çağlayanların sesini alıp götürür sular kumlarla denize
kaşka atın teri bulaşmış bir heybede çobanın ekmeği göze bul
nerede hüzne güveyi muhabbete gelin nefrete kuma
kirpiklerin süzdüğü ışığı gülüşün getirir elleri beyaz ve uzun
susmuş zamanın gırtlağında onca çığlık yutkunmak ev ev
biliyorsun gitmek kolay gelmek zor kara sevdalardan
oturup seni yağmur gibi bekledim toprağıma kar gibi dağlarıma
güneş gibi çiçeklerime ay gibi yüzüme rüzgâr gibi saçlarıma
oysa odamın penceresi yok hicran da kapıma kilit vurmuş
sonra okumuş üflemiş rüzgâr kuşlara ağaçlara sabahtan akşama
bütün sevgililer önce yüzündeki beni görür aynaya bakınca
ve mağralar hep siyah çiçekleri toplar sepetine hiç uyumadan