Sancılı bir çağın bedbaht şahitleriyiz!
Ret ve imha üzerine inşa edilen bu çağ, “eski”meyen ve “değer”li olan her şeye savaş açtı. Bunu, sözde “protest” bir duruş olarak sunmak da cabası oldu. Modernite, eskiyi “yıkmadan” yeniyi “inşa” edemeyeceğini ileri sürerek yerliyi, yerleşik olanı öteledi. Bu ötekileştirme operasyonuyla girişilen “ret ve imha” asla tesadüfî değildir. Eski olandan ve bilinenden uzaklaşma tavrını meşru bir sanat eylemi olarak gören fütüristlerin başlattığı bu savaşın yıkıcı sonuçlarını yer yerde – her sanat alanında- görmek mümkündür.
Fütürist manifestoda Marinetti, “saldırgan ve yıkıcı olmayan hiçbir eser, şaheser olamaz” düşüncesini ileri sürerek 20. yüzyılın başlarında eskiye resmen başkaldırmıştır. Marinneti, bu isyanın meşru sebebini kısır döngüye bağlar. Onun manifestosu, romantiklerin acı, hüzün ve ölüm üzerine bina ettiği sanat anlayışına karşı yeni bir çıkış hareketi olarak okunabilir. Ona göre zaman ve uzam ölmüştür, onun yerine hızın güzelliğini yaşamak ve yaşatmak lazımdır. Marinetti’nin bu çıkışı, günümüzde sadece hız ve hazza indirgenerek nihilist bir olguya evrilmiştir. “Yeni olana duyulan aşk”ın bir tezahürü olarak “eski” baş düşman ilan edilmiştir.
Yeni mi, yenilgi mi?
Eskiyi yok ederek yeniyi hayata ikame etmek pekâlâ bir tercih olabilir. Lakin bugün, eskinin yerine sanat objesi olarak sunulan “şey”in hakikatte “değer” taşıyan bir eser olduğunu söylemek güçtür. Hatta post-modern rehavetle birlikte “kuralsızlığın bir nas” olarak dayatıldığını düşündüğümüzde bunun koca bir yenilgi olduğunu söylemek gerekir. Zira sanatın kendi iç dinamikleri vardır ve içkin olanla var olur. Estetik bakımdan “saf” olmayan daima eksiktir. Sanatın görünen yüzü olarak özgünlük, “güzel”in mutlak yansımasıdır. Bu bakımdan haz ve hıza endekslenen düşüncenin üretebildiği “şey”in bir sanat eseri olması pek de mümkün değildir. Kadim felsefî düşünceye göre bir sanat eserinin “değer” taşıması için bedîi, ahlakî ve dinî motiflere sahip olması zorunludur. Bu boyutlar olmadan sanatçının ortaya koyduğu şey, “normatif ideal”den uzak olacaktır.
İnsan, sonlu ve soylu bir varlıktır; ancak sonsuz olan ruhtur. O halde sonlu olan -maddenin veya bedenin- hazları değil; sonsuz olan ruhun güzellikleri baki ve değerlidir. Nihilist düşüncenin trajik son olarak gördüğü ölüm olgusu, ruhun sonsuzluğuna iman etmiş bir düşünce için “şeb-i arus”tur. Fıtrî olana sadık kalmak, sonsuz güzelliğin temaşasına olanak sağlamaktır. O halde modernizmin sanat adına sunduğu “yeni şey”, estetik değil; estetiğin manipülasyonudur. Sanatın doğasını bozarak spekülasyon yapmak, kısa vadede kazanç gibi görünse de gerçekte mutlak bir yenilgidir.
Alman idealist Schelling, estetiği felsefenin zirve noktası kabul eder. Ona göre güzelliği ortaya çıkaran asıl gerçek, idealardır. Platon’la paralel bir düşünceyi savunur ve bayağı ruhların “mutlak güzel”i algılamayacağını iddia eder. Estetiği “manevî olana özgü bir olgu” olarak tanımlayan Platon, ancak asil ruhların hakikati yorumlayabileceğini söyler. İfrat ve tefrit değil, muvazeneyle hareket ederek madde – ruh dengesini yakalamak mühimdir. Sanatın önceliği güzelliktir; güzellik ise soylu ve sonsuz alana aittir. Bu yönüyle estetiği bağlamından uzaklaştırarak kullanmak her şeyden evvel sanatın kendisine ihanettir.
Katharissiz mimesis’e doğru mu?
