Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken  – VII –         

BAYAN YAZAR – Fazlasıyla renklendi, sarı ve kırmızıyı devirdin turuncu oldular. Hintliler gibi… BAY ŞAİR – Öyleyse Tagore buyursun:

“Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
…Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?’’
(Duraksar. Soruyu Bayan Yazar’a yöneltmiş gibi okur:)
“Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?’’

BAYAN YAZAR – Belki. (Bir an) Renkten ayrı bir de gerilim oldu farkında mısın?
BAY ŞAİR –Gerilim mi? Gerilim demek… (Memnun bir gülümseme geçer yüzünden. Aklına yeni bir şey gelmiş gibidir.)
BAYAN YAZAR – (Hayretle bakarak) Memnun mu oldun sen, bana mı öyle geldi?
BAY ŞAİR – (Soruyu duymazlıktan gelir. Yüzündeki memnuniyet izini gidermeye çalışarak) Ben az önce yazman için falan mı demiştim? Hayır değil, yazman için falan değil. Unut, hepsini unut.
BAYAN YAZAR – Merak etme, hemen unutacağım. Çünkü şu an konumuz Kafka değil,
Sezai Karakoç.
BAY ŞAİR – Kafka mı? Ben Kafka’dan bahsetmiyorum ki?
BAYAN YAZAR – Biraz önce söylediklerin neydi? Kimden bahsediyorsun peki?
BAY ŞAİR – Bizden.
BAYAN YAZAR – Kafka gibi “Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum’’ diyorsun herhâlde?
BAY ŞAİR – Nasıl yorumlarsan öyle. Ama bizden bahsediyorum.
BAYAN YAZAR – Bizden?
BAY ŞAİR – Evet.
BAYAN YAZAR – (Konunun bu mecraya kaymasını istemediğinden, konuyu aceleyle noktalamak ister gibi) Tamam, bizi de unutacağım.
BAY ŞAİR – Bak, gördün mü?
BAYAN YAZAR – Neyi?
BAY ŞAİR – Aklındaki şeyin, o sırada karşısına çıkan her şeyi, yokluğa nasıl mahkûm
ettiğini. (Sesi, hafiften giderek yükselir) Unutarak, görmeyerek, duymayarak veya gördüğünü
ve duyduğunu düşünmeyerek. Konu ha Kafka olmuş, ha ben, ha Pingpong Masası. Şu sese
bak ya, (elini havaya kaldırıp ileri geri sallayıp ritm tutar gibi ve sinirle) tak tak tak…
Beynimde yankılanıyor sanki, tak tak tak.

“Beyaz iplik sert iplik ve tak tak
Yuvarlak top küçük top ve tak tak
Pingpong masası varla yok arası
Ben ellerim kesik varla yok arası
… … öpücüğüne eyvallah ve tak tak
Beraber sinemaya … evet …ve tak tak
Pingpong masası varla yok arası

Öküzün gözü veya dananın kuyruğu
Kadifekale veya Sen nehri
Ha Sezai ha pingpong masası
Ha pingpong masası ha boş tüfek
Bir el işareti eyvallah ve tak tak
Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
Ne kadar güzel ne kadar sıcak
Tak tak tak tak tak tak tak’’

