İnsan, ihtiyaçları olan bir varlıktır. Maslow’un herkesçe bilinen ihtiyaçlar teorisinde insanın hayata tutunmayı sağlayıp da kendini emniyete aldıktan sonraki en son ihtiyacı ‘kendini gerçekleştirme’ olarak ifade edilmektedir. Kendini gerçekleştirme demek insanın kendisini anlatabileceği, duygu dünyasındakileri bazı vasıtalarla dışa yansıtabileceği şeyleri yapması demektir. Peki, bu vasıtalar nelerdir ve dışa yansıyan nedir?
Maslow’un kendini gerçekleştirmekten maksadı, insanın iç dünyasını, yani duygularını açığa çıkarıp kendisini ifade etmesidir. Bu ifade ediş biçimi de sanat şeklinde kendini gösterir. Çünkü insan, duygu ve düşüncelerini ifade edebilmenin önemli bir yolu olarak sanat icra etmeyi seçmiştir.
Öyleyse sanat nedir? Sanat, insanın yapıp-etme diye nitelediğimiz faaliyetlerini ifade eden etkinlikleridir. Sanat, rastgele bir yapıp-etme değil, insana kendini ifade edebilme ve iç dünyasını dışa yansıtma fırsatı veren ve insanın, güzel olanı aradığı yapıp-etmelerini karşılayan bir terimdir. Güzel olanı arayan insan, sanat yoluyla kendini anlatabilmekte, duygusunu sese, çizgiye, kelimeye ve mısraya, alçıya, taşa… aktarabilmektedir. Sanat, soyut olan duygu ve düşüncelerimizle somut olan nesneyi bir araya getirebilmek, daha doğrusu somut olanda soyut olanları ifade edebilmektir.
Sanat deyince akla, güzel olan gelmektedir. Ancak her güzel olana sanat eseri diyebilir miyiz? Kanaatimce güzellik sıfatını taşıyan her şeye sanat eseri gözüyle bakamayacağımız gibi, güzele konu olan her şeye de sanat diyemeyiz. Bir nesneye sanat eseri diyebilmemiz için insan elinden çıkmış insanın duygularını ifade ediyor olması gerekir. Peki, Tanrısal olana sanat eseri diyemez miyiz? Sanat, bir nevi yaratmadır. Tanrısal yaratma, ilahi olan sanatı ifade eder ki bu, konumuzun dışındadır. Belki de asıl sanat odur; evren ve içindekiler, başlı başına Tanrı’nın bir yaratması olup insanüstü varlığın bir eseri, bir sanatıdır; ama bu, insanüstü olduğu için burada bunun üzerinde durmayacağız. Bizim sanattan kastımız, insan tarafından yapılan eserlerdir. İnsana özgü bir disiplin olduğu için insan elinin yapıp-etmelerinden meydana gelen güzelliklere sanat adı verilebilir. Bu yüzden insanın iç dünyasını yansıtan sanata, ‘güzel sanatlar’ adı verilmiş. Eski adıyla ‘sanayi-i nefise’. Bu bakımdan yine eskiler güzeli konu ed inen sanata ‘bediiyyat’ yani Baumgarten’in ifadesiyle ‘estetik’ adını vermişlerdir.