Sanat, duyulara bağlı bir “değer” biçme olgusudur. Aristo’ya göre sanat; sezgilerin ifade ediliş biçimine uygun olarak zevk, heyecan, takdir ve değerlerin bütüncül yansımasıdır. Hiç şüphesiz sanatın en önde gelen unsuru, estetiktir. Objenin fenomenolojik estetiği ile süjenin özerk estetik algısı, dünden bugüne tartışmalara konu olmuş önemli çıkmazlar arasındadır. Sanatın yüceliği ile haz ve hoşa gitme boyutlarını doğru okumak, bu ikilemden çıkmanın en kullanışlı anahtarıdır. Sanat eserindeki güzelliğe hayranlık duyan süjenin esas itibariyle gördüğü şey, kendi ruhundan bir parçadır. Ruh, kendinden bir nüve bulduğu “şey” için heyecan duyar ve onu güzel görür. Bu bakımdan kadim sanat eserlerinde ilk’e en çok benzeyeni betimlemek sanatçı için öncelikli amaçtır. Bu yeni yorumlamada objedeki ideal güzelliği, yani hakikati bulma işi, sarf edilen gayretin büyüklüğüyle eşdeğerdir. Sanatçının özü bulmak için yaptığı her özgün dokunuş, sanat eserindeki mimesis’i daha yukarılara taşır. Madde-ruh bağlamında hayalin taklidi aşması ancak bu sayede mümkün olabilir. Sanat eseri bir bütün olarak değerlendirildiğinde kendinden daha fazla şey ifade etmesinin altında bu neden vardır. Estetik öz taşıyan, madde-ruh ahengini yakalamış her sanat eserinin arkasında ince ruhlu, büyük bir dehanın olduğunu bilmek gerekir. Bu dehalar, sıradan olanı değil; erişilmez olanı büyük bir titizlikle vücuda getirmeye çalışır. Süje, estetik kaideler ışında objeyi/eserini fazlalıklarından arındırarak alımlayıcıya onun en mükemmel formunu sunmaya çalışır.
Sanatçı, eserini görücüye çıkarmadan önce onu bütün hassas tartılardan geçirip fazlalıklarından arındırmak (katharsis) mecburiyetindedir. Bunu yaparken doğallıktan taviz vermez, lakin uğraş sonrası ortaya çıkan “şey” doğal bir obje değildir. Aksine her yönüyle işlenmiş, duygu ve düşünceyle zenginleştirilmiş bir fenomendir. Sanatçı, eserini içindeki “ideal güzel”e yaklaştırabildiği ölçüde başarılıdır. Güzel olanın takdiri alımlayıcıya aittir elbette; lakin bu takdir zaman ve mekanla sınırlı değildir. Dolayısıyla dün hakkettiği “değer”i göremeyen bir sanatçı veya eser, bugün veya yarın zirve olabilir. Burada aslolan eserin “estetik değer” taşıma şartıdır. Algılar değişkendir; ancak Mutlak Varlık’ın indinde olan “ideal güzellik ve öz” eserde mevcutsa zaman ve mekândan bağımsız olarak her devir değerlidir. Sanat eserindeki yücelik, simetri, canlılık, öz ve ifade unsurları; estetik için vazgeçilmezdir. Sanatçının yakaladığı uyum (harmoni), alımlayıcının gözünden kaçmaz. Estetik, aleladeliği ve orantısızlığı kabul etmez.
Alımlayıcı bağlamında estetik yargılar elbette objektif değildir. Lakin estetik kaidelere sıkı sıkıya bağlı olmayan bir eserin “sanat objesi” olarak görülmesi, kabul edilmesi de olanak dışıdır. Bugün, sanat ve estetik bağlamında tartışma konusu olan ve konsensüs sağlama imkânı olmayan temel mesele şudur: Zevkin nedeni olur mu? Daha genel ve bilindik bir soruyla:
Zevkler ve renkler tartışılır mı?
Tartışılır!..
Kişisel beğeni ve hoşlanmalar başka, sanat beğenisi başkadır. Sanat eserine yönelik beğeninin genel geçer kaideleri vardır ve bireyselliğe indirgenemez. Estetik, belli değer yargılarına göre bir “eser”i beğenir veya beğenmez. Estetiğin içkin normları bir eseri “güzel” olarak değerlendirip hüküm verirse bu “şey”, fenomene dönüşür. Baumgarten “güzelliği hakikatin ikiz kardeşi” olarak tanımlar. Buna göre “hakikat” varsa “güzellik” de vardır; hakikat yoksa güzellik de yoktur.
Bugün, sanat adına konuşan veya sanatçı(!) kimliğiyle ortaya çıkan kimi insanlar “zevkler ve renkler tartışılmaz” safsatasıyla sanatı manipüle etmeye çalışmaktadır. Bu manipülasyonun temel amacı, estetiği hakikat alanından çıkarmaktır. Sanatı kendi idealleri uğruna bozarak kafa karışıklığı meydana getirmek, alımlayıcının doğasını nihilist bir söylemle değiştirmek için girişilen bu manipülasyon ne yazık ki kısmî olarak başarılı olmuştur. Bu bağlamda kime sanatçı(!) dendiğine bakmak kâfidir. Kavramların içini boşaltarak hakikati gölgeleme fikri, sanata vurulmuş en büyük darbedir.
