Aforizmalar

  1. ummadığım yerden
    kıstırıyor hayat beni
    ummadığı yerden
    sıyırıyorum kendimi

10165.

Bazı yazarların isimleri, yazdıkları kitaplar nedeniyle unutulmayacak. Amerikalı yazar Harper Lee de onlardan biri. Bülbülü Öldürmek, hemen hemen herkesin yaşamış olup da pek dillendiremediği olaylar zincirini ustaca örmesinden alıyor gücünü. Çok yaşanabilir olayları kaleme almanın kolay olmadığına olan inancımı koruyorum. Lee, insan karakterinin oluşmasında büyük rol oynayan, kimsenin fark etmediği, ama içte keskin kırılmalar yaşanmasına sebep olan o ince ve hassas yaşanmışların değerinin ölçülemezliğini sunuyor okura. Böylece okur, ABD’nin hiç bitmeyen ve öyle görünüyor ki hiç bitmeyecek olan ırkçılığının ne anlama geldiğini yaşayarak tecrübe etmemiş olsa bile kendi hayatında herhangi bir ayrımcılığa bir şekilde maruz kaldığını fark ediyor. İster “uyanış” ister “aydınlanma” ister “farkındalık” olarak ifade edin, bana göre önemli olan kitabın insanda neleri inşa edip neleri yerle bir ettiğidir. Eserden işte bir alıntı: “Bu dünyada bazı insanlar, bazı sevimsiz işleri bizim yerimize yapmak için doğmuştur.” (s.271)

10166.

Charlotte Brontë, kadınların çok fazla seçeneğinin bulunmadığı 19. yüzyıl tutucu İngiltere’sinde yazdı Jane Eyre’i. Kısa ömründe eğitim alma mücadelesi verdi, çevresinde örülen yüksek duvarları aşmak için çabaladı, sevdiklerini erken kaybetmenin acısıyla baş etmeye çalıştı ve hayallerine tutunmak için her fırsata umutla sarıldı. Jane Eyre, yaşadığı dönemden bugüne ulaşan yazarın çığlığıdır. Kendisine olan inancını “Kendimi umursuyorum ben. Ne kadar yalnız ne kadar arkadaşsız ne kadar desteksiz kalmışsam, kendime o kadar saygı duyacağım.” (s.381) şeklinde ifade ederken, aslında çaresizlik içinde nasıl da çırpındığını haykırıyor. Jane Eyre, asırlardır kadına farklı bir ‘tür’ olarak bakılmasının sonucunda ortaya çıkmış bir eser. Hangi toplum olursa olsun tarih boyunca insanlar; birilerini alt tabakadan sayma, sınıflaştırma, değersizleştirme gibi yollara başvurarak onları kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu durum; kimi toplumlarda ırk, kimi toplumlarda inanç, renk, statü üstünlüğü ve benzeri şekillerde ortaya çıkmıştır. Oysa ‘kadın,’ her dönemde ve dünyanın her yerinde sürekli olarak değersizleştirilmiştir.

10167.

Yüzüklerin Efendisi, yüzyılın en çok okunan kitapları arasında yerini korumaya devam ediyor. İngiliz yazar J. R. R. Tolkien, bu üçlemede bambaşka bir dünya kurguluyor, ama konu yine iyi ile kötünün arasındaki bitimsiz mücadele. Yazarın, masalsı karakterlerle yaşadığımız dünyanın gerçek yüzünü ortaya koyması ve tarihsel bir zaman çizelgesi oluşturması romana boyutsal bir gerçeklik kazandırıyor. Böylece okur, tarihi olayların içinde kötülerden kaçarken, savaşlarda vuruşurken, muhteşem güzellikteki şehirlerin yok olacağı endişesini taşırken, yüzükle kendisini kaybedeceği korkusuyla mücadele ederken buluyor kendisini. Kitapta yapılan tüm planlar her türlü aksaklığa rağmen kötülüğü alt etse de nihayetinde, yaşadığımız gerçeklikte iyilerin kazandığı sonlar pek çıkmıyor karşımıza ve biz de kitaplar ya da filmlerde kazanan iyilerle oyalıyoruz kendimizi. Yine de her an tetikte beklemek gerekiyor. Kötülük genelde güçlenecek yeni bir yol buluyor kendisine. İşte bir alıntı: “Harabenin ve çöküşün içinde kaybolduk ve hiçbir kaçış yolu yok.” (s.905)

10168.

Franz Kafka okurken, “Ne diye yaşıyorum?” sorusuyla boğuşurken bulur okur kendisini. Öyle karamsardır, boğucudur yazarın çizdiği tablo; bir ağırlık çöker ortama, isteksizlik belirtileri filizlenmeye başlar bedenin bir yerlerinde. Bana göre Kafka, iyi-kötü yaşadığımız deneyimlerin içsel yansımalarını cisimleştirir kurgularında. Örneğin; “Dönüşüm” kitabında, yabancılaşmanın ve yozlaşmanın insanı neye dönüştürdüğünü, onu cismen de dönüştürerek göstermek ister. Böylece öykünün kahramanı, bir sabah uyandığında bir böcek olarak bulur kendisini. Mutluluk hissinin insanı dönüştürdüğü bir öykü yazması istenseydi yazardan, büyük ihtimalle sevinç sıçrayışları yapan bir yunus olarak uyanırdı aynı kahraman. Ama Kafka, umutsuzluğun yazarıdır. Yıllarca veremle mücadele etmesiydi belki de onu bu kadar umutsuz yapan. İnsan, ne yaşıyorsa onunla bakıyor çünkü hayata, o renge boyuyor baktıklarını. Çek yazar, kırk yıllık ömrüne sığdırdığı ve yayımlama fırsatı bulamadığı tüm çalışmalarını ölmeden önce yakın arkadaşına yok etmesi için verdi. Arkadaşı, onun isteğini yerine getirmediği için bugün dünya biliyor onu: “Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor.” (s.100)

10169.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• arşiv – belgelik
• yelpik – nefes darlığı
• mazoşist – özezer

10170.