BAYAN YAZAR – (Sesi hafif yüksek) Bay Şair! Bay Şair, bırak şu tak takı.
BAY ŞAİR – Tamam bırakayım. Bitti zaten. Başkasına geçeyim:
“-Paslanmış demir bir kapı açılır / Küf tutmuş kilitler gıcırdarken/ Ta karanlıklar içinde birden / Bir türkü gibi yükselirsin sen / Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken / Söyleyemediğim ateşten kelimeleri / Şuuraltım patlamış bir bomba gibi / Saçar ortalığa zamanın /Ağaran saçın toz toprağını’’
BAYAN YAZAR – Bay Şair, rica ederim, bu şekilde konudan uzaklaşıyorsun… Galiba unutmamı da
istemiyorsun.
BAY ŞAİR – İstiyorum, istiyorum da; söylediklerimi yalanlanmanı, aksini söylemeni de
istiyorum.
BAYAN YAZAR – Bu ne çelişki?
BAY ŞAİR – Çelişki falan yok. Ama varsa da senin yüzünden. Sen hiç, kaybetmemek için iki
adım atıp sonra bir adım geri çekileni, hatta bazen o iki adımı da geri çekeni gördün mü? İşte o
benim. Bu çelişki gibi görünen hâllerimin hepsi seni kaybetmemek adına. Hep… (İleri
gittiğini düşünerek susar.)
BAYAN YAZAR – (Böyle taşkın çıkışlara alışık olmadığından şaşırmıştır. Buna rağmen sakinliğini koruyarak) Bay Şair! Sen böyle yaparsan ve ben de senin dediğin doğrultuda ilerlersem bu eseri yazamam.
BAY ŞAİR – (Sesi önceki hâline dönmüştür. Yine de sesi, hafif sertlik ve yumuşaklık arasında
zikzaklar çizer.) Neden yazamayasın, iki gün önce olmaz da iki gün sonra olur.
BAYAN YAZAR – Olmaz, erteleyemem.
BAY ŞAİR – Neden? Hayatınla ilgili pek çok şeyi erteliyorsun da, bunu neden erteleyemiyorsun?
BAYAN YAZAR – Çünkü geç oldu.
BAY ŞAİR – Sadece onun için mi geç? “Gecikmedinse ah, gecikmedinse, ne iyi! / Yanına yörene bakıp durma öyle / Belki de gerçek zamanı ve hayatı gömdün gitti…’’ Şunu, kendi hayatın için de düşünsen, diyorum. Geç oldu, demeden.
BAYAN YAZAR – (Bir an düşünür ve bir pişmanlık dalgası gelip geçer yüzünden) Evet, hayat erteleyecek, yine erteleyecek ve hep erteleyecek kadar uzun değil. Gelen dakikaları biriktirmek, saklamak da mümkün değil. Ama ben bunu nasıl söylüyorum ki, hayatım ertelemelerle dolu. (Mırıldanır gibi) “Bir kişi kendisinden / Ve kendi etrafında dönmesinden / Meydana gelen / Düş çemberinden mi ibaret / İnsan bir kıtlık mı bir bereket mi / Neyin kıtlığı ve bereketi’’ (Düşüncesinden sıyrılır gibi…) Neyse…
BAY ŞAİR – (Hüzünlü, başını sallar) Yine erteliyorsun anlaşılan?
BAYAN YAZAR – Evet.
BAY ŞAİR – Ama neden? Neden? (Onu anlamaya çalışır gibi delici bir bakışla bakar)
BAYAN YAZAR – (Bakışlarından rahatsız olup gözlerini yere indirir, bir an durur ve okur:) “Okumaya çalıştı en yılgın kuşkularımı / Ama bir nokta kaldı ki / Yüreğimin yüreğimin yüreğimin yüreğinde / Onunla ördüm kendimi yeniden/ Artık bana diyebilirsin / Yeniden kendi kendini ören’’ BAY ŞAİR – Evet, diyebilirim, yeniden kendi kendini ören, kelimelerin arkasında. Ama artık kelimelerin de yorgun bir vaktidir, yine’yi yenileyemeyecektir belki de, artık erteleme.
BAYAN YAZAR – Yalnız şimdi… (sözünü keser)