Çağdaş genç dimağlar estetiği, “plastik cerrahi”nin operasyonlarıyla sınırlı görmektedir artık. Her gün biraz daha yabanileşen iştihalarla “sahne alan sanatçılar(!)” büyük bir sorumsuzlukla sanatı bayağı bir meşguliyete devşirmeye çalışmaktadır. Özellikle sanal platformların desteklediği bu manipülasyona karşı uyanık olmak, tarafını belli etmek, asil bir duruş sergilemek hakikat adına çabalayanların boyun borcudur.
Sanatçı Hassasiyeti
Saint Simon, sorumluluk sahibi sanatçıyı “kolektif hissiyatın mimarı” olarak tanımlar. Hakikat alanından usulca uzaklaştırılan ve anlamsızlığa itilen yeni nesli yeniden hakikat alanına çağırmak gerçek sanatçının aslî görevidir. Sanatçı, estetiği öncelerken etiği dışarda bırakmaz. Bilir ki etik olmayan estetik değildir.
Sanatçı, eserinin estetik bir yargı taşıması için evrensel ilkelere bağlı kalması gerektiğini bilir. Felsefî alt yapısı olan ve hikmetle yoğrulmuş bir eserin bütün görüngeleri estetiktir. Normatif sanatın değeri, özgünlükle eşdeğerdir. Birbirinin kopyası veya duygusuz taklitlerin egemen olduğu bir dünyada “gerçek sanatçı”ların yetişmesi mümkün değildir. Resim, müzik, heykel, mimarî gibi alanlarda eskinin mumla aranmasının altında bu neden yatmaktadır. Hakikate yaklaşmak, ona en yakın ifadeyi bulmak sanatçıyı “karbon kopya”dan koruyacaktır. Aristo, sanat için üç kavramı hayatî bulur. Bunlar “bilme, yapma ve meydana getirme”dır. Yani teori olmadan pratik, pratik olmadan poetik varlık olmaz. O halde hakikat bilgisine sahip olmayan bir sanatçının estetik değer taşıyan bir eser vücuda getirmesine imkân var mıdır? Elbette hayır, ancak bilge ve hâkim (hikmet sahibi) bir sanatçı her anlamda var olabilir. Ruhsuz, hakikatten uzak, hikmetî bir öz olarak barındırmayan hiçbir eser gerçekte var olmaz. Zira somut bir eserin bir bütün halinde anlam kazanması için ontolojik değer taşıması şarttır. Belki amaç bakımından bu eserin etik olması gerekmez, ancak her gerçek estetik eserde etik kendiliğinden zaten vardır. Estetik mantığa dayalı, kendi içinde tutarlı, ruhu olan bir bütünü temsil bakımından sanat eseri, yüce ve güzeldir.
Modern çağda insanlar birbirinin mimesis’i haline geldi. Bu nedenledir ki evvela özgünlüğünü yitirdi. Estetik algılarını, sanatkâr kimliğini kaybetti. Sanat adına uğraş verenler, olanı olduğu gibi kopyalamaya başladı. Neredeyse hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan tüketim kültürüne kurban edilmiş ürünler kapladı her yeri. Halbuki sanat, farklı olandır. Kopuk zincirin halkaları arasında yalnızca “kendi” olandır. Özgünlük ve özerklik olmazsa olmaz boyutlarıdır. Bir yönüyle idealist ise öbür yanıyla da ütopiktir.
Rutine teslim olanlar, herkesleşir; herkesleşenler de yok olur gider. Kendi varlığını, ruhunu ötekilerden ayırabilenler baki kalır. Herkesleşme bataklığına saplanıp kalmak, mağlubiyeti kabul etmektir. Yüzeysellikten, aleladelikten, sığlıktan her anlamda uzak olmak, yeniden var olmak için bir ümittir. İnsan, değerli olan ve değer atfeden bir varlıktır; kenarda kalan seyirci kalandır.
Aristo (2005). Poetika, (Çeviren: Nazile Kalaycı), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Kant, I. (2016). Yargı Yetisinin Eleştirisi, (Çev. A. Yardımlı), İstanbul: İdea Yayınevi.
Lukacs, G. (1978). Estetik I, (Çev. A. Cemal). İstanbul: Payel Yayınevi
Marinetti, F. T. (2003). Kuraldan Sıyrılmış İmgelem ve Özgürlüğe Kavuşmuş Sözcükler. Modernizmin Serüveni. (Hazırlayan: Enis Batur. Çev. Selahattin Hilav.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Peter De Bolla (2012). Sanat ve Estetik, (Çev. A. & K. Koş) Ayrıntı Yay.
Shiner, L. (2013). Sanatın İcadı, (Çev. İ. Türkmen), İstanbul: Ayrıntı Yayınlar
Başak, R. (2023). Sanat ve Estetik Kuramlar. Nobel Akademik Yay.