Bir Köylü Çarığı Gibi Derin ve Issız

Alaeddin Özdenören’i, diğer Mavera şair ve yazarları ile beraber, ben ünversite son sınıf öğrencisiyken tanıdım. Daha doğrusu, onlardan haberdar oldum. Edebiyat’ın ince, zarif kitaplarını bir dostum set halinde hediye etmişti bana. Ondan sonra Edebiyat dergisi de düzenli olarak adresime geldi. Mavera dergisini çıkarma hazırlıklarının sürdüğünü de o zaman öğrenmiştim. Nitekim bu dergi, ilk sayısından itibaren, birçok kişi gibi beni de farklı bir edebiyat ikliminin içine çekmişti.
Alaeddin Bey’in vefatını öğrenince o günler canlanıverdi gözlerimin önünde. Böyle durumlarda ölüye fatihalar göndermekten, dualar etmekten başka bir şey yapamıyor insan. Ama bu da acımızı törpülemeye, onu ince bir hüzne inkılap ettirmeye yetiyor.
Bu ince hüzün havası içinde anılara dalıyeriyor insan, ya da kitapları dergileri karıştırmaya başlıyor. İncecik “Güneş Donanması” nı aradım buldum bir yığın kitap arasında. Kitabı ilk okuduğum tarihi not etmişim: 6 Ocak 1976.Yılların nasıl akıp gittiğine şaşıyorum. Oysa okuduğum zamanki halim, duygularım terütaze duruyor. Kitapçığın her tarafını çizmişim. Bazı başlıkları, imgeleri yuvarlak içine almışım.Yanına çarpı işaretleri koyduğum mısralar var. Satırların neredeyse tamamının altını çizmişim. Bir de aldığım birkaç kısa not duruyor satırlar arasında: Lirik. Yalın ama derin. Sezai Karakoç’un şiirlerinin tadında. Yeni bir ses; ama bize ait. Mısralara koca bir uygarlık içirilmiş. “Şiir yoğunlaşmadır” diyenleri haklı çıkaran bir kitapçık…
Bütün bunlar yirmi yedi yıl öncesine ait belirlemeler, görüşler. Bugün belki farklı yerleri işaretler, farklı mısraların altını çizer, farklı notlar alırdım. Ancak burada önemli olan, yirmi iki yaşındaki bir üniversite öğrencisinin duyarlılığıyla bu küçük şiir demetini nasıl didik didik ettiğim, onları nasıl ciddiye aldığımdır. Yıllar sonra Konya’da beraber katıldığımız bir radyo sohbetinde “Şair biraz da provokatör olmalıdır.” diyordu Alaeddin Bey. Görülüyor ki ilk kitabıyla bu görevi fazlasıyla yapmış. Ruhumu kışkırtmış, duygularımı coşturmuş, dimağımı harekete geçirerek üzerimde olumlu etkiler yapmış. Zaten bir edebî metni alelade bir metinden ayıran en belirgin özellik de bu değil mi?
Alaeddin Özdenören ve arkadaşlarının (Cahit Zarifoğlu, Akif İnan…) bir nesil üzerinde etkileri oldu. Bir akım, bir edebî hareket olarak ortaya çıkma iddiası taşımamalarına, kendilerine bir ad vermekten bile imtina etmelerine rağmen son yirmi beş yılın şiirinde belirleyici rol oynadıkları söylenebilir. Şiiri uygarlık bağlamında ele aldılar. “Yerli düşünce” etrafında ördüler kozlarını. Muzaffer Uyguner’in Alaeddin Bey’in şiirleri hakkında verdiği bazı hükümlerden dolayı Nuri Pakdil’in yazdıklarını hatırlıyorum. Pakdil, Güneş Donanması’ndaki şiirlerin, iddia edildiği gibi, doğaya sığınma, kentten köye kaçmayı seçme şiirleri olmadığını söylüyordu. Ona göre Ozdenören’in şiirleri, uygarlığına yabancılaştırılmış kentin uyandırılması, kentin bilincine varılması şiirleridir. Alaeddin Ozdenören’in şiirleri vesilesiyle şunları yazıyor Nuri Pakdil, Biat ll’de: “Şiir soyutlanabilir mi uygarlıktan? Bir ülküyü bana, benden sana, senden ona geçirmiyorsa bir şiir, neye yarar? Şiir bizi sorguya çekmeden önce biz çıkmalıyız karşısına şiirin: Neden susuyorsun, kanatlanmıyorsun, çarpmıyorsun yeryüzüne? Şiir ancak ‘tarihi yonta yonta’bir akımı geçirmeye başlar. İşte Güneş Donanması’ndan bir akım geçiyor çarpa çarpa kentlere.”
