I.
Burkası üzerinde bir kadın, yanında askerle birlikte evinden çıkar ve halkın yuhalamaları arasında recm edileceği yere getirilir. Burkası çıkarılırken ölüm kadar beyaz elbisesi gözükmektedir. Ve beline kadar toprağa gömülür… Kimi şaşkın kimi öfkeli ama herkes bekleyiş içerisindedir. İftiraya kurban gidecektir Süreyya. Bir yanda kocası Ali, bir yanda yalancı şahitler bir yanda sahte bir Molla olan Hasan… İlk taşı Süreyya’nın babası atar, isabet ettiremez. Ardından kocası Ali, başlattığı iftirayı eyleme dönüştürmenin zevkiyle Süreyya’nın kanını akıtır toprağa. Ve insanlar durmadan taşlarlar Süreyya’yı. Recm ederler… Etrafı kan gölüne dönerken Süreyya Azrail’e gülümser… Defnine dahi izin verilmez, cesedi nehrin kenarına bırakılıverir…
Bu olay “The Stoning of Soraya / Süreyya’yı Taşlamak” filminin finalinde izlediğimiz uzun bir recm sekansı! Müzikal alt yapısından görsel yönetimine varıncaya kadar oldukça etkileyici olan bu sahne, elbette ki izleyiciyi yüreğinden yaralıyor… Keşke görüldüğü kadar masum olsaydı! Keşke oryantalist bir hesaplaşmanın dışa dönük bir versiyonu olmasaydı!
Asıl sorun özellikle de 11 Eylül saldırıları sonrasında Hollywood başta olmak üzere Batılı sinemaların, doğuya spesifik olarak da İslam coğrafyasına bilinçli saldırılar yürütmesi. Üzülerek belirtelim ki bu oryantalist tavır sinema karelerinde yer bulmaya devam ediyor. Gün geçmiyor ki bu psikolojik hareket yeni filmlerle karşımıza çıkmasın. İşte Süreyya’yı Taşlamak da bu programlı saldırının bir parçası. İsterseniz, yukarıda finalini anlattığımız filmin başına dönelim, öncelikle filmi ele alalım. Hatta mümkünse, Süreyya’yı Taşlamak filmini yazıyı okumadan bir seyredin.
II.
İran’ın Kupayeh köyüne, arabası bozulduğu için tesadüfen bir Fransız gazeteci gelir. Köyde bir gün önce recm cezası gerçekleşmiştir. Recm edilen Süreyya’nın teyzesi Zehra, olan biteni anlatmaya karar verir ve gizlice gazeteciyi evine alır. Ve ardından başlar Süreyya’nın recm edilmesi meselesine…
Süreyya kocası Ali ile sorunlar yaşamaktadır. Buna paralel olarak da kocası Ali, eşinden boşanıp, babasını hapiste idamdan kurtarmaya çalıştığı genç bir kızla evlenecektir. Bunun için de aslında mollalıkla alakası olmayan ama köyde öyle kabul edilen Şeyh Hasan’la işbirliği yapar. Ve Süreyya’dan boşanmak için Şeyh Hasan’a başvurur. Şeyh Hasan Süreyya ile konuşur hatta Ali’den boşanırsa kendisi ile mut’a nikâhı yapabileceğini söyler. Tabiî ki Süreyya bu öneriyi kabul etmez. Bu sırada köyde oto tamircisi olan Haşim’in eşi ölür. Neredeyse yaşlı denilecek bu adamın ev işlerini yapacak birine ihtiyaç vardır. Şeyh Hasan ve Ali bu işi Süreyya’ya verirler. Şeytani bir plan işlemeye başlamıştır. Ardından Süreyya’ya iftira atmaya başlanır.
Çalıştığı evde Haşim’le arasında gayri meşru bir şeyler olduğu söylenir. Ve yalancı insanlardan oluşan şahitler bulmaya çalışılır. Şeyh Hasan ve Ali’nin planı oldukça iyi işler. Haşim’i de tehdit edip, Süreyya aleyhinde konuşmaya mecbur bırakırlar. Nihayetinde köy divanı kurulur. Şeyh Hasan, Muhtar İbrahim, Ali ve şahitlerden oluşan heyet, Süreyya’nın recm edilerek öldürülmesine karar verirler.
Girişte anlattığımız üzere recm gerçekleşir. Süreyya’nın teyzesi olan biteni anlatır gazeteciye. Ve tüm dünyaya duyurmasını ister. Gazeteci köyden ayrılırken Şeyh Hasan durumu sezip engellemek istese de başaramaz. Ve film böylece biter.
III
Anakronik bir varyasyonda devam eden oryantalist mantığın, özene bezene işlendiği bu filmin bir de arka planına bakmalı. Filmin temel hareket noktası İslam’daki recm cezası ve paralelinde Müslüman dünyanın, erkekler üzerinden bir eleştirisidir.
Oryantalist perspektifin egemen olduğu sahneler, Müslüman erkeklerin cinsellik düşkünü, kadın karşıtı, zorba, müfteri, yalancı gösterildiği sekanslar, baştan sona ön yargılı İslam anlayışı ve filmin her yanını saran anti-realist bakış tarzı. The Stoning of Soraya, birçok tarihsel yanlışı da içerisinde saklama başarısına sahip. Örneğin İslam’da sadece Şia’nın kabul ettiği mut’a nikâhının İslam’ın emri olarak gösterme çabasını ya da İranlı Ayetullah’ın erkeklere değil de kadınlara yönelik sigara yasağının İslam’a bağlanmasını burada söyleyebiliriz…
Epistemolojik ve ontolojik olarak İslam dünyasıyla arasına kalın duvarlar ören Batılılar 11 Eylül sonrası doğuya yeniden şekil verme işine giriştiler. Tıpkı ABD başkanının ifade ettiği türden bir haçlı mantığıyla. Oryantalizmin paradigmasal mimarı Edward Said, birçok farklı oryantalist yaklaşım ya da çabadan bahsediyor olsa da 11 Eylül sonrası yüz yüze kaldığımız şey, tamamen kendisini haklı görüp doğuyu ötekileştiren hatta sil baştan yenilemeyi arzulayan buna yönelik aksiyonel, militarist eylemlere girişen bir oryantalizm tarzı.
Uçurtma Avcısı, Arka Bahçe, Slumdog Mıllıonare, Ölümcül Tuzak ve şimdi de Süreyya’yı Taşlamak… Yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığımız oryantalist hareket sinemada da kendisine yer bulmaktadır. Bu filmleri sorunlu kılan şey de doğu algıları ya da gösterdikleri doğulu karakterler. Erkekleri vahşi, sapık, kadın düşmanı, his yoksunu; kadınları burkaları içinde eza cefadan kurtulamamış, feminizmden nasibini alamamış, yaşamayı bilmeyen zavallılar olarak aktarıyorlar.
Bu filmlerin bir derdi de 11 Eylül sonrası Irak, Afganistan işgallerini haklı kılmak. Vatandaşlarına “işte biz bu yamyamlarla savaşıyoruz” demek. Nitekim Süreyya’yı Taşlamak da İran’a yönelik yaptırımlara paralel olarak beyaz perdeye yansıdı. Sinema dilinden yoksun bu filmleri konu etmenin sıkıcı bir yanı var! Farkındayız… Ama bölgemize, inancımıza, düşüncelerimize yönelik iftira kampanyalarına da sessiz kalmamak gerek.