BAY ŞAİR – Şimdi’ye tahsis ettiğin nedir senin, onu rutininden çıkarmamak mı? Oysa şimdi, önceye bağımlı olduğu kadar önceden bağımsızdır da. Tabii, şimdinin yeni getirdikleriyle ilgilendiğin yok. Şimdi, geçmişin devamı olarak sürmeli ama geleceğin başlangıcı olarak değil, değil mi? Hâlbuki biraz daha yukarıdaki gibi pişmanlık eşliğinde, yüzün derin bir kaygının dışavurumuydu çünkü, düşünmeye devam etsen, “Yeni bir şiire acıkmışçasına’’ düşünmeye devam etsen, belki de yeni kararlar alır ve uygulardın.
BAYAN YAZAR – Belki de.
BAY ŞAİR – Seni bu düş çemberinden kurtaracak bir şey… “Önce çeşmelerden uzaklaştırarak / Sonra çeşmelere koşturarak / Çeşmelerin çevresinde döndürerek / Çeşme deneylerinde kavurarak / İnsana kendini buldurur…’’ (Bir an) Sana da sana ait zamanı bulduracak şey…
BAYAN YAZAR – “Öz yaşam öyküsü ve özeleştiri dosyasından öte’’ de olsun lütfen.
BAY ŞAİR – Ben, sana ait zamanı bulduracak şeyi aramak isterken sen dokunulmazlık istiyorsun… BAYAN YAZAR – Öyle, istiyorum.
BAY ŞAİR – Senden öte, benden öte olsun, kendimizden uzakta hatta gerçekliğimizi yitirelim “Bilmem hangi ülkeden devşirilmiş iki imge / Kendi hayalinden iki kesitti belki de’’ (Duraklar) “Ama ben güvenmedim bu belgelere / Teslim olmadım yine de’’
BAYAN YAZAR – Hayalden iki kesit olmak iyiydi.
BAY ŞAİR – Yoo, gerçekliğimi yitiremem. Eğer yazmak istediğin eserle, daha da somutlaşacaksa/somutlaşacaksak hemen ona dönelim.
BAYAN YAZAR – Ben de dönmeni bekliyorum zaten.
BAY ŞAİR – Tamam. “Yeni kâğıtlar imzalandı yeni bir sınır gölgesinde’’ (Birden üzüntüsünden sıyrılır) Dönüp yardım edeyim:
“Kamu bimârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı’’
BAYAN YAZAR – Şaka mı bu?
BAY ŞAİR – Pardon. Leyla ile Mecnun Fuzuli’yle çok özdeşleşmiş ya… Gerçi Fuzuli de
Mecnun ile kendini özdeşleştirmiştir. “Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var / Âşık-ı
sâdık menem Mecnun’un ancak adı var’’ der. Yani sözü şuraya getirmek istiyorum.
BAYAN YAZAR – (Şaşkınlıkla ona bakıp, sözü nereye getireceğini beklemektedir.) Evet?
BAY ŞAİR – Monna Rosa da Sezai Karakoç ile (kendisi kabul etmese de) özdeşleşmiş gibidir. Monna Rosa’yı yazmayı bu yüzden tercih edebilirsin. (Okur:)
“Monna Rosa, siyah güller, ak güller; / Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak. / Kanadı kırık kuş merhamet ister; / Ah, senin yüzünden kana batacak, / Monna Rosa, siyah güller, ak güller! / Ulur aya karşı kirli çakallar, / Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa. / Monna Rosa, bugün bende bir hal var, / Yağmur iğri iğri düşer toprağa, / Ulur aya karşı kirli çakallar, /Açma pencereni, perdeleri çek: / Monna Rosa seni görmemeliyim. / Bir bakışın ölmem için yetecek;’’
(Kendini şiire kaptırmış olarak okuyan Şair, bu dizeyi okurken, Yazar’ın karşı duvardaki resme baktığını görür ve kendisini dinleyip dinlemediğini anlayamaz. Aynı dizeyi üç kere tekrarlar:) Bir bakışın ölmem için yetecek; Bir bakışın ölmem için yetecek; Bir bakışın ölmem için yetecek; (der ve durur. Şairin gözleri Yazar’da, Yazar’ın gözleri resimdedir.) Tekrarladığımın farkında mısın?
BAYAN YAZAR – Evet.
BAY ŞAİR – Dinliyor muydun beni?
BAYAN YAZAR – (Şairin bıraktığı yerden sonraki dizeyi okur. Sesinde hüzün vardır:)
“Anla Monna Rosa, ben öteliyim’’ Değil mi Bay Şair, bu resim de, tam öteli.’’
