Babalar ve Oğulları

Men dürcem ü sen dür-i şeb-efruz

Ya’ni atanem men-i siyeh-ruz (2055)

(Ben hokkayım sen ise geceyi aydınlatan bir inci. Yani ben siyah yüzlü senin babanım!)

Ey hasıl-ı mezra-ı vücudum

V’ey ömr ticaretinde sudum (2056)

(Ey varlık tarlamın mahsulü ve ey ömür ticaretimin kazancı!)(Fuzuli-Leyla ve Mecnun)

Dünyaya gözlerimizi ilk açtığımız zamanlardaydı onunla tanışmamız. Hayatımızdaki ikinci en önemli kişiydi. Başımız sıkışınca ilk olarak annemizi hatırlasak da o koskocaman avuçları arasına alınca bizi, güvenecek bir başkasını aramak aklımıza gelmezdi. Annemizle olduğu kadar çok vakit geçirmemiş olsak da onunla, hep uzaktan uzağa hayranlık duyduğumuz kahramanımızdı o bizim. Yıllar geçse de varlığını hissettiğimiz, gölgesinde huzur bulunduğumuz adamdı. Yaşıyorsa hâlâ öyledir; eğer öldüyse, yine bizi tertemiz bir soyadının güvencesine emanet etmiştir babamız.

İnsan; doğar, yaşar, yaşlanır ve ölür. İnsan ölüme giderken dünyadan aldığı maddi anlamda hiçbir şey olmamasına rağmen bıraktığı bir nesil vardır. Çocuk anne ve babanın yanlışları ve doğruları üzerine bina edilir. Bazen de çevresinden etkilenerek gelişir, köklerine nispetle biraz farklılaşır. Özetle insan her zaman yoğrulmaya müsait bir hamur gibi mucizevî bir yaratıktır. Ancak kapasitesi genetiktir.

Şefkat; işte bu sihirli kelimedir. İnsanların bir arada yaşamalarına, yardımlaşmalarına, dahası birbirlerine anlayış göstermelerine, katlanmalarına ve birbirlerini affetmelerine neden olan olağanüstü duygudur. Eğer insanlar arasından bu duyguyu kaldırırsanız geride bir avuç nefret ve husumet kalır. Anne ve baba evladını bu duygu ve düşüncelerle sahiplendiğinde ancak gerçek bir ebeveyn olabilir. Bu çok ağır bir imtihan olmakla birlikte meyveleri devşirildiği zaman büyük bir servettir.

İnsanoğlu evladını içinde hiçbir beklenti taşımadan sever. Kendi doğru bildiğini evladına anlatır. Onu bu doğrularına göre erdemlice yetiştirmeye çalışır. Fakat her insan elbette iyi değildir. Baba hırsızsa ve bunun doğru olduğunu düşünüyorsa, çocuğuna bunu öğretecektir. Dolandırıcıysa, bunu kendine ve çevresine mantıklıca izah edebiliyorsa, çocuğunu bu şekilde yetiştirecektir. İnançsızsa, Allah’ı tanımıyorsa onu Hz. İbrahim’in babası gibi putperest yetiştirmek isteyecektir. Kim bilir belki de ona Hz. Lokman gibi onu doğru yola iletecek öğütler verecektir:

Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü Allah’a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman,13)

“Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır.” (Lokman,16)

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir.” (Lokman,17)

“Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez. (Lokman,18)

Bazılarıysa peygamber babası olduğu halde ne yazık ki oğlunun istikametinden gaflettedir.

Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım.” (Zuhruf, 26)

Hani İbrahim babası Âzer’e, “Sen putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. (Enam suresi,74)

Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de geçen bu baba oğul konuşmalarına -Hz. Yakub ile Hz. Yusuf arasında geçenler gibi- başka örnekler de verilebilir. Bununla birlikte Türkİslam geleneğinde babanın evladına öğüt verdiği örneklere sık rastlanır.

