10211.
ne çok değişmişim
yolda karşılaşsam
tanımam
…
10212.
“Sular Üstünde Gökler Altında,” bilinmeyen toprakların arayışında uzun bir yolculuğun hikayesini anlatırken hayatın kendi içinde barındırdığı çelişkilere de işaret ediyor bana göre. “Ne umduk ne bulduk!” diye sıkça düşünmeye yönlendiriyor bizi. Nihayetinde, “Sonsuz karanlığın ortasında salınan bir noktayız.” (s.333) vurgusunda takılı kalıyoruz böylece. Tüm yolculuklar, öğrettikleri yanında insandan bir şeyler götürüyor ne yazık. “Hayat, ne amansız bir hastalık.” (s.279) diyerek köşemize çekildiğimizde, kendi tedavi yöntemimizi geliştirmek zorunda olduğumuzu fark ediyoruz. Kaan Murat Yanık’ın bu tarihi romanını okurken Faruk Yıldız’ın Evvel Zaman İhtilali’nde, İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nda, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sında aldığım tadı yakaladım. “Tarihi roman” denildiğinde, Amin Maalouf’un Afrikalı Leo’su konunun zirvesi elbette; yine de Yanık’ın kurgu yeteneğinin hakkını vermeli. Ülkeler arası heyecanlı bir yolculuk yapmak isteyenlere önerilir: “Ne yaman bir savruluş.” (s.189)
10213.
Çek yazar Karel Čapek’in 1936 yılında yayımlanan kara mizahla donattığı romanı “Semenderlerle Savaş,” günümüz gerçekliğini ürkütücü bir doğrulukla yansıtıyor. 20. yüzyılın en iyi bilimkurgu eserleri listesinde yerini edinmiş durumda olması bence çok da önemli değil. O listede olup işe yaramadığını düşündüklerim var: “Tohumdan Hasada!” Kehanetlerle dolu bir roman. Benim ilgimi ise yazarın mizahi anlatım tarzı çekti daha çok. Hiç olmadık yerde gülmeden geçemedim: “Dünyanın bir parçası kaybolsa anında fiyatlara yansıyor.” (s.253) Elinizdeyse gülmeyin! Kim bu semenderler ya da ne? Hayvan, köle, işçi, sömürülen birey, yaratık, düşman, tehdit… Belki de tümü birden ve belki de çok daha fazlası. Semenderlerle Savaş; okurun yaşı, mesleği ve ilgi alanlarına göre çıkarımlarının değişebileceği bir roman. Gençlerin belki sadece komik bulacağı eserde ekonomiden halkların özgürlüğüne, evrimden iklim değişikliğine kadar pek çok konu işlenmiş. Tüm bunlara ek olarak, yazar hakkında küçük bir detayı buraya eklemekte fayda var. Enteresan bir zihin işleyişine sahip olduğunu düşündüğüm Čapek, Çekçe’de “işçi” anlamına gelen “robot” kelimesini, bugün bildiğimiz anlamıyla kullanan ilk kişi. İşte kitaptan bir alıntı: “Bütün olay sizin gibilerin ikide bir savaş falan patlatmak istemesi. Tek derdiniz para. Sonra da kriz, kriz diye yaygarayı koparıyorsunuz.” (s.10)
10214.
Michael Ende’nin Momo’su şimdiye kadar yazılmış en iyi çocuk romanlarından biridir bana göre. Zaman yönetimiyle ilgili bir modern çağ masalıdır o. Belki de bu yüzden romanda bir kaplumbağa var. Küçük kız Momo; hayal gücü, cesaret ve dostlukla harmanlanmış bir öykünün içinden zamanın hiçbir şeye yetmediği günümüzde yoğun temponun hızında kaybolmuş okura bir mesaj veriyor: “Zamanın garip kısalığı ve uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.” (s.65) İşin ilginç tarafı, Ende’nin aklında yazar olmak yoktur. Bir gün kendisinden resimli bir kitap için metin yazması istenir ve yazarlık hayatı böylece başlar. Bizde neden böyle olmuyor acaba, yani bu şekilde bir hamlede başlayıp gelişmiyor? Dünyaca ünlü Alman masallarını düşününce, Ende’deki kurgu yeteneğinin genetik olup olmadığını düşünmeden edemedim. Sonuçta “Bütün yaşam bir hikâyedir ve biz de onun içindeyiz.” (s.115) Ende gibi yazarlar da onları kitaplaştırır.
10215.
Amerikalı yazar Ursula K. Le Guin, eserlerinde bilimkurgu ve fanteziyi birleştirdiğinde 1960’ların başıydı. Bu ikisi; onun hayal gücüne, merakına ve insanın her şeyin ölçüsü olmadığına dair yıkıcı şüphelerine en uygun yazın türleriydi. Le Guin edebiyat dünyasını, hayali edebiyatın gerçeği anlatma potansiyelini hafife almamaya çağırmaktan hiç vazgeçmedi. Belki de bütün bu inancını babasının hikâye anlatma yeteneğinden almıştır. Onun hikâyeleriyle büyüdüğü için ihtimaldir ki hayal ediyormuş gibi değil de yaşıyormuş gibi yazdı. Yerdeniz Büyücüsü’nü okuduğumda içinde yaşamak istediğim dünyayı bulduğumu düşünmüştüm sanırım ve beni heyecanlandıran da kendi düş dünyamı kurabileceğim fikrini bana vermesi olmuştu. Böyle bir dünyada yaşamayı tercih edenler hiç büyümüyorlar. Le Guin de yüzlerce adadan oluşan bir dünya kurdu kendisine ve orada yaşadı. İşte kitaptan bir alıntı: “Bir insan, kendine ait olmayan bir biçimde ne kadar uzun süre kalırsa, tehlike de o kadar büyük olurdu.” (s.131)
10216.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• sarmal – helisel
• bunama – ateh
• pervane – uskur
• bisiklet – derrace
10217.
Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry, 1900 yılında dünyaya geldi. İki güzel şatoda büyürken geliştirdiği hayal dünyası, içinde büyümek zorunda olduğu dünyadan her zaman umutsuzca daha gerçek göründü ona. Hep haşarı bir çocuk olduğu düşünüldü, oysa o sadece her şeyi merak ediyordu. Küçük Prens’te yetişkinlerin dünyasına duyduğu küçümsemeyi hissetmemek mümkün değil: “Çocuklar büyükleri alttan almaya alışmak zorundadır.” (s.19) On iki yaşındayken havada uçan bir bisiklet yapmaya çalıştı. Gözü hep yukarılardaydı, gökyüzünde… Ve aradığını, 1921 yılında askere çağrıldığında buldu: Uçmak… Pilot oldu. Kitaplarla az buçuk haşir neşir olup Küçük Prens’i en az bir kere okumayan yoktur diye düşünüyorum. Onun bir çocuk kitabı olduğunu düşünme hatasına kaç okur düşmüştür acaba? Okuyup bir kenara bırakan ve unutan çok mudur ki? Bana göre her ay, olmadı her yıl, daha olmadı her beş yılda bir okunmalı. Evet, ben sık sık okuyorum. Her okuduğumda hep başka bir Küçük Prens’le karşılaşıyorum çünkü: “İnsan istese bile fazla uzağa gidemez.” (s.24)
10218.
şu güzelim tevazuyu
aptallık sananlar
var
…