“Acı diyorum efendim,
O da evrensel olmalı;
Bir çocuğun eline diken batsa;
İnsanoğlu yanmalı.
F.FARJAD
Buraya gün doğmuyor nicedir.
Arş şaşkın, toprak suskun.
Mavisi delik deşik olmuş bir gök,
Kızıla boyanmış yer.
Toz, duman, ateş;
Ve kül renkli bir yağmur, hiç durmadan yağan.
Kan, gözyaşı, feryat;
Ve biten, yitip giden bir sürü hayat.
Yıkık bir duvarın dibine çömelmiş çocuk,
Yüzünde kurumuş gözyaşları, toz toprak izleri,
Çaresizce bakıyor etrafına;
Dünyayı anlamayan iri, ela gözleri.
Elleri, dizlerinin arasında. Bir kabahat işlemişte cezalandırılmayı bekler gibi.
Boynu bükük, mahzun.
Kazağının koluna siliyor gözyaşlarını.
Yanında kardeşi. Uzun, nemli kirpikleri birbirine dolaşmış.
Tanımadığı bir acıyla gölgelenmiş bakışları.
Ayakları çıplak, saçları kül rengi.
Dudaklarını büzmüş; tüm dünyaya küsmüş.
Abla, yıkık duvarın kenarında sağa sola bakınıyor şimdi.
Birilerini bekliyor. Zaman zaman dalıp gidiyor.
Geride kalan günlerin arasında geziniyor.
Burada evleri vardı.
Şurada pencereleri, çiçekli perdeleri,
Bir eski divan, çatlak duvarda saat,
Sobanın üzerinde hep kaynayan bir çaydanlık.
Şu köşede sessizce oturan dedesi. Burada, sürekli tespih çeken ninesi.
İşini bitirip, örgüsünü eline alan, divanın ucuna ilişiveren annesi.
Elinde ekmekle işten dönen babası.
Babanın cebinden çıkardığı renkli şekerleri, çocuklarını saran kocaman elleri…
Bugün onlardan geriye kalanlar; derin, soğuk, çaresiz bir boşluk.
Yarılmış gökten kızıl damlalar yağıyor şimdi,
Gri, ağır, acımasız bir toz bulutu kaplıyor her yanı.
Abla, yıkıntılar arasında bir şeyler arıyor.
Bir iz, bir bakış, bir gülüş…
Dermanı kesiliyor birden. Dizlerinin üzerine çöküyor.
Acısı, küçücük yüreğine sığmıyor, taşıyor.
Yaralı ellerini açıyor.
“Ya Rabbi! Ya Rabbi!”
Dünya bu sözcüklerle dolup taşıyor. Bu sözcükler sanki sel oluyor,
Tüm dünyayı sular altında bırakıyor.
Ahlar yerde kalmıyor, gökte otlar bitiyor.
Her biri bir mızrak gibi boy veren acılar,
Kanıyor, kanıyor…
İlerde bir bomba daha patlıyor. Yeni bir toz bulutu sinsice örtüyor her şeyin üzerini.
Çocuk, ablasının eteğine yapışıyor. Yaralı parmağı ağzında. Dudaklarını büzüyor yine.
“Korkuyorum abla!”
Ablanın dili taş, damağı demir.
Ağzında acı bir tat, sabah yediği kuru bir ekmek değil de;
Çamur, toz toprak…
Kardeşini sarıyor küçücük kollarıyla.
“Ağlama, ağlama. Söz, sana pembe bir balon alacağım. “
Çocuk, incecik boynunu büküyor umutsuzca. Başını gökyüzüne çeviriyor.
Koyulaşmış griler, toza bulanmış siyahlar yağıyor çocuğun saçlarından.
“Ama abla, gökyüzümüz yok artık bizim. Nasıl balon uçuracağım?”
Kıyametin orta yerinde ağlıyor iki çocuk,
“Onların ağladığı bir dünyada, bütün kahkahalar zalimleşiyor.”
Çocukların ellerine acıyı, hüznü, ölümü koyup gidiyorlar.
Neden, niçin çocuklar hiç bilmiyor.
Ellerinde acıyla bekliyorlar, bekliyorlar;
Hüzünlerini almaya hiç kimse gelmiyor.