Bir insanın devrilmeden durma durumu, dengenin tanımları arasındadır. Denge, sözlükte: İstekler ve yetilerin ölçülü bir şekilde bağdaşmasından ortaya çıkan uyum olarak tanımlanır. Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hali ise fiziğin tanımıdır. Muvazene, balans, uyum, ölçü, müsavi, durma hali; denge ile yakın anlamlı olarak kullanılır. Yukarıdaki iki tanımda geçen bağdaşma ve birbirini ortadan kaldıran güçler -kontrol tekniği- denen bir başka kavramı ortaya çıkarır.
Kontrol tekniği dengeyi nasıl oluşturacağımızla ilgilidir. Ruhsal denge olsun, toplumsal denge olsun, ekolojik denge olsun dengeyi sağlamak, kontrol tekniğinin getirdiği bir bilinçlilik haliyle mümkündür. Bu dengeyi sağlamak deyiminde karşılığıdır aynı zamanda. Aksi, dengenin bozulması ve dengenin kaybolmasıdır. Bu da ruhsal, toplumsal, çevresel bozulmalara yol açar. Herhangi bir alanda hiç eylemde bulunmamak denge değildir.
Etkileşimler evreni içinde dengeler sürekli değişebilir. Kontrol teknikleri ise değişen dengeleri aslına döndürmek için vardır. İnsan-insan, insan-çevre, insan-makine, insan-teknoloji veya insan-medya etkileşimlerinde de denge ve dengesizlik hatta bozulma, çökme, çözülme, çürüme söz konusu olabilir. Terazinin bir kefesi göğe yükselirken bir kefesi yere vurabilir. Burada dengeden söz edilemez, bunun yerine değişimden, çözülmeden, başkalaşımdan, anormalden, biçim kaybından söz edilebilir. Denk getirmek deyimin bir aşka karşılığı biçime getirmek, punduna getirmek olarak kullanılır.
Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler
Makine, Küçük Şehir’de (Chilango’da) santralde çalışan üç dili yeterince konuşabilen bir kadındır. Yaşadığı yerler ve tanışları pek de tekin değildir. Güçlü bir karakterdir –romanın bir yerine kadar- Kardeşi vaat edilmiş bir toprağı bulmaya gidip dönmediğinde –Gabacho denilen yere gitmiş ve üçüncü mektuptan sonra kendinden haber alınamamıştır. Makine, gidilmesi zor olan o yere kardeşini aramaya gider. Tanıdıkları birtakım menfaatlerine uygun olarak ona yardım ederler. Gidenin geri dönmediği bir şehir Gabacho. Makine’nın kardeşi vaat edilmiş toprak peşinde bir yıl koştuktan sonra, elde edemediği hiçbir şey ile merhametli bir şehirlinin yanına sığınır. Birkaç kâse çorbayla zaman geçirir, bir iş olarak sözde varlıklı bir ailenin oğlunun yerine orduya katılır, savaşa gider, döner askeriyede kalır. Makine bir dizi sürüklenmeden sonra kardeşini bulur. O artık ne için savaştığını bilmese de geri dönecek bir Chilango’yu aklından çıkarmıştır. Çözülmüş aile bağlarının soğukluğu abla-kardeşin diyaloglarında kendini gösterir.
Makine, geri dönmek ister. Kime çalıştığını paranın belirlediğini anladığımız Chucho, onu bu şehre getirdiği gibi geri döndürmeyecektir tabii ki. Belgeler ve yeni bir kimlikle nefret ettiği bu şehirde yaşamak için “Hazırım.” diyecektir. (Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler-Yuri Herrera-Notos Kitap, s. 102) Hariç olmak, kitabın leitmotifi sayılmayacak kadar metne bulanmış bir cümle. Ama iki yer/şehir (Chilango-Gabacho) arasındaki diyalogda aşağılanmışların, ezilmişlerin psikolojini anlatmaya yetiyor. Bu şehirde kaybolan insandır. Latin Amerikalıların bedeni, Huxley’in deyimiyle Herkes herkes içindir, mantığıyla kullanması romanın bir başka boyutudur. Makine’nin yaşantısında bunu görüyoruz. Kitapta geçen şu cümleyi değerli buluyorum: Tavırlarında ve tarzlarında kadim bir bellek ve yeni insana özgü bir hayret açıkça görülüyor.
