Odanın bir köşesinde bağdaş kurmuş elinde sayfaları yıpranmış, kenarları yaldızlı, yine sırtındaki deri cildi yer yer dökülmüş el yazması bir kitap okuyordu. Kızarmış gözlerini elleriyle ovuşturup okumaya devam etti. Sobanın yaydığı rehavete kapılmamak için yerini değiştirdi sonra bir bahaneyle kalkıp gaz lambasının fitilini değiştirdi. Tavandan akan suyun biriktiği kabı aldı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Dingin havanın aksine yağmur ısrarla çoğalmak arzuluyordu. Kabı, suyun çoğaldığı minik bir gölete boşalttı.
Olmuyordu, galip gelemiyordu göz kapakları inatla meydan okuyordu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra kitabın başına geçti. Belli aralıklarla gelen öksürük sesleri rüzgâra kapılıyor, açılması beklenen kapıları yokluyordu. Sobanın alevleri loşlukta türlü şekillere giriyor kendi lisanında raks ediyordu. Öksürük sesleri şiddetlenince kitabı büyük bir hürmetle yüksekçe bir yere bıraktı ve hastayı yokladı. Yüzündeki kırışıklıklar kurak bir ovada yahut çölde uzanan kıvrımlı yolları anımsatıyordu. Ellerini avucuna aldı. Ilık ve pamuktan farksızdı. Başucundaki tastan mendili alıp hafifçe sıktıktan sonra dudaklarını ıslattı. Ağarmış saçlarını okşadı. Bir süre bebek gibi duran yüzünü seyretti. Kızarmış gözleri aniden parladı. Ellerinden, damarlarına akan sıcaklık zamanın kalbine yollar açtı. Ruhu çoktan kabından uzaklaşmışçasına bir süre hareketsiz kaldı. Baktığı yüz kendi yüzüydü. Gözler, kendi gözleriydi. Dudaklarında bir sözcük… Bir şeyler fısıldadı. Ölümün ellerinden tuttu, şefkatle kucakladı, beyaz yorganlara sardı ve nihayetinde dizlerine yatırıp, annesinden işittiği ninnilerden söyledi. Fakat ölüm ağlıyordu… Üşüdü. Hiçbir şey hayal ettiği gibi değildi. Bu tahayyül dile gelemeyecek bir türdendi. Hasta öksürünce hafif kaymış olan yorganı düzeltti. İçi su dolan kaba baktı boşaltmak için henüz vakit vardı.
Henüz başlamışçasına kitabı diri bir şekilde okumaya devam etti. Ey İnsan lafzını okuduğunda bir anda sustu. Bu hitap ona kapılar açtı. İnsan. İnsana dair zihninde sualler birikti. Doğmak, büyümek ve sonrası. İnsanın mahiyeti, bir âlem, bir meçhul… Sonra her gün doğup batan güneşi, günleri, ayları, mevsimleri ve bunların ölümlerini düşündü. Varlığını sorgulamaya başladı. Bu döngünün neresinde olduğunu ve sonunda nereye varacağına dair içinde bilmeye dair muazzam bir merak uyandı. Cılız bir öksürük sesini duymadı. Eline tesbihini aldı. Bir kez çektikten sonra tekrar başa döndü. Acaba yine aynı yerde miyim diye kendine sordu. İçine bir sıkıntı çöktü. Pencereden dışarıya baktı, baktı, baktı. Gördüğü buhur ormanlarının silüetlerinden oluşan koyu gölgeler kümesiydi. Gözlerinden umduğu inayet içine düştüğü çukurdan çıkmasına çare olamayınca sükûta kalp oldu. Rüzgâr. İşittiği hazin bir sesti. Ruhunu esir eden bu ses…
Elleri soğumuştu. Sobanın ateşini harladı. Gözleri duvara yansıyan gölgelere takıldı. Büyük, geniş kanatlı bir kuşa benzetti. Semada süzülüp ötelerde yiten ve sonra tekrar beliren bir silüet. Uzunca bir çizgi çizdikten sonra bir yere kondu. Bakır rengi kanatlarını savurmasıyla birlikte odaya daha önce aşina olmadığı bir rayiha yayıldı. Ferahladığını hissetti. Bütün yorgunluğu, ağırlığı dağılmış yeni bir ben’e kavuşmuştu. Bulunduğu dal yanmaya başladı ve aniden bir alev topuna döndü. Gölgeler nihayete ermişti ki küllerden tekrar bir silüet peyda oldu. Az önce yitip giden o kuş adeta tekrar doğmuştu.
Tavanın çatlağından sızan iri bir su damlasıyla irkildi. Neden sonra öksürük seslerinin kesildiğini fark etti.