Ama insanın yaptığı her şeye de mesela maddi ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere yapılanlara sanat diyemeyiz. Sözgelimi barınabilmek için eve ihtiyacımız vardır. Ama rastgele yapılan bir ev için sanat eseri diyemeyiz. Böyle bir ev, barınma ihtiyacımızı karşılar ama zevkimize hitap etmediği için sanat ürünü değildir. Oysa yine bir ev düşünelim ki bunda bizim iç dünyamıza hitap eden, hoşumuza giden, zevkimizi okşayan, bizi heyecanlandıran ve manevi bir tat veren bir şeyler bulunsun. İşte bu eve sanat ürünü diyebiliriz. Öyleyse sanatta asıl olan manevi olmasıdır, yani anlam dünyamıza ve duygu dünyamıza hitap etmesidir. Anlam dünyamıza hitap ettiği için de sanat, bir değer alanıdır. Yani bir şeye güzel hükmünü verebiliyorsak, onu sanat çerçevesinde ele alabiliriz. Fakat yukarıda da belirtildiği gibi, her güzel olan da sanatın konusu olamaz. Mesela makinada yapılan çok güzel ürünler vardır. Hatta bu güzel ürünlerin elde yapılanları da vardır. Ama bunlar, hep aynı tarzda yapıldıkları için sanat olarak değil de eskiler tarafından zenaat olarak isimlendirilmişlerdir. Bunların her biri aynı ölçülerde ve daha çok maddi ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere yapılmış ürünlerdir. Ahmet tarafından yapılanla, Mehmet’in elinden çıkan arasında önemli bir fark yoktur. Oysa sanatta, her şeyden önce bir öznellik vardır.
Yani sanat, onu uygulayan sanatçının kişisel yeteneklerine ve iç dünyasına bağlıdır. Sanat öznel olduğu için aynı sanat dalında aynı konuyu uygulayan farklı sanatçılar tarafından farklı eserlerin üretilmesi doğaldır. Bırakın farklı sanatçıları, hatta aynı sanatçının aynı konuyu aynı şekilde ortaya koyması bile zordur. Çünkü sanatçının duygularında değişiklik olması kaçınılmazdır. Sanat duyguya dayalı olduğu için duyguların değişimiyle yansımasının farklı olacağı da kaçınılmaz olacaktır. Hatta yaptığı sanat ürününü bir önceki yaptığıyla aynı duygular içinde yapsa bile ifade ediş şekli değişiklik gösterecektir.
Her sanatın kendine özgü kuralları vardır ama bu kurallara rağmen eserler farklılıklar göstermektedir. Çünkü her sanatçının tarzı farklıdır. Sanat eserinin hangi sanatçıya ait olduğunu belirleyen ona ait tarzıdır. Bu bakımdan sanat eseri eşsizdir. İşte bundan dolayı da sanat eseri orijinaldir.
İnsana özgü bir yapıp-etme olan sanatı Platon, taklit olarak değerlendirmiştir. Ona göre sanat, idealar evrenindeki gerçek varlıkların yansıdığı dünyadaki gölge varlıkların taklidinden ibarettir. Platon buna mimesis demiş. Gölgeyi taklit ederek ortaya koyduğu eserle ulaştığı huzura da katharsis adını vermiş. Platon’un anlayışına göre sanatla uğraşan kişi, gördüklerini taklit ederek rahatlamış olur.
Fakat sanat sadece taklit midir? Eğer sanat sadece taklitten ibaret olsaydı, iç dünyamızdakileri ve hayallerimizi nasıl gerçekleştirebilirdik. Bu bakımdan sanat bir nevi yaratmadır. Duyguların ve hayallerin, çeşitli vasıtalarla gerçeklik dünyasına çıkarılmasıdır. Bu yolla sanat icra edenlerin ne demek istediklerini anlayabiliriz. Bir başka ifadeyle sanatçı kendini ifade eder, biz de onun bu ifade vasıtasıyla ileti kurar ve onun ne olduğunu, ne demek istediğini ortaya koyduğu eserden anlamaya çalışırız.
Sanat, bir anlamda sanatçının iç sıkıntılarından kurtulma yolu, içindeki sıkıntılarını boşaltıp atma yoludur. Zaten Platon da katharsisle bunu demek istemekte değil midir? Sanatçıların en önemli eserlerini en sıkıntılı zamanlarında verdiklerini unutmamak gerek. Zoru zor olanla aşmak diyebiliriz buna.
