitim ve terbiye” esasları üzerine yeniden bina ettiği uyarıcılık faaliyetlerine başlamıştır. Mevlânâ, Şems-i Tebrizî yerine önce Şems’in tezahürünü bulduğu Selahaddin Zerkûb’u kendisine dost ve musahib edinmiş, Selahaddin Zerkûb’un 1265 yılında vefatıyla da Çelebi Hüsameddîn’i dost ve musâhib olarak seçmiştir. Mevlânâ’nın en büyük eseri Mesnevî, Çelebi Hüsameddîn’in isteğiyle telif edilmiştir.
Mevlevîliğin onun adına tesis edildiği ve kısaca hayatını özetlemeye çalıştığımız Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiş ve babasının yanına defnedilmiştir.
Şems-i Tebrizî’den sonra, aşk ve cezbeye dayanan, musikî, sema ve şiir ile yoğrulmuş, bir tasavvuf anlayışı sergileyen Mevlânâ, her ne kadar yaşadığı dönem içinde ortaya koymuş olduğu tasavvufî anlayışını ve yaşantısını, bir tarîkat maksadıyla yapmamışsa da, kendisinden sonra gelen halefleri tarafından tesis edilecek olan Mevlevîlik, Mevlânâ’nın ortaya koyduğu bu esaslar çerçevesinde yapılanmış, adâb ve erkânıyla bir tarîkat halini almıştır.
Mevlevîlik, XIII. asır sonlarında Konya’da Mevlânâ Celâleddîn Rûmî adına, oğlu Sultan Veled tarafından kurulan tarîkatın adıdır. Mevlevîyye tarîkati, “Efendimiz” anlamına gelen “Mevlânâ” adıyla anılan Belhli Celâleddîn Muhammed’e nisbet edilmiş ve vefatından sonra Konya’da gelişip, Anadolu Beylikler dönemi ve altı asırlık Osmanlı İmparatorluğu boyunca, Türk toplumunu belki de en yakından etkileyen tarikatlardan birisi olmuştur.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Gizli Sevgili / Ay Vakti
Mevsim Yazdı / Mustafa Özçelik
Taşlara İmza Bıraktım, Toprağın Tadına Doyamayışım... / Naz
Margurite I / Sibgetullah Kaya
Sanat ve Propaganda / Bülent Sönmez
Tümünü Göster