10219.
her yerdeler
orada-burada, içeride-dışarıda
yetmedi, uzaya göz diktiler
…
10220.
‘Kişisel Gilişim’ kitaplarının, herkesin kendisine has özellikleri olduğu düşünülecek olursa uygulanabilir bilgiler içermediğini düşünenlerdenim. Bireyler birbirlerine benzeseler de karşılaştıkları sorunlar ve bu sorunlar karşısındaki tutumları farklıdır. Okudukları her şeyi kendilerinde uygulamaya kalktıklarında başka sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz. Bu alanda Ahmet Şerif İzgören’in, ‘Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır’ kitabının, bireyin ufkunu açacak bir duruşu olduğunu söylemeliyim. Bir çeşit kendini tanıma yolculuğu aslında. Aynı tadı, Kemal Ural’ın ‘Küçük Şey Yoktur’ eserinde yakaladığımı hatırlıyorum. “Ey insan! Kendine gel!” der gibi bir uyarı içeriyorlar. İşte ne demek istediğimin altını çizen cümlelerden sadece bir tanesi: “Henry Ford ‘İnsan öğrenmeyi bıraktığı gün yaşlanır,’ diyor. Biz bu ülkede 18 yaşında yaşlanmaya başlıyoruz, 30’larda ölüyoruz, 70 yaşında gömülüyoruz.” (s.28)
10221.
Metinde şiveyi kullanan yazar sayısı fazla değildir. Sezgin Kaymaz, bu özelliği sayfaları dolduracak kadar kullanabilen bir kalem ustası. Okura, “İyilik nedir?” sorusunu sorgulatan “Kün” kitabında, her doğru davranışın ‘iyilik’ olmadığını vurguluyor ve karakterlerin doğru-yanlış, iyi-kötü arasında verdikleri mücadeleyi işliyor. Bir de ‘kader’ konusu var, ‘planlar yaparken başınıza gelenler’ ayrıntısında gizli olan. Kaymaz’ın paranormal bir yaklaşımla kurguladığı öyküde mizah, trajedi, elem, gerçek, hayal, gelenek, inançlar ve daha fazlası birbirini tamamlayan puzzle parçaları. İşte kitaptan bir alıntı: “Dibini görmediğin bir ırmağın derinliğini, düşünmekle anlayamazdın.” (s.209)
10222.
Orta Asya’nın gerçek manzaralarını dünyanın geri kalanında yaşayan okura, çok yalın ama gerçekçi bir dille ulaştıran Cengiz Aytmatov, ‘Beyaz Gemi’de bazı insanların iyi olmak yerine neden kötü olmayı seçtiğini sorgulatıyor. Bir çocuğun hayallerinin güzelliğini seyrediyoruz hep beraber ve şeylerin değişmek zorunda olduğu gerçeğine uyanıyoruz yine. Oysa sevmek, kaç yaşında olursa olsun nasıl da güzelleştiriyor insanı. Soruyor, ama cevabını bulamıyoruz çoğu zaman: “İnsanlar ne diye böyle yaparlar, bilmem ki! İyiliğe karşılık hep kötülük. Sonra yaptıklarından utansalar, pişman olsalar bari!” (s.78)
10223.
Rus yazar Andrey Platonov’un ‘Can’ kitabıyla bir kitapçıda karşılaştığımda beni ilginç şeylerin beklediğini tahmin etmiştim. Türkmen halk inanışında ‘mutluluğu arayan ruh’ anlamına gelen CAN kelimesinin kitaba isim olmasının birden fazla nedeni var bana göre. Genellikle yaşayanlar için kullandığımız bu kelimenin aksine, öyküye sirayet etmiş olan hissizlik ve yokluk insanı ürpertiyor. Yakın Rus tarihine baktığımda gördüğüm ‘yok etme’ çalışmalarına tezat olarak ‘Can’da anlatılan, bir ırkın devamını sağlamak için verilen mücadelenin devlet tarafından desteklenmesi ve takibinin yapılması kulağa aykırı geliyor. Can halkının ana yurdunun Sarıkamış’ta olması da bir tesadüf değildir sanırım. “Mutluluk da bir o kadar kaçınılmaz ve çoğu zaman çaresizlikten daha erişilebilirken insanlar ne diye acının, vefatın hesabını tutarlar ki…” (s.106)
10224.
Japon yazar Unno Juza’nın ‘Dört Boyutlu Adam’ kitabının beni şaşırtma nedeni, 1940 yılında basılan eserde, son yüzyılın üzerinde çalışılmış en çarpıcı bilim kurgu konularının bu minicik hikâye kitabında karşıma çıkması. Her bir öykünün roman olma potansiyeli var. İşte bir alıntı: “Ulaşılabilir tüm arzular yerine getirildiğinde, önce kapasiteler geliştirilir ve ardından yeni arzulara yönelinir. Arzu yitirilmez. Bilimin her şeye gücü yeter ve aynı zamanda hiçbir şeye gücü yetmez. Daha açık bir ifadeyle, bilim göreceli olarak her şeyi kapsar ama mutlak olarak her şeyi içermez. Temel matematikte, bilimin ‘her şeye kadir olmadığını’ söylemek doğru olacaktır.” (s.59)
10225.
Her birimizin hayatında olduğu gibi, öykü içinde öykü kurgulamış Kaan Murat Yanık ‘Dünyasızlar’ kitabında. Öyle değil midir zaten; insan yaşamı dallanıp budaklanır, kendi içinde dönemlere ayrılır, bazen durulur bazen hızlanır, kimi zaman hüzünlü kimi zaman neşelidir deneyimlenenler… Yazarın kullandığı dil, okuru öykünün bir parçası haline getiriveriyor ve elinizi uzatıp akışı değiştirme isteği duyuyorsunuz. İşte kitaptan bir alıntı: “Her parçam bir yana dağılmış. Birini ararken diğeri kayboluyor.” (s.386)
10226.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• benmerkezci – beniçinci
• rafting – sal yarışı
• mazoşist – özezer
• navigasyon – yolbul
10227.
Orhan Pamuk’un ‘Veba Geceleri’ni okurken Covid-19 günlerimizi hatırlamamak mümkün değil. Garip ilişkilerin ortaya çıkması, akla uygun olmayan uygulamaların dayatılmaya çalışılması, halkın kurallara uymamak için birbiriyle neredeyse yarışa girmesi, ölümlerden dolayı suçlanacak birilerinin hep aranması, cezalar, trajediyi fırsata çevirmeye çalışanların kendilerini zeki sanması, pratik çözümlerin geliştirilmesi ve çok daha fazlası ilmek ilmek işlenmiş kitapta. Satırlar çok tanıdık, bizzat yaşadık çünkü. İşin ilginç tarafı, devasa kitabın içinde sürekli aynı şeyden bahsediliyor olmasına rağmen sıkılmadan okumaya devam edebiliyor olmak. Yönetim sık sık el değiştiriyor ve her gelen yöneticinin üzerine eğilmesi gereken asıl konu ‘veba’ olması gerekirken sokak isimleri değiştiriliyor, yeni bayrak dizayn ediliyor, marşlar yazılıyor, devlet başkanlarının fotoğrafları çekilip uygun yerlere asılıyor, yerel dilin geliştirilmesi üzerine çalışılıyor… Kısacık dönemde, neredeyse tüm rejimler uygulanıyor adada. Okurken epeyce eğlendiğim söylenebilir. İşte kitaptan bir alıntı: “Her şey ölçü meselesidir.” (s.82)
10228.
güneş doğmaktan vazgeçse sabaha
devam edebilirler mi insanlar
savaşmaya?
…