üşüdüm kara sarıldım yandım nara sustum çığlıklara
önde giden bir atın alaturka nallarıının sesi geçiyor toprağa
parmağı yüksüklü terzinin iğnesinde gözleri yorgun kumaşlarda
hem içinde hem teleğindedir ormanın kokusu kuşların al burnuna
yağmuru da vuran yıldırımın dağlara düşerken ışığı orda denizden mavi
orda yaktığı hırkası melâmî dervişin nişabur’dan gelen kervanla
güneş olmasa çiçekler nasıl gülecek nasıl uçacak kelebekler beya
nasıl oynayacak çocuklar tozlu topraklarda nasıl dönecek öyle günebakan
nasıl tırmanacak ağaçlara atlı karıncalar nasıl bal yapacak kafkas arılar
otur da diline türkü bas yaralı yüreğine köz kanlı gözlerine yağmur
belki getirir bir yemenli rüzgâr seher vakti kuşların sesiyle hu hu
belki de kendi gelir gülüşünü bir bebeğin dudaklarından alarak