Ama acaba içimizdekini dışa atmayı denediğimiz her yol sanat mıdır? Belki sanat, bunlardan biri ve en değerlisi, en anlamlısıdır. Öfkesini çizgiye veya sese aktaran bir sanatçının kendisini rahatlatmasıyla, bunu sağa sola saldırarak yapan bir olmasa gerektir. Sevincini zıplayarak, haykırarak ifade edenle, şiire veya musikiye aktararak ifade eden aynı değildir. Sözgelimi Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri, bir sevincin ifadesidir. Onu besteleyen Münir Nurettin Selçuk’un bestesinde de aynı sevinci hissetmemek mümkün değildir. Sanatçı, yaptıklarıyla insanlığa faydalı ürünler sunarken, saldırarak kendini rahatlatmaya çalışan, hem kendine, hem çevresine, hem doğaya zarar verir.
Söz buraya gelmişken hemen sanatın faydayla bir ilgisinin olup olamayacağını sormak gerek. Hiç kuşku yok ki sanatçı, icra ettiği sanatla kendi varoluşunu gerçekleştirirken, içinde yaşadığı topluma da katkılar sağlar. Bunu bazen bilinçli bir şekilde yapar, bazen de bu kendiliğinden gerçekleşir. Ancak sanatın bir gayesi bulunmadığını, dolayısıyla da faydanın sanatın bir ‘lazım-ı gayrı mufarıkı’ olmadığını, yani faydanın, sanattan ayrılamayan bir gereklilik olmadığını savunanlar da yok değildir. Bu tartışma, anlaşılacağı üzere beraberinde ‘sanat, sanat için midir, yoksa toplum için midir? tartışmasını getirmiştir. Bu da doğal olarak sanat-ahlak ilişkisini irdelemek anlamını ifade etmektedir.
Hiç kuşku yok ki ortaya çıkmak için insanı bekleyen sanatın kendiliğinden bir ahlakı olamaz. Öyleyse sanatı ahlak ile ilişkilendiren, sanatçının tutumudur. Yani sanatçının, icra ettiği sanatla neyi yapmak istediğidir. Sanatçı yaptığı sanat eseriyle topluma iyi bir şeyler vermeyi amaç edinmişse, icra ettiği sanat ahlaka uygundur; ama sanatçı toplumun ahlakını bozmayı, toplumda kargaşa yaratmayı amaç edinmişse, ortaya koyduğu sanat da toplumun ahlaki ilkelerine aykırıdır. Fakat tekrar ediyorum, burada övgüyü de yergiyi de hak eden sanatın kendisi değil, sanatçıdır.
Sanatçı deyince de akla başka bir soru gelmektedir. Acaba sanatın bir herhangi bir dalıyla veya sanatın bir bölümüyle ilgilenen herkes, sanatçı unvanını alabilir mi? Ne yazık ki günümüzde bu durumda bulunan herkese sanatçı denildiğini müşahede ediyoruz. Sözgelimi türkü ya da şarkı icra edene de sanatçı deniliyor, o türkü veya şarkıyı besteleyene de sanatçı deniliyor. Şarkı veya türküye sesiyle hareketlilik kazandıranlara kanaatimce şarkıcı veya türkücü yahut icracı denilmesi doğaldır, ama seslendirmekten öte bir şey katmıyorsa ona sanatçı demek doğru olmasa gerek. Bu durum, sanatı biraz hafife almak olur. Onun bestekârı ya da güftekârına sanatçı denilmesinin doğru olduğuna inanıyorum ama seslendiren, kendine özgü bir yorum katmıyorsa ona sanatçı demenin çok doğru olduğuna katılmıyorum.
Kaldı ki sanat gibi ulvi bir değer alanını icra edenlere sanatçı terimini kullanmanın da fazla doğru olduğunu düşünmüyorum. Sanatkâr teriminin daha uygun olduğunu düşünmekteyim. Çünkü sanatını para karşılığında sunanlara veya satanlara sanatçı denilebilir ama maddi çıkar kaygısı olmaksızın sırf sanat yapmak üzere sanatla ilgilenenlere sanatkâr demek daha doğru olsa gerektir.
Her insan sanatçı olabilir ama sanatkâr olmak herkese nasip olmayabilir.