Aşk Odur Ki!

Eşyanın şairi olarak tanınan Sedat Umran, tanımlanamazlığıyla ön plana çıkan aşkı, “Aşk’ın Tanımı” adlı dörtlüğünde kendince tarif etmeye çalışıyor ve şöyle diyor:

“Aşk bir candır kuşkunun mengenesinde
sıkıldıkça sesi çıkmaz olur, boğulur
çığlıktan ipliktir dolanır yüreğimize
ne bulacağını arar, ne aradığını bulur”

Şair Sedat Umran’ın dediği gibi, “bir can olan aşk” kuşkunun mengenesinde sıkıldıkça sesi çıkmaz olur, kendi içine kapanır, hislerinin ağırlığıyla baş başa kalır, içine hapsolduğu dünyanın baskısı altında ezilir, yüreği her gün bir çığlık sesiyle uyanır. Öyle bir arayışın, arzunun, kesretin, hasretin, kederin mahkûmudur ki aşk ve aşka tutulan; belki de boğulur. Ve belki de artık ne aradığını bulur, ne de bulacağını arar. Bir çelişkiler yumağı, bir tereddütler harmanı olan beynini kalbiyle bir türlü eş edememenin bitmez tükenmez sızısıyla adımlar geceleri ve gündüzleri…

 Sorgular cehenneminde dönüp durdukça ve sevgiliye dair güzellikleri geçmişin yüzünde büyük bir hayret ve inanamayış edasıyla seyrettikçe, vurgunu olduğu aşk küçüleceğine büyür ve beklemekle ilgili düşüncesi daha da pekişir. 

                 Devirlerin ve zamanın etkisiyle dönüşüp gitse de hayat; yılgınlıklar, dargınlıklar ve kavgalar hüküm sürse de dört bir yanda; mazlumların ah ettiği, güçlülerin dediğinin olduğu bir dünya oluşsa da; beklemek, yine beklemek, hep beklemek… Karşılık görse de beklemek, karşılık görmese de beklemek… İncitmeden, üzmeden, darıltmadan, karşındakine fark ettirmeden, hayatı onun izinde sürdürerek beklemek… Vefayı elden bırakmadan beklemek, acıya, yoksulluğa, huzursuzluk ve çekememezliğe, kıskançlık ve kavuşamama ihtimaline göğüs gererek, mücadele ederek beklemek…

            Bu zorlu bekleyişte aşk derdinin esiri aşığın elden bırakmayacağı, yanından bir an olsun ayırmayacağı ve sözünü dinleyeceği en büyük yardımcısı sabrıdır. Her an sabrına dayanarak, sabra bürünerek yürür aşk yolunda… Her an sabrını katık ederek doyurur aşk derdiyle yanmış yıkılmış, kendinden geçmiş yüreğini… Sabrın gözüyle bakar cihana ve sabrın büyüttüğü, sabrın diri kıldığı, sabrın yücelttiği bir aşkla uyanır hep yarına… Ondan bir an ayrılması, bir an elini bırakması demek, darmadağın bir oluşu ve ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmediği bir çılgınlığı getirir beraberinde…

  Can dağılır, ten paramparça olur ve canan bu bağlanıştan, bu hissedişten ve bu duyuştan büyük zarar görür. Oysa aşığın derdi zarar vermek değildir. Ancak; beklemeyi ve beklemenin ilacı sabrı bıraktığı anda olur bütün bunlar ve aşk gibi bir ululuk, aşk gibi bir yükseklik, giderek küçülür ve hatta ortadan kaybolur. Zira aşka yakışmayacak bir davranış sergilemiştir âşık ve utancından gizlemiştir kendini aşk…

                 Aşk direnmektir. Kötülüğe, zalimliğe, yanlışa, estetikten ve incelikten uzak görüntülere, davranışlara direnmektir. İyiliğin ve mazlumun yanında, güzele, güzelliğe, doğruya, saflığa, insanlığa kucak açmak ve gücü yettiğince her daim insanlıktan yana olmaktır. İçinde bunlar olmayan ya da bunlardan yana tavır almayanların aşktan söz etmeleri, aşkın yanında oldukları iddiasında bulunmaları mümkün değildir.

                Aşkın yüce gönüllere, engin ruhlara duyurduğu güzelliklerden pay sahibi olmayanların, aşk vadisinde adının anılması, aşkın ne büyük bir değer olduğunun farkına varması düşünülemez. Aşk mehtabında insanlığın sesi olan yüce gönüllü kişilerin sesine kulak verip, gösterdikleri yoldan yürümeyenler aşkın ne olduğunu anlayamazlar ve aşkın nelere karşı direnmek olduğunun farkına varamazlar.

            Kendi içindeki o büyük enerjinin sürekli dönüp durarak kendini büyüttüğü ve bu büyüklük karşısında sıradan ruhların ve gönüllerin dillerinin lal olduğu, düşüncelerinin köreldiği, helâk olduğu, anlayışlarının sakatlandığı aşk; kendisinin ve insanlığın harap, insancıl düşüncelerin yok olmaması için direnenlerin her zaman yanında olur.