“Gülüm gülüm
Bu kentin koynuna girdiğim günden beri
Cebimde ölümüm
Avuç avuç
Dağıtırım insanlara
Bir türlü tükenmez ölümüm.” 
Bu mısraları her okuyuşumda kentlere çarpa çarpa geçen bir akım hissederim.”Kelimelerin nasıl dizildiğini / usta askerler gibi” ve onların içindeki fikir kuşlarının kanat seslerini hissederim.Kentin orta yerinde her kıstırılışımda, halime uygun düşen şu mısraları hatırlarım:
“Bu kentin ortasındasın. Şımartılmış otomobiller arasında
Gözlerinle bir çıkış yolu arıyorsun.
Oysa ben senin direnişini bilirim.
Yıkandıkça azgınlaşan bir ateş gibidir.”
“Yeni bir başkaldırış ve aslî kaynaklara dönüş”, yetmişli yıllardan itibaren eser veren kimi şair ve yazarların önemsediği hususlar oldu. Alaeddin Özdenören’in şiirleri de bu çerçevede düşünülecek şiirlerdir. Ancak onun bilgisi yerli kaynaklarla sınırlı değildir. Düz yazılarını okuduğumuzda, onun temel yerli kaynaklar kadar, Batı kaynaklarına da âşinâ olduğunu fark ederiz. Uzun bir süre müstearla, Yeni Devir gazetesinde günlük yazılar yazdı. Bu yazıların hemen tümünün günlük gazete yazısından çok, deneme tadında yazılar olduğunu hatırlıyorum. “İnsan ve İslam” kitapçığında da yer alan “Hayat Saçma mıdır?” yazısının tadı hâlâ damağımdadır. Özdenören, bu yazısında Camus’tan hareketle Batı’nın ve İslamın hayat ve ölüme bakışlarını irdeliyordu.
Alaeddin Özdenören’le tanışıklığımız daha çok gıyabi oldu. Yeni Devir’de yazdığı dönemde bir iki kez karşılaştık. Bir defasında günlük yazı yazmanın onun edebî çalışmalarına engel olup olmayacağını sormuştum. Tuhaftır ki o zaman ben de aynı gazetede yazıyordum ve böyle bir soruyu kendime sormak aklıma gelmiyordu. Bana bunu hatırlatmıştı ve gülmüştük. Seksenli yıllardan itibaren Alaeddin Bey’le ilgili bir boşluk var benim zihnimde. Ya ben takip edemedim bu dönemde onu, ya da o gerçekten ortalıkta görünmedi. Bu dönemin onun hayatında acılar, sıkıntılar dönemi olduğu da söylenebilir.
En son, birkaç yıl önce Konya’da bir etkinliğe beraber katılmıştık. Aynı yerde konaklamış, uzun uzadıya konuşma imkanı bulmuştuk. Psikolojik olarak rahat değildi. Sürekli terlediğini, gece uyuyamadığını hatırlıyorum.
Son rahatsızlığında onu ziyaret eden dostlardan, onun son ana kadar okumayla ve yazmayla ilişkisini sürdürdüğünü öğrendim. Ay Vakti’nin son sayılarında çıkan şiirleri, onun şiirle olan bağının güçlülüğünü ifade etmek bakımından önemliydi. “Güneş Donanması’ndan sonra şiirle bağları gevşetti mi?” sorusu zaman zaman aklıma takılıyordu. Zevkle okuduğum “Yaz Boz Tahtası” başlıklı şiirleri onun şiirdeki uzun soluğunu bize yeniden hissettirdi. “Şair, biraz da provokatör olmalı.” diyordu ya, son şiirleriyle de bunu başarıyordu.
“Bir köylü çarığı gibi derin ve ıssız
Kalbim yavruluyor bu gece
Hudut boylarında nöbette.”
“Sır” şiirindeki bu mısraları belki başka duygularla söyledi o; ama ben bunu onun edebiyat yaşantısının bir yorumu olarak algılıyorum. “Derin ve ıssız” yaşadı Alaeddin Özdenören. Düşünce dünyamızın, duygu iklimimizin, uygarlığımızın, “kanlı divane” ülkemizin sınırlarında hep nöbetteydi. Kalbi yavruladı: Şiirler ve çokça sevgi bıraktı geride. Onu anlayan, seven, açtığı yolda kendince yürüyen şairler bıraktı.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bana Sormayın N’olur; Anlatmak Çok Zor Olaca... / Nurettin Durman
Bir Ben Varım Burada Senin Hatırına / Erol Erdoğan
Değilse Şimdi Hiçbir Vakit / Fatma Çolak
Gitmeler / Özcan Ünlü
Yalnızlığımızdır / Alaeddin Özdenören
Tümünü Göster