10203.
kendime gelmeliyim
o yer her neresiyse
gittiğim
…
10204.
Pek çok eser ortaya koyan Amerikalı yazar John Steinbeck, Gazap Üzümleri’nden sonra en çok bilinen eserine “Fareler ve İnsanlar” adını İskoç şair Robert Burns’ün “Fareye” adlı şiirini okuduktan sonra vermeye karar verdi. Amerika’daki yoksulluğu anlatırken çizdiği manzara, aslında dünyanın her yerinde yaşayan insanların yoksulluğundan pek de farklı değildi. Ama Steinbeck, okurun ürpermesini sağlayan vurucu detayları öyle güzel aktardı ki Amerika’da yaşanan yoksulluk gelmiş geçmiş tüm yoksullukları geride bırakacak kadar içler acısıymış gibi hafızalara yerleşti. Bir akşam, yazarın çok uzun süre evde yalnız kalan köpeği ya açlıktan ya da sıkıntıdan, “Fareler ve İnsanlar” kitabının ilk yarısını yalayıp yutuverdi. Olayı abartmamayı tercih edip “belli ki yediği bölüm hakkında olumsuz düşüncelere sahipti” şeklinde yorumlamakla yetinen Steinbeck, lezzetli olduğu kesin olan bu ilk yarıyı tekrar yazabilmek için iki ay çalıştı. İşte kitaptan bir alıntı: “Birinin ne yapacağını önceden bilemezsin ki.” (s.86)
10205.
“senden sonra
kuşla bizim aramızda
rüzgârla bizim aramızda
bir bağlantı olan o capcanlı ve aydınlık pencere
kırıldı
kırıldı
kırıldı
senden sonra
su, su, sudan başka bir şey söylemeyen o toprak renkli bebek
suda boğuldu.”
Furuğ Ferruhzad, Toplu Şiirler (s.439)
10206.
“Saç Örgüsü” incecik bir kitap, ama görüntü sizi yanıltmasın. İçeriği insanın omuzlarına çökecek kadar ağır. Fransız yazar Laetitia Colombani, dünyanın üç ayrı ülkesinde yaşayan ve birbirlerini hiç tanımayan kadınların mücadelelerini anlatmak için saçları seçmiş. “Aynadan yansıyan görüntünüz sizin müttefikiniz olmalı, düşmanınız değil.” (s.178) cümlesinde bir kadına önce kendisinin yoldaş olması gerektiği vurgusunu yakalıyor, Mark Twain’den alıntılanan “O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar.” (s.172) cümlesiyle verilen mücadelenin büyüklüğünü fark ediyor, “Bazen her şeyin bir gün sona ereceğini, en büyük acıların dahi bir gün biteceğini düşünmek insanı rahatlatıyordu.” (s.161) cümlesiyle geçiciliğin her yerde olduğunu anlıyor, “Asıl hasta olan ve tedavi edilmesi gereken toplumdu. Toplum zayıfları korumak, yanlarında olmak yerine tıpkı yaşlı filleri bir başlarına ölüme terk eden fil sürüleri gibi onlara arkasını dönüyordu.” (s.158) cümlesinde sorunun ana kaynağını bir kere daha görüyorum. Ancak, tüm olumsuzluklar çığ gibi büyürken cesur olmak hiç de kolay değil. Sonuçta “Ülke genelinde her yıl iki milyon kadın öldürülüyordu. Her yıl iki milyon kadın hiç kimsenin umurunda olmadan erkek barbarlığının kurbanı oluyordu. Bu durum dünyanın da umurunda değildi.” (s.80) cümlesiyle dünyanın her yerinde kadına reva görülene de şahit oluyorum. Oysa suçu görüp sessiz kalmak da suç değil mi?
10206.
“şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden”
Furuğ Ferruhzad, Seçme Şiirler (s.10)
10206.
İngiliz çocuk kitabı yazarı Michael Morpurgo, Savaş Atı’nı yayımladığında yıl 1982 idi. Yani ben çocuktum. Bugün çocukluk çağını geride bırakalı bilmem kaç yıl olmuş olsa da çocuklar için yazılmış kitapları okumaktan aldığım keyif çok başka ki çocuk kitaplarının sadece çocuklar için yazılmış olduğunu da kabul etmiyorum zaten. Hiçbir çocuk kitabını çocukken okuma fırsatı bulamadığım gerçeğinin de altını çizmem gerekiyor bu arada. O yüzden, arayı kapatmam büyük ihtimalle mümkün değil. Anna Sewell’in Siyah İnci’si kadar sevdim Savaş Atı’nı. İki kitapta da atların dilinden öğreniyoruz olup bitenleri, 2002 yılında gösterime giren animasyon “Özgür Ruh”ta olduğu gibi. İçinde atların olduğu bir öykünün kötü olması bana pek mümkün görünmüyor ki El Dorado’nun kötü karakteri Cortes’in atı Altivo olmasaydı animasyon bu kadar etkileyici olmazdı sanki. Savaş Atı Joey, başından geçenleri sakin bir tonda anlatıyor okura. Bu güzel öykü, 2012 yılında Steven Spielberg tarafından filme çekildi üstelik. İşte kitaptan bir alıntı: “Bir insan nasıl olur da başka bir insanı öldürür, ama sebebini tam olarak bilmez? Farklı renk üniforma giymek ve farklı diller konuşmak yeterli bir neden mi yani?” (s.98)
10207.
“inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
hayal bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
bir kenara atılmış işsiz oraklara
ve tutsak tanelere
bak nasıl kar yağıyor”
Furuğ Ferruhzad, Toplu Şiirler (s.438)
10208.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• gölet – büğet
• fosil – taşıl
• dürbün – bakaç
• gözlük – gözene
10209.
Tarihi bir roman olan “Fransız Teğmenin Kadını,” İngiliz yazar John Fowles’ın yazdığı en iyi kitaptır belki de. Fowles bu romanda, bireyin kendi farkındalığını oluşturmada toplumun etkisine, bu farkındalığın diğer insanlarla ilişkiler de dahil olmak üzere onun tüm yaşamına nasıl hâkim olduğuna ve onu nasıl bozduğuna vurgu yapıyor. Kitabın adını okuduğumda ilk aklıma gelen “Kim bu adıyla anılmayan kadın?” sorusu oldu. Buradan da o kadının sıra dışı olduğu ve toplumun belirlediği kalıplara uymadığı sonucunu çıkarmak hiç zor değil. Romana, “kadının adını bile anmaya gerek yok” der gibi bir başlığın seçilmiş olması da bana göre hiç tesadüf değil. İşte romandan bir alıntı: “Savaşı yönetecek bir general yoksa dünyanın bütün askerleri bir araya gelse işe yaramaz.” (s.299)
10210.
dünyaya doğuyor, dünyada ölüyoruz
yine dünyada sürecek sanki
ölüm sonrası yolculuğumuz
…