10192.
seçimlerimiz de
kader değil miydi
nihayetinde
…
10193.
Octavia E. Butler, gelecekteki toplumlar ve insanüstü güçler hakkında bilim kurgu romanlar kaleme alarak bu türde erkek yazarların egemen olduğu bir dönemde hem kadın hem siyahi olarak öncüler arasına girmeyi başarmış Amerikalı siyahi bir yazar. ABD tarihinin en önemli başlıklarından olan köleliğin etkisiyle Butler’ın yaşadığı ayrımcılık, eserlerinde belirgin şekilde yer alıyor. Okuma sırasında, kitabın tür ve konusunu yazarın nasıl belirlediğini düşünürken yakalıyorum kendimi yine. Örneğin Butler, on iki yaşındayken “Devil Girl from Mars” filmini izledikten sonra zihninin farklı şekilde işlemeye başladığını fark etmiş. “Tohumdan Hasada” dört kitabın bir araya getirildiği sonu hiç gelmeyecekmiş hissi veren ve okuması hiç de kolay olmayan 984 sayfalık bir roman. Birbiriyle sürekli mücadele eden eserin iki baş karakterini ABD’nin asırlara yayılmış siyah-beyaz kavgası olarak düşünmek için iyi nedenlerim var. İşte eserden bir alıntı: “Elbette bazıları kaçmayı başaracak ve sıradan insani korkularla ömürlerini sürdürebilecekti.” (s.289)
10194.
“Taş bir sözcük düştü parçalandı
Henüz yaşayan göğsümde.
Zararı yok, ben zaten hazırdım.
Gelirim bunun da üstesinden.
Başımda işim çok bugün:
Belleği sonuna değin öldürmek gerek,
Taşlaşması gerek ruhun
Ve yaşamayı yeniden öğrenmek.”
Anna Ahmatova, Seçilmiş Şiirler (s.40)
10195.
Faruk Yıldız’ın ilk romanı “Evvel Zaman İhtilali” okuru içine çekip öykünün bir parçası yapabilen güçlü bir kurguya sahip. Soluk soluğa satırları kovalarken son bölüme gelene kadar öykünün nasıl sonlanacağını kestirememek eserin en cezbedici tarafı diyebilirim. Kullanılan dilin, konunun geçtiği döneme uygun olması da masal tadında bir anlatım ortaya çıkarmış. Her anlamda aciz olan insan, hedefe ulaşmada gözlerini kör eden hırs yüzünden meşru olmayan yollara saparak kendi kazdığı kuyuya düşüyor yine. Evvel Zaman İhtilali bana Hitler’i anımsattı. Hitler’in yakalanacağını anladığında, önce karısını sonra da kendisini öldürmesi nedense hep garibime gitmiştir. Bu tarihi vakada yerine oturmayan bir şeyler var aklımı kurcalayan. Gücü elinde tutan insanların her zaman bir “B Planı” vardır. Dünyanın altüst olmasına neden olan bu zalimin, gücünü kaybetme ihtimalini düşünmemiş olması bana pek mümkün görünmüyor. Örneğin; devlet başkanlarının bazı durumlarda dublör kullandığı söylenir. Ölenler, Hitler ve karısının birer dublörüydü yani. Bu yüzden, Latin Amerika’da Hitler’le karşılaştıklarını söyleyenlerin sayısı az değildi. Bir başka ifadeyle tarihte kim bilir kaç kişi birileri tarafından değiştirildi, ama kimse bunun farkına bile varmadı. Artık hiçbir şey bana mümkün dışı görünmüyor. Eserden alıntıladığım “Harp denilen hile işidir,” (s.139) cümlesi de bu durumu çok net vurguluyor zaten.
10196.
“Öğrendim sonunda nasıl taşlaşır yüzler,
Gözkapakları altında, nasıl belirir kara-korku
Acı nasıl yer eder yanaklarda,
Çivi yazılı pürtük yüzler benzeri;
Kara ya da kül rengi lüleler
Nasıl aklaşır göz açıp kapayıncaya kadar,
Gülümseme nasıl solar uysal dudaklarda,
Ve küçük kuru bir gülüşle, nasıl titrer korku.
Yakarıyorum Tanrı’ya, ama yalnız kendim için değil,
Benimle aynı yazgıyı paylaşan herkes için,
Dayanılmaz soğukta, kızgın temmuzda.
Kızıl duvarın-körelmiş duvarın önünde.”
Anna Ahmatova, Yaban Balı Özgürlük Kokar (s.73)
10197.
Balinayla Tanışan Çocuk kitabını okurken çocukluğumun Akdeniz’ine geri döndüm. Yaşadığım küçük şehrin dışına çıkmamı sağlayan tek cihaz olan televizyonun karşısında, “Dışarıda benim bilmediğim kocaman bir dünya var.” (s.135) cümlesini kendi kendime tekrar etmeyi alışkanlık edinmiştim o günlerde ve sonraları dünya üzerinde ne kadar çok dolanırsam dolanayım kendimi aynı cümleyi tekrar ederken buldum. Sırf bu yüzden, Sri Lanka’lı yazar Nizrana Farook övgüyü hak ediyor. Hayatı okudukça, izledikçe, gördükçe de kabul ettim; “Dünya hem çok benzer hem de çok farklı.” (s.129) Hepimiz insandık, ama bizi birbirimizden ayıran hem fiziksel hem düşünsel özelliklerimiz vardı. Hepimiz evlerde yaşıyorduk, ama evlerimiz kültürümüze göre çeşitlilik gösteriyordu. Tabiat dünyanın her yerini kaplamıştı, ama onun her metrekaresi birbirinden farklıydı. Çevremizi saran tabiat pek çok canlı barındırıyordu, ama hiçbiri birbirine benzemiyordu. Yani oku oku son sayfasına hiç varılamayacak bir kitap şu güzel dünyamız. Farook, Balinayla Tanışan Çocuk eseriyle bu güzel dünyamızın minicik bir parçasından etkileyici bir öykü çıkarıp önümüze koymayı başarabilmiş.
10198.
“Güneş siliniyor yüreğin belleğinde.
Ne bu? Karanlık, kargış?
Belki de!.. Gelebilir bir gecede,
Gelebilir kış.”
Anna Ahmatova, Seçilmiş Şiirler (s.9)
10199.
Gabriel Garcia Marquez, kaleminin akıcılığından dolayı sık sık okuduğum yazarlar arasında üst sırada yer alıyor. Latin Amerika’nın her yönden insanın hayal dünyasını besleyecek özelliklere sahip olduğunu düşünmüşümdür hep. “Güzel bir şubat günü beklenebileceği gibi, muz bahçelerinin içinden geçip gelen bir meltemin estiği pırıl pırıl bir sabah…” (s.12) cümlesi bile ne demek istediğimin altını yeterince çiziyor bence. Marquez’i yakından tanıyan Carlos Fuentes onun için “Cervantes’ten bu yana en tanınmış ve belki de en iyi İspanyol yazar,” derken yanılıyor olsaydı okur bunun aksini göstermekten hiç çekinmezdi. “Kırmızı Pazartesi” de Marquez’in diğer eserleri gibi yazarını doğruluyor elbette. Kısacık romanın daha ilk cümlesinde öğreniyoruz ana karakterin başına ne geleceğini, yine de hiç dikkatimizi kaybetmeden aynı hızda son sayfaya kadar üstelik merak ederek ilerleyebiliyoruz. İşte gayet yalın ve heyecansız ilerleyen öyküde tam “bitti” derken Marquez bizi son üç sayfada sol kroşeyle nakavt ediyor. Ana karakterin acısını tam içimizde yaşayarak onunla birlikte yere seriliyoruz. İşte beraberce söylediğimiz sarsıcı son söz: “Beni öldürdüler, Wene Hala!” (s.107)
10200.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• eksantrik – ayrıksı
• tradisyon – gelenek
• aidat – ödenti
•
10201.
İran asıllı Marjan Kamali, Türkiye’de doğmuş ve pek çok ülkede çocukluğunu geçirdikten sonra ailesiyle ABD’ye yerleşmiş. Dünya üzerinde pek çok nedenden dolayı oradan oraya göçmek zorunda kalanlardan biri o da. Günümüzde göç etmek artık neredeyse tamamen normal bir durum haline geldi. Yer değiştirmekte olan insanların andaki hareketlerini gösteren bir uygulama yapılsa bir küre üzerinde karıncalara benzeyen noktaların sürekli yer değiştirdiğini göreceğimizden eminim. Kamali’nin “Kırtasiye Dükkânı” kitabı da içinde göç barındıran bir öyküye sahip. Okuma sırasında Safran Mutfağında Aşk’ı anımsamaktan kendimi alamadım. Göç hikâyelerinin merkezinde yer alan olağan “geçmiş” vurgusunun her iki eserin ana karakterlerinin hayatını şekillendiriyor olması garip değil bu yüzden, “Geçmiş daima oradaydı, köşelerde gizlenmişti; sen yoluna devam etmiş olduğunu düşündüğünde sana göz kırpıyor, organlarına içeriden tutunuyordu.” (s.319) cümlesinde ifade edildiği gibi. Üstelik onu silmek, yok saymak insanın elinde değil. Çünkü şimdimizin var olma nedeni geçmişimiz ki eserden konunun altını çizen alıntıyı tam buraya ekleyerek sözü noktalıyorum: “Sen geçmişi geçmişte bırakmak istediğini söylüyorsun ısrarla. Sanki bu mümkünmüş gibi!” (s.269)
10202.
uçmayı öğretmeden “uç” dediler
beceremedim
düşüp kalkmayı
böyle alışkanlık edindim
…