Ve Sevmek Üşür Bu Ülkede

Ey, “yağmurun elleri” vardır.
Hayat nerede duracağı ya da niye durmadığı hiç belli olmayan bir savruluşun adıdır artık ve insanlar savrulurken ölür, kentin duvarlarına çarpa çarpa, ama sessizce, kimseler bilmeden. Bir kaç eski eş, dost toprağa verir, ölü insan bedenlerini. Ve geçmişi karanlık ya da geçmişinde karanlıklar olan insanlar yoktur sadece, bazen yaşanılan ‘an’larda da karanlıkta kalır insan.
Oysa yağmur aydınlatabilir(di) bir insanın yaşadığı an’ların karanlığını, bir kentin tepeden tırnağa griye çalan sokaklarını.
Yağmur yağıyor şimdi, ılık bir su düşüyor yeryüzüne. Bir kent habersiz gelen konuğunu ağırlıyor. Yere çarpıyor gök, usulca.
İnsan için esrarengiz, kimi zaman korkutucu olan “yukarısı” bu sefer yağmurla tutuyor yeri. Yağmurla tutunuyor yeryüzü göğe.
Yağmur yağıyor ve her şey şairin şiirde anlattığı gibi oluyor; Yağmur yapraklara, ağaç dallarına, apartman çatılarına ve insan yüzlerine çarparak “mahvediyor” kendini.
Bir kentin tüm mahremiyeti yağmurun ılık elleri arasında şimdi. Yağmur usul usul soyuyor kenti elbiselerinden, ka-ranlıklarından. Geniş zamanlara sıkışıp kalmış hayat, yağmurun yağdığı an’larda biraz olsun nefesleniyor sanki. İlk olarak sokağın çocuklarını “işaretliyor” yağmur, soyunan kentin koynundan dışarı çıkmış çocukları. Göğe bakıyor içlerinden biri. Yağmurun birazdan dinebilecek olmasının tedirginliği var küçük siyah gözlerinde. Onların bir çoğunun kalbi sadece öfkeyle beslenmiştir ve onlar için öfke iki yanı keskin bir bıçak gibidir. Kokusunu aldıkları ancak dokunamadıkları lahmacunlar, içlerinde en çok çocuklara ve kadınlara karşı eşsiz zulümler işlenen dört yanı duvar evler kadar “gerçektir”, öfke.
Öfkenin lisanı hayatta en çabuk öğrendikleri, kendilerini en iyi anlatabildikleri lisandır. Ve eski bir şarkıda söylendiği gibi “öfkeyle beslenen çocuklar yalnızdırlar.”
Ve üşürler. Islanmış kedi yavruları, dalları kırılan kayısı ağaçları ve tüm yalnız ölen insanlar gibi üşürler. En çok yağmurlardan sonra üşürler, çünkü hayatın sokakları onlar için yaramazlık yaptıklarında “affedebilecekleri” kadar geniş olmamıştır hiç bir zaman. Hayat asıl ılık yağmurlardan sonra dikilir karşılarına, tüm “yalanı” ve daracık sokakları ile.
Ama şimdi yağmur yağıyor.
Bir kent tüm kasvetinden arınmak ister gibi yağmura teslim ediyor kendini, biraz olsun genişliyor sokaklar. Yağmur esnetiyor “kemikleşmiş” hayatı. Bir kent usulca eğiliyor yağmurun kendini mahvederek, kendini tüketerek konuşuyor yağmur. Yağmur yağıyor ve her şey şairin şiirde anlattığı gibi oluyor; Yağmur asfalt yollara, beton duvarlara, denize çarparak mahvediyor kendini. Hayatın her köşesini kendileri ile dolduran “kentin tapınakları” usulca yol veriyor yağmura.
Zincirleri çözülüyor kentin ve insanın.
İnsana masum olduğu günleri hatırlatmak ister gibi yağmur ufak elleri ile soyuyor insanı, çırılçıplak insan kalıyor geriye ve yıkanıyor insan. Benzin istasyonları, gri devlet lojmanları, çim sahalar bir kaç saatliğine de olsa kenara çekiliyor ve yağmura dokunan, yağmurun dokunduğu her insan “kendisi” ile kalıyor. Çıplak hayatla. Yağmur yağıyor ve kentten soyunuyor insan yağmurla. Düşe kalka büyüdüğümüz Anadolu bozkırları, zeytin ağaçları, portakal bahçeleri, bölüşülen azıklar, saçları okşayan anne elleri, kentin yağmurla “genişleyen” sokaklarında beliriyor yeniden. Gök yağmur olup değince bir kente, özlemek gibi bir şey oluyor hayat, sevmek gibi. Hatırlamak ve merhamet gibi…
Tüm bunlar yere çarparak mahvolan, “yağmurla” oluyor. Bir kent yağmurla “esirgeniyor” bugün. Yağmur yağıyor ve pencereden yağmuru izleyen bir annenin kucağında, uyuyor bir çocuk. Bir lise öğrencisi sırf yağmurda ıslanmak için “kırıyor” okulu. Ve yağmur ılık ılık emziriyor bir kenti, anne gibi. Gökten bir haber oluyor yağmur. Yere çarpıyor gök.
İnsan için esrarengiz, kimi zaman korkutucu olan “yukarısı” bu sefer yağmurla tutuyor yeri. Yağmurla tutunuyor yeryüzü göğe.
Ne geçmişi, ne korkuları sadece yağmur dokunuyor insana, erteleniyor “savrulma” Ve “yağmur” diyor yaşlı bir adam; “Anlaşılabilse idi, küçük elleri ile silebilirdi aslında, insanın hayatındaki yanlışları, öfkeyi.”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Ve Sevmek Üşür Bu Ülkede / Hakan Küçüksöz
Yakarış Temrinleri / Mehmet Ragıp Karcı
Si-Adu: Taşın Rüzgar Hızında Konuştuğudur / Nurettin Durman
Sevgilim / Mustafa Şen
Selimiye / Arif Dülger
Tümünü Göster