BAY ŞAİR – (Alıngan) Bana mı dedin?
BAYAN YAZAR – Başka kimse var mı?
BAY ŞAİR – Resimle konuşur gibisin de…
BAYAN YAZAR – (Bay Şair’in sesindeki alınganlığı fark ederek bakışlarını ona çevirir.) Elbette ki seninle konuşuyorum. Resimle konuşuyor olsaydım: “Diri dedikleriniz ölü, ölü dedikleriniz diri / Sonbahar yaprakları gibi dökülüyor dünya terleri / Mücevher saatler ayin yeri duvarlarında kımıldanış’’ derdim. Ya da “Bengisu bir kokteyl mi / Kokteyl belki ama ne kokteyli’’ derdim ya da daha başka bir şey derdim. Ama demedim. Ve tam da, okuduğun şiirden devam ettim ve sorum da ondandı. Evet, soruma cevap vermedin…
BAY ŞAİR – Gözlerin bende değilse de kulağın bendeymiş… Bu da iyi. Geçiş yapayım öyleyse, “Çin ressamları döneminden rum ressamları dönemine’’ (Resme bakar) Resmin öteli olduğu kesin de… Ben senin de öteli olma arzuna… (Sözünü tamamlamaz, bakışlarını yere çevirir ve sözü değiştirir.) Kalbi kırıkların duası kabul olurmuş ya, hadi dua edelim.
(Kırgın sesiyle kendi okur:)
“Yetiş peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah’ın izniyle
Yetiştir erlerini
Diriliş bayraklarını taşıyan
Şehit gömleklerini peşin giymiş
Ateşten, sudan geçer gibi geçen
Allah önünde her varı yok gören
Dağların üstünde erip
Kentlere şafaklar gibi ağan
Küçük askerlerini
Gül diksinler diye yeni topraklarına
İnsanın ta gönlüne
Yetiştir erlerini
Allahım
Amin’’
BAYAN YAZAR – (Sessiz ve düşünceli) Amin. (Şair’e bakmaya devam ederek) Kalbin
neden kırıldı?
BAY ŞAİR – Beni görmüyorsun bu yetmez mi?
BAYAN YAZAR – Yazacağım konuya odaklanmak istiyorum. Hepsi bu. Yoksa “Kâbe bünyâd-ı Halil-i Âzer est / Dil, nazargâh-ı Celil-i Ekber est’’ diyen Mevlana gibi düşünüyorken kalbini
kırmak…
BAY ŞAİR – Hayır, hayır, kalbim kırılmadı. Yalnız, kentlere şafaklar gibi ağan diriliş erlerinin,
yeni topraklara ve insanın ta gönlüne gül dikmesini dileyen bu duayı sevdim de, bu duayı okumak için o sözü vesile yaptım. (Gülümseyerek) Ne kadar açık sözlüyüm değil mi?
BAYAN YAZAR – Öylesin.
BAY ŞAİR – Hem…
BAYAN YAZAR – Hem ne?
BAY ŞAİR – Sen, gerilim deyince, bu gerilimi daha da artırmak istedim.
BAYAN YAZAR – (Ellerini de açıklamaya katarak) Gerilim kelimesinin gerilip genişleyerek ve bizi de gererek içine düşürdüğü bir durum bu, öyle mi?
BAY ŞAİR – Evet. Evet. Yani hepsi yazman içindi. Bu yüzden fazla ileri gittiğim de oldu. Af edersin. Ama sanırım hoş görürsün, hepsi yazmana katkı sağlamak istediğimdendi.
BAYAN YAZAR – Öyleyse özre gerek yok, anlaşılan teşekkür etmeliyim. Teşekkürler.
BAY ŞAİR – Rica ederim. (Düşünceli, duraklar.) Ama…
BAYAN YAZAR – Yeni bir gerilim kelimesi etmedim değil mi?
BAY ŞAİR – Yok, korkma, etmedin.
BAYAN YAZAR – Öyleyse ne bu ama?

                                                                     (Devam edecek)
Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Denge / Ay Vakti
İkilem / Şeref Akbaba
Bu Kasırga… Bu Fırtına… / Ay Vakti
Bostan Sokak’tan Gitmek   / Züleyha Kayaoğlu Eker
Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken  – VII –         ... / Semra Saraç
Tümünü Göster