İnsanı çileden çıkaran bir memnuniyetsizlik içinde çılgınlık boyutunda işlerin nasıl yürüdüğünü ve insan ilişkilerinin hangi seviyede ilerleyip hangi noktaya vardığını abartılı kara komik anlatımla ele alan “Alıklar Birliği” kimilerine göre bir klasik. Amerikalı John Kennedy Toole’un Alıklar Birliği eseri henüz yayımlanmadan neden intihar ettiğinin ipuçlarını eserinde bulmak çok zor değil. Oblomov’un başka bir versiyonu olan öykünün baş kahramanı Ignatus, genel kabule aykırı fiziği, davranışları, konuşma tarzı ve hayata bakış açısıyla ütopik bir devrime ön ayak olmanın kolaylığını sergilerken kişileri galeyana getirmenin sonucunda zarar görmenin kaçınılmazlığının bir örneği. Bana göre; hiçbir şeyden memnun olmadan yaşamaya çalışan, ama sadece şikayetlenmekle yetinen insan, zaten zor olan hayatı hem kendisi hem de başkaları için çekilmez hâle getirmekten öteye gidemiyor. Doğru bilgi ve yönlendirme ile temellendirilmemiş her hareket, kötü sonla bitmek zorunda oysa. Haksızlığa karşı koymanın cesaret ve kararlılıkla ilgisi olsa da belli bir jargonu da olmalı. İşte bir alıntı: “Dünya, dünya görüşümü kavrayamayan alıklarla dolu.” (s.275)

10171.

İtalyan yazar Umberto Eco’nun, konusu 14. yüzyılda geçen “Gülün Adı” romanında bir İtalyan manastırını yakından tanıma fırsatı buluyor okur. Suç, gizem, tarih, din, batıl inanç, sapkınlık, yozlaşma, ölüm, irade, itaat, felsefe ve daha pek çok kelimenin etrafında dönen romanın adı neden Gülün Adı? Çiçeklerle tasvir edilemeyecek karanlık bir dönemde geçiyor tüm anlatılanlar oysa. “Nerede ifrat varsa orada sorun vardır” düşüncemi destekleyen romanda muhteşem bir kütüphane de gözler önüne seriliyor. Kitabı elinize aldığınızda kırılgan bir gül tuttuğunuzu düşünüyorsunuz adından dolayı. Okudukça gülün o kadifemsi yaprakları yavaş yavaş dökülmeye başlıyor. Bazen baş döndürücü bir koku yayılıyor gülden, bazen koku hissini kaybetmişsiniz gibi hiç koku almıyorsunuz, bazen de ara ara o bildiğiniz gül kokusu burnunuza gelir gibi oluyor. Sonunda gül, tüm yapraklarını yere dökünce gül olmaktan çıkıyor mu? Cevabı okura bırakıyorum. Gülün zengin bir sembolik figür olduğunu unutmadan, romanda onun güzelliğine ve şanına yaraşır bir şeyler yakalamaya çalışırken, “ne büyük bir tezat” demeden geçemiyorsunuz. Eser ve elbette ‘gül’ hakkında söylenebilecek daha pek çok şey var. Hepsini engin düşünce gücünüze bırakıyorum. Bakın Eco, eserinde ne demiş: “Dünyanın kuralını bilmiyoruz, çünkü içinde yaşıyoruz; onu yaratılmış olarak bulduk.” (s.311)

10172.

İran kökenli İngiliz yazar Yasmin Crowther, bağnazlığın insana neler yaptırabildiğinin altını çizen “Safran Mutfağında Aşk” kitabında, kadınlar adına karar verme yetkisine sahip olduklarını zannedenlerin insafsızlığının ulaşabildiği boyutu gösteriyor. Ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın, bugün ya da yarın olması gereken bir şekilde oluyor oysa. Güç, hiçbirimizin elinde değil. Sadece bazen kimilerine güç tattırılıyor ve o güçle neler yapacakları izleniyor. Birileri, o güç verilenle sınanırken birileri de o gücün kendisiyle sınanıyor. “Kimse kimsenin sahibi değil” demekten ben yorgun düştüm, aksini ısrarla iddia edenler zürkanlar arasına karışacakları endişesine bile kapılmadan ilerlediler/ilerliyorlar. Eserin orijinal adı “The Saffron Kitchen” iken neden “Safran Mutfağında Aşk” gibi ana temayla ilgisi olmayan bir başlık seçildiğini, sorunun cevabını çok iyi bilmeme rağmen, yine sormadan geçemedim. Sorunun cevabını biliyor olsanız dahi soru sormak iyidir. Sürü psikolojisine kapılmamak için inatla mücadele ettiğinize işaret eder. İşte kitaptan bir alıntı:
“Keşfetmeye son vermeyeceğiz
Ve tüm keşiflerimizin sonu
Başladığımız yere gelmek
Ve o yeri ilk kez görmek olacak” (s.197)

10173.

ah matmazel
hayat çok güzel

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Arayışlar, Tercihler    / Şeref Akbaba
“Olmak”la “ölmek” arasında: Araf / Ay Vakti
Yukarı Şehir     / Züleyha Kayaoğlu Eker
Kısık Sesler Marşı / Yavuz Selim Yaylacı
Sıradan Bir Adam / Yavuz Ertürk
Tümünü Göster