   Haysiyet, şeref, namus, onur, vakar ve gurur gibi, insanı insanlaştıran ve insanlığı kıyamete kadar ayakta tutacak olan, savunulması kolay, uygulanması zor davranışların, aşkla beraber hayat bulacağı ve sonsuzluğa kadar aşkla birlikte olacağı unutulmamalıdır. Aşkın adı ancak bunlarla yan yana anıldığında; temizliği, saflığı, muhteşem bir güzelliği çağrıştırır, insana has görkemli bir dünyadan haber verir, yaşamak ve yaşatmak adına, terin yanında gözyaşı da dökenlerin büyüklüğünü yansıtır. 

            Aşk terk etmektir. Sıkışıp kalmışlığın ortasında ne yapacağını, ne düşüneceğini, nereye gideceğini, hangi yöne dönüp hangi kapıya el açacağını, kimden yardım isteyeceğini bilemez halde çabalayıp durduğunda… Sorularına cevap alamadığında, sorgularla ruhunu ve beynini ölesiye yorduğunda, delirtici sözler karşısında helecanlar bastığında… Bütün bunlar ve daha başka şeyler yaşanmış olsa da, yine de yüzünü bir an olsun kendine döndüremediğinde ve reddedilip, bir yüz asıklığıyla kenara konduğunda… Alıp başını gidebilmek, bulunduğun yeri onun uğruna, yine onun için ve ondan yana terk edebilmektir. Terk etmek; yaşananları öylece bırakıp, gözündeki yaşı, gönlündeki ateşi yanına arkadaş olarak alıp çekip gitmek ve yüreğinde; küçüleceğine daha da büyüyen bir aşkı kendine yoldaş kılmaktır.  

            Kim ne derse desin, rüzgâr ne yandan eserse essin, bakışlar hangi manaya gelirse gelsin; bir an bile durmamak ve üzmeden, kırmadan, zarara uğratmadan, araya kimseyi sokmadan, sırrını kimseyle paylaşmadan, sırrını ve kendini rezil etmeden,  yaralarını gizleyerek, sızılarına direnerek terk etmektir aşk… Unutmak için değil ama, terk edişin yaralarını onarma adına… Düşünüp derinleşme, düşünüp incelme, düşünüp çoğalma, düşünüp anlama ve anlaşılacağını bekleme adına… Aşkın söyleyeceği yeni sözleri dinleme, yeni insanlar görüp, yeni yerler keşfetmek adına uzun yolculuklara çıkmak ve giderken, bütün bu olanlara karşın, ondan başka her şeyi ve herkesi terk edip, ondan başka hiçbir şeyi yanında götürmemektir aşk…

            Modern Türk şiirinin önemli temsilcilerinden biri de Bahaettin Karakoç’tur. Toprağından nice şairin yetiştiği Kahramanmaraş’ın bu gür sesli, yüce gönüllü, kendine has söyleyişiyle şiirimize önemli katkı yapan değerli kişisi de aşk üzerine nice şiirler söylemiş, aşkın dünyamız ve bu dünyayı paylaşan milyarlarca insan için ne manaya geldiğini, gelmesi gerektiğini mısralarıyla defalarca anlatmış. Bir mısraında  “Bir gönül kapısına dayanmanın” aşk olduğundan söz eden Bahaettin Karakoç’un bu tarifinin içerdiği çözülmesi zor manayı destekler mahiyetteki şu iki ateşten mısraı ellerinize bırakırken, yolun uzunluğu ve engellerinin ne aşılmaz, ne yüksek olduğu gerçeğine tahammül etmenin büyüklüğü karşısında tedirgin olmamak elde değil:

“Aşk bir özge ateştir ki, her ocakta yanabilmez.
Gönüldür aşkın ocağı, her kuş varıp konabilmez
.”

Elazığ’da doğup, Harput’un delişmen havasıyla büyüyen, vatanın dağına, toprağına, insanına âşık, “destan şairi” olarak nam salan, büyük ozan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na ait bu mısralardan sonra, aşka dair söylenecekler konusunda zorlanmamak elde değil. 

            Dilin dönmesi, kalemin yazması bir yana, buna yürek el vermeli, gönül sabretmeli ve akıl katlanmalıdır. Bunların hepsi el ele vermedikçe ne böyle mısralar yazılabilir ve ne de aşk hakkında konuşmaya takat yetirilebilir. Hem zaten; vücut sarayını sarıp sarmalayan bu derin bağlanış, bu büyük hissiyat, bütün bunlardan ötedir ve onun için ne söylense az, ne yazılsa yetersizdir. Bilinenlerin ve duyulanların hepsi ancak onun bir başka yanını, bir başka halini, bir başka yüzünü hikâye eder.

            Aşk gibi; her ocakta yanmayan ve her kuşun konamadığı, kendisine gönül gibi bir ocağı mekân tutan, büyük emek, büyük çile ve büyük bir fedakârlık isteyen bu özge ateşi yaşatmak kolay olmasa da insan olmanın ve insan kalmanın derin ayrıntısını içeren bu duygunun, bu bağlanışın, bu kavramın yaşatılması adına birileri bunu yapmalı, bu yükü taşıyıp, bu hüzne sabretmelidir.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Denge / Ay Vakti
İkilem / Şeref Akbaba
Bu Kasırga… Bu Fırtına… / Ay Vakti
Bostan Sokak’tan Gitmek   / Züleyha Kayaoğlu Eker
Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken  – VII –         ... / Semra Saraç
Tümünü Göster