Bunlardan biri II.Murad’ın oğlu Fatih’e nasihatleridir. İstanbul’u bize kazandıran Fatih’in bir sorusuyla başlar konuşma. Fatih babasına gençliğinin sırrını sorar ve ikisi arasında çocukluk, gençlik, yaşlılık dolayısıyla insan ömrü üzerine bir diyalog geçer. II. Murad’ın Türk-İslam inanışı çerçevesinde oğluna verdiği nasihatler dikkat çekicidir. Bunlar okunduğunda konuşanın bir padişah değil de sadece içten bir babaya ait olduğunu düşündürmektedir.

Hikemi tarzın öncüsü Nabi’nin oğlu için kaleme aldığı ‘’Hayriyye’’ adlı eseri bu türün en güzel örneklerindendir. Oğlu için neden böyle bir eser yazmaya kalkıştığını şöyle anlatır:

İtmek içün sana avaze-i guş

Olmak içün sana sermaye-i huş (92)

(Kulaklarına bir küpe olsun diye ve sana akıllıca bir sermaye olması için)

Sen dahı ta bu niamdan yiyesin

Yadigar-ı pederümdür diyesin (102)

(Bu nimetten sen de yiyip istifade edesin ve “babamın yadigârıdır” diye anasın)

Ruhumu lutfun ile şad idesin

Bir dua ile beni yad idesin (103)

(Böylece ben ölünce lutfunla ruhumu şad edesin ve bir dua ile beni daima hatırlayasın)

Nabi oğluna İslam’ın beş şartını; namazın, orucun ve haccın güzelliklerini uzunca anlatır. Hayriyye’nin içerisinde tokgözlülük ve cömertlik yolunu tutmasını, güzel huylu olmasını tembihlediği bahisler bulunur. Bunun yanında müzevirlik ve bozgunculuğun, remilcilik ve müneccimliğin, içki âlemlerine bulaşmanın terkiyle ilgili bölümler de yer alır. Nabi, oğluna hayat hakkında her baba gibi uyarılarda bulunur. Böylece, ona hayatta karşılaşabileceği tuzakları da haber vererek bunlara karşı dikkatli olmasını salık verir.

İdareci olursa; fakirlere zulüm etmemesini, hiçbir zaman yalan ve ikiyüzlülüğe bulaşmamasını da tembihler. Bununla birlikte günümüze farklı şekilde uyarlanabilecek ikazlarda da bulunmaktadır.

İtme baziçeye kat’an rağbet

Olma baziçe-i dest-i gaflet (1278)

(Asla oyuna rağbet etme ki gaflet elinde oyuncak olmayasın)

Tavla ve satranç oynamakla ilgili beyitlerini okuduğumuzda, Nabi: “Vaktinizi boş yere harcayacak aktivitelerden sakının!” Diye adeta ötelerden seslenmektedir.

İksir, düşüncesinden sakının derken de: “Hayatınızı piyango bileti veya define avcılığı gibi hayallerle geçirerek tüketmeyin. Bunlar boş işlerdir. İlimle uğraşın, gayret sarf edin. Az da olsa helal kazanarak Allah’ın rızasını kazanmaya bakın!” Diyor.

Makam ve mevki sevdasına kapılmaması konusunda oğlunu uyaran Nabi, mutluluğun sade yaşamakta olduğunu öğütler:

Virme sen dair-i caha vüs’at

Zımn-ı hiffetdedür ancak rahat (1115)

(Rütbe ve mevkiine sakın genişlik verme ki rahat, basit yaşamanın altında gizlidir)

Paşalık sevdasından kaçınma bahsinde yine makam mevki hırsının kötülüklerini anlatmaktadır.

Sünbülzade Vehbi bu türde eser veren bir diğer şairimizdir. Oğlu Lutfullah doğduğunda elli yaşlarında olan Vehbi, eserini Nabi’nin Hayriyyesi’ni örnek alarak yazmıştır. 1791 senesinde kaleme alınan bu eser bugün hâlâ tazeliğini korumaktadır. Eser toplum içerisinde nasıl davranılması gerektiği, ahlak kuralları, çeşitli mesleklerin olumlu olumsuz yönleri, ilmin değeri, dinî ve müspet ilimler hakkındaki şairin fikirlerini içermektedir.

Şair oğluna; temiz bir soydan geldiğini, dolayısıyla büyük hatalar yapmayacağından adeta emin olduğunu ve bu konuda ona güvendiğini hissettirdikten sonra yine de onu çeşitli konularda uyarma ihtiyacı hisseder:

Gerçi yoktur sana hacet pende

Lik var şevk-i tabiat bende (28)

(Gerçi sana öğüt vermeye gerek yoktur ama bu benim tabii duygularımdır)

Ki mehamid ile mümtaz olasın

Layık-ı rütbe-i i’zaz olasın (29)

(Böylece senalarla yücelerek layık olduğun rütbeyle ağırlanasın)

Vehbi oğluna, babasının yaptıkları ile övünmesinin boş olduğunu, kişinin ancak kendi işleriyle anılacağını ve bu şekilde tanınmasının daha uygun olacağını anlatır:

Var mıdır faidesi dünyada

Diseler de sana Vehbizade (42)

(Sana Vehbi’nin oğlu deseler de dünyada bir faydası olur mu?)

İrs olur mı eb u ceddün hüneri

İlmidür necl-i asilin pederi (43)

(Babanın dedenin mahareti ırsi olarak çocuğuna geçer mi?)

Şair eserin sonunda yaşının verdiği olgunlukla oğluna yılların tecrübesini aktardığını ve bunları doğru düşünemeyen yaşlı bir adamın sözleriymiş gibi kulak ardı etmemesi gerektiğini tembihlemektedir.

Fuzuli, Leyla ve Mecnun mesnevisinde; Kays’ın babasının dilinden ona nasihatlerde bulunur. Kuşkusuz Müslüman bir baba evladını, adını devam ettirsin ve tertemiz bir imanla süsleyerek onu şereflice taşısın diye yetiştirir.

Derdüm olasen menüm penahum

Fahrum şerefüm ümid-gahum (2058)

Menden bu serir olanda hali

Sen olasen ehl-i mülke vali (2059)

Halk ede seni görende yadum

Baki senün ile ola adum (2060)

(Benim sığınağım, övüncüm, şerefim ve ümidim olmanı bekliyor; tahtımı bıraktığım zaman ülke insanlarını senin yönetmeni diliyorum ve istiyorum ki, halk seni gördüğünde beni hatırlasın ve adım seninle ebedileşsin)

Terk eyle bu herze herze seyri

Yad eyle İlahı anma gayri (2088)

(Bu saçma sapan gidişi terk et! Allah’ı zikret, başkasını anma!)

Kim nefse me’ad ü mecra oldur

Kat’ et ana söz ki makta’ oldur (2089)

(Çünkü insanın başlangıcı ve döneceği yer odur. Sözünü yalnız ona tahsis et; zira yolların varışı ancak onadır)

Bu sözler bir babanın aşk uğruna çöllere düşmüş evladına en içten tavsiyeleridir.

Akil kişi dur-bin gerekdür

Dünyaya ümid bir direkdür (2102)

(Akıllı insan uzak görüşlü olmalıdır; ümit dünyayı ayakta tutan bir direktir)

Çün pendi düketdi ol hıred-mend

Mecnuna tefavüt etdi ol pend (2103)

(O akıllı (ihtiyar), öğüdünü tamamladığında, bu öğüt Mecnun’un aklını karıştırdı)

Mesnevide her ne kadar Kays, babasının bu sözlerine hak vererek bu öğütlerinden etkilenmişse de aşkından vazgeçip normal hayata dönmeyecek ve hazin sonuyla buluşacaktır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

132. SAYI / EYLÜL 2011 / Ay Vakti
Afrika ve Açlık / Ay Vakti
Coğrafyası Mazlum / Nurettin Durman
Afrika Su Duası / Recep Garip
Afrika’da Serdengeçti Olmak / Şeref Akbaba
Tümünü Göster