Manken, Kültür Araçları ve Delilik…
Benzetim kamusal alanlarda, dijital evrenlerde, Matrix’lerde yaşayan ruhların, kadim bir bellekle hayat süren ruhları anlaması oldukça güçtür. Tüketim kültürünün dengeye değil tüketecek makine insanlara ihtiyacı var. Onların aşklarını da, hedeflerini de, kutsallarını da belirleyen değerler cetveli, kimliği açıklığa kavuşturulamamış bir gücün elindedir. Anlatının kahramanı Makine, vatanından uzaktadır Bunu, ona yapan kimdir, nedir? Bizi kim süper bilgisayarlara veri olarak kaydediyor. Kim bizlere yapay zekâ ile oluşturulmuş asma bahçeleri sunuyor. Bunun cevabı başkası/başkaları başları olabileceği gibi kendimiz de olabilir. Eğer öz vatanımızdan uzaklaşmamızı sağlayan kendimiz isek dengeyi kurma noktasında ne yapabiliriz. Alev Alatlı, Manken başlıklı bir yazısında söyle diyordu: Zekâ özgür bırakıldığı zaman şerre bükülüyor. Şerre bükülmemesi mümkün değil. Bunu önleyecek tek şey ahlak, etik… Doğru düğmeye basmak gerek.(Ters Lale, Manken, IQ Kültür Sanat Yayıncılık) Bu aralar çok duyduğumuz bütün tuşlara basıyorlar cümlesinin bir dengelilik hali olmadığı kesindir. Aslında kimlik, kişilik, kültür problemi… Manken’e hangi kıyafetleri giydireceğiz, ruhunu hangi manevi gıda ile doyacağız ki kendilik aktivasyonu, tekâmülü, iyi insan özellikleri görünür olsun, topluma sirayet etsin. Bu da bir tutarlılık ve dengeyi sağlama meselesi… Manken bütün kıyafetleri deneyemez, bütün boyalarla boyanamaz, bir koltuğuna iki karpuz sığmaz. Bunlar; ruhta, kişide, toplumda, kütürde, inançlarında, dengesizliği getirir. Bir zaman sonra Manken ne giydiği, ne konuştuğu, neye ait olduğu belli olmayan bir ucubeye dönecektir. Yaşam sanatında sınırlar ve denge taşları bellidir. Belirsiz olanlar dengeli olma hali içinde dengeye kavuşturulur.
Nicetzsche’nin Kültürün kültür araçları yüzünden ölüm tehlikesinde olduğu bir zamanda yaşıyoruz, (…) Delilik kişide seyrek görülen bir nesnedir, gruplar, partiler, çağlar için ise bir kural halindedir. (Seçilmiş Düşünceler-F. W. Nietzche-Assos Yayınları, s.79) cümlelerini birey-toplum-kültür üçgeninde denge ve dengesizlik üzerinden okuyabiliriz. Birey sorumludur, bireylerin kendini bildiği, dengesini kurabildiği toplum yaşanabilirdir, Kültür böyle toplumların ürünüdür. Bireyi kitle psikolojisi içinde deliliği sürükleyen (denk getiren) makine-insana dönüştüren yapıları, kültür aracı olarak baş tacı etmekten geri durmalıyız. Bu denge halidir, bilinçlilik halidir, tavır alıştır, sonlu sınırlı bir evrenden sonsuz sınırsız olan öz vatana dengeli bir